2023 seçimleri: Eleştirel tutuma karşı eleştirel yaklaşım

Düzen, 2023 seçimlerinin yenilgi psikolojisinin içimize sinmesini istiyor. Bunun gerçekleşmesini istemiyorsak hızlıca içerisinde bulunduğumuz karamsarlık havasında çıkmalıyız ve yol almalıyız.

AKP ve MHP faşist bloğu seçimlere kazanmak ya da kazanmak üzerine hazırlandı. Devletin bütün gücünü seferber etti. Olanaklar sınırsızca kullanıldı. Seçimlere eşit koşullarda hazırlanmadı, şeffaflık yoktu. Sandıklar açılır açılmaz manipülasyon yapıldı. Tarikatlar ve cemaatler aracılığıyla kitleler her tür olasılığa karşı politize edildi. AKP ve MHP faşist bloğu seçimlerin ilk turuna kadar kazanacağından emin olamadığı için kampanyasını kaygılı bir şekilde yürütmüştür. Düzen içi muhalefet ise AKP ve MHP iktidarı gibi yekpare davranmadı. Uzun süre aday tartışmalarını sürdürdü. Meral Akşener’in masadan kalkıp yeniden oturması bile etki gücünü zayıflattı. Millet İttifakı kitlelerle güven ilişkisini kuramadı.

Evet, 14 Mayıs seçimlerini tek adam rejimi önde bitirdi. Ve sağ hegemonyanın güçlenerek meclise girmesi ikinci turun kaderini belirledi. Ancak, güçler dengesindeki eşitsizliğe rağmen eskisi kadar özgüvenli olmadıkları da çok açıktı. AKP ve MHP faşist bloğu sağ hegemonyayı domuz bağcılar ve diğer milliyetçi muhafazakâr kesimlerle ittifak kurarak oluşturdu. Domuz bağcılar artık mecliste! 14 ve 28 Mayıs seçimlerinin ezilen toplumsal kesimler lehine gerçekleşeceğine dair iyimserlik karşılık bulmadı. Ne boş tencere ne gelecek kaygısı ne de özgürlüklerin yok sayılması faşizmi yenilgiye uğratabildi.

İkinci turda Kılıçdaroğlu, Ümit Özdağ’la göçmen karşıtlığı ve kayyum siyasetine dair açık protokol yaptı. Ve ibre sağa daha fazla kaydı. Bu durumun kendisi demokratikleşme beklentisi olan kesimleri derinden etkiledi. Emek ve Özgürlük İttifakı seçimler sürecinde ülkenin demokratikleşmesi açısından açık protokolle ilkelerini güvence altına almalıydı. Bunu yapamamanın bedeli ikinci turda ödetildi. Gerek ittifaklar politikasının gerek sürecin demokratik olarak yürütülmemesinin özeleştirisi muhakkak yapılmalıdır. Zamana bırakacak vakit yoktur. Emek ve Özgürlük İttifakı kuruluş sürecinde kitlelerde büyük bir heyecan yarattı. Mücadele ittifakı parolasıyla kendisini ortaya koyarak geleceğe dair umut ışığı oldu. Siyasette ağırlık merkezi oluşturmak açısından önemli bir buluşmaydı. Ve bu buluşmayı güçlendirme zorunluluğu artıyor. Ancak ortak bir paradigma ve örgütlenme perspektifi ihtiyacı karşılanmadı.

Seçimler sürecinde TİP’in kendi listesi ile seçimlere girmesi oluşan beklentiyi boşa çıkardı. Öznel çıkarlar ortak çıkarların önünde tutuldu. Bu tür siyaset yapma tarzı kolektif yürümeye ve büyümeye hep engel oldu, oluyor. Dar grupçuluk anlayışı ister istemez karşıtlık siyaset anlayışını açığa çıkarıyor, çıkardı. Pervin Buldan’ın “Yeşil Sol Parti dışında atacağınız her oy AKP’nin işine yarar, bu böyle bilinsin, böyle algılansın” demesi veya Ahmet Şık’ın “Kürt faşistiyle uğraşamam” çıkışları adeta iç kutuplaşmaya yol açtı. Evet, TİP öznel çıkarlarına öncelik vererek dönemin ihtiyacına uygun hareket etmedi. Seçimlere iki ayrı liste ile girilmesi ittifak ruhunu zayıflattı. Ancak TİP’le ayrı listeden girmeleri konusunda bir şekilde anlaşma yapıldı. Kimse anlaşma dışında hareket etmezken seçim sürecinde yapılan bu tarz açıklamalar yıpratıcı oldu. Kurumsal yapıların genel anlayışı dışında bu tür fevri çıkışlar binbir emekle kurulan bağlara zarar vermektedir. Özetle Emek ve Özgürlük İttifakı, süreci başarılı bir şekilde yürütemedi. Millet İttifakı’yla açık bir protokol yapılmalıydı ve bu protokolle bazı önemli konular garanti altına alınmalıydı. İlkesel konular tek adamı gönderme paradigmasının gölgesinde kaldı. Ezilen toplumsal kesimlerin kendilerini güvencede görmeleri ve örgütlenmeleri açısından bu yaklaşım şarttı. Bir diğer yaklaşım da Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tek listeden girmesiyle ilgili olmalıydı. Meseleyi kaç vekil çıkartıp çıkartılmaması üzerinden sığ bir tartışmaya götürmenin gereği yoktur. Karşı karşıya olduğumuz iktidarın ideolojik duruşunu ve karakter yapısını uzun uzun anlatmaya gerek yok elbette. Bu zorba ittifaka karşı güçlü bir enerjiye ve kolektif bir sinerjiye ihtiyaç vardır. Böylesi bir imkân değerlendirilemedi. Başarı elde etmemiz için baştan bu katılıkla yaklaşılmalıydı, yaklaşılmadı. O açıdan da kimsenin kimseyi suçlama hakkı yoktur.

Bir seçim sürecini yaşadık ve bitti. Bu seçimler dünyanın sonunu getirmedi, bu açıdan kıyamet koparmanın bir gereği de yoktur. Bütün manipülasyon ve hileler düşünüldüğünde halkın yarıdan çoğunun tercihini değişimden yana koyduğu söylenebilir. Şimdi derlenip toparlanıp bu tercihi örgütleme zamanıdır.

Kolektifi güçlendirmenin yolu kolektif hesaplaşmadan geçiyor. Hiçbir bireyin kendisini sürecin dışında tutma lüksü yoktur. Başarı ne kadar kolektifse, başarısızlıklar da o kadar kolektiftir. Zor bir dönemin içerisine girmiş durumdayız. Düzen, 2023 seçimlerinin yenilgi psikolojisinin içimize sinmesini istiyor. Bunun gerçekleşmesini istemiyorsak hızlıca içerisinde bulunduğumuz karamsarlık havasından çıkmalıyız ve yol almalıyız. 2015 seçim-savaş sürecinden günümüze çok ciddi bir saldırıyla karşı karşıya kalındı. HDP fikriyatının ve örgütlenme araçlarının etkisizleştirilmesi yöneliminin ne kadar etkili olduğu 2023 seçimlerinde bariz bir şekilde açığa çıktı. Gün karaları bağlama günü değil, gün bir çıkışı hedefleme günüdür. Kollektifi güçlendirme üzerine derinlikli tartışmalara ihtiyaç vardır. İçerisinde bulunduğumuz politik ortam yeniden yapılanmayı zorunlu kılmaktadır. Ve bu gerçeklik sadece HDP ile sınırlı değildir.

Sosyalist hareketin krizi

İşçi sınıfı içerisinde azımsanmayacak bir kesimin hala sağ ve muhafazakâr partilerin dayanak noktası olduğu çok açık bir şekilde görünmüştür. İşçi sınıfı ile politik ilişki biçimi güçlü bir şekilde geliştirilemediği sürece yol almanın mümkün olmadığı önemli bir olgudur.

Günümüzde sosyalist ideoloji karşıt hegemonya oluşturamıyor. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de sağ hegemonya güçlenmektedir. Bir çıkışın sancıları yaşanıyor. Sosyalistler işçi sınıfı ve ezilen toplumsal kesimler içerisinde ideolojik hegemonya ve örgütlenme ağlarını oluşturmak gibi bir görevle karşı karşıyadır. Bu kördüğüm çözülemediği taktirde ‘sandığa git, oyunu kullan, değişime imza at’ gibi hayallerin kurulması gerçeği yansıtmamaktaydı, yansıtmadı.

Faşizmi salt seçimler yoluyla yenmenin mümkün olmadığı ezberimizdir. Ancak sosyalist hareket böylesi süreçlerde politikasız kalmamalıdır. Seçim süreçlerinde kitlelerin politikleşme eğilimleri güçlenir. Politik bir söylem ve örgütlenme taktikleri muhakkak geliştirilmesi gerekir. Ve elbette beklentinin ağırlığı önemli.

Seçimler sürecinde sosyalist hareket içerisinde bazı yapılar ya seçim endeksli düşündü ya utangaç boykotçuluk yaptı ya da doğrudan boykot deyip işin içinden çıktı. Seçimlere katılmak bizler açısından stratejik bir yaklaşım değildir. Taktiksel olarak kavrarız ve o şekilde ele alırız. İşçi sınıfı ve ezilen toplumsal kesimlerin çıkarları doğrultusunda örgütleyici ve ilerletici politikalarla sürece müdahale ederiz. İşçi sınıfı ve ezilen toplumsal kesimler somut söylem ve güven verici politikalar görmek istiyor. Günümüzde ne boykot diyen ne de net bir açıklama yapmayarak radikallik rolüne soyunan utangaç boykotçular ilerleme katedebilir. Ve böylesi süreçler de sosyalistlerin politik olarak rol oynaması önemlidir. Kuşkusuz işçi sınıfının ve ezilen toplumsal kesimlerin örgütlülük oranı ve bilinci belirleyici olur. Asıl masaya yatırılması gereken gerçeklik budur. Kısacası; terazinin dengede olması şarttır. 

Neoliberal kapitalizm dünyayı yaşanmaz kılıyor, yok ediyor. Siyasal, ekonomik, ekolojik kriz bilinmekte. Büyük felaketler çeperimizde… Ya karşıt bir hegemonya ya karşıt bir hegemonya…

Sosyalist hareket ideolojik ve stratejik olarak yenilenememenin sancılarını yaşıyor. Yeni dönemin özellikleri büyük bir hesaplaşmayı zorunlu kılıyor. İdeolojik ve stratejik olarak ya yenilenecek ya da kaçınılmaz olarak krizi derinleşerek devam edecek. Günümüzde yürütülen birçok tartışmaların altında bu gerçeklik var. Fakat bu gerçeklikle hesaplaşma cüreti gösterilemiyor. Ancak kaçınma şansı yoktur. Sosyalist hegemonyanın başat sorunu; ideolojik ve stratejik yenilenememedir. 

Faşizme karşı direniş, mücadele…

Faşizmi kurumsallaştırma adımları hızlandırılacak. Ve neoliberal kapitalizmin yoksullaştırma politikaları hız kesmeden devam edecektir. Hak ve özgürlükler her geçen gün daha fazla kısıtlanacak. LGBTİ+’lara düşman, kadınlara düşman, Alevilere düşman, Kürtlere düşman…

Bu zorba ittifak ezilen toplumsal kesimlere dönük saldırılarını aktifleştirecek. Kürt halkının yaşam alanlarının demografik yapısını büyük oranda deforme ettiler. Önümüzdeki süreçte ise Barzani’nin dışında Hüda-Par ile de ittifak yaparak daha kapsamlı bir yok etme stratejisi izlenecek. Demografik yapının yok edilmesinin tek başına seçim sonuçlarını etkilemediği bir gerçek. Bu açıdan Hüda-Par üzerinden kültürel erozyon planlanıyor.

Faşizm umutsuzluğu yayıyor ancak umutsuzluğa yer yok. Bu ülkenin yarısından çoğu tek adam rejimine karşı değişimden yana tercihini yaptı. Erdoğan ve mecliste çoğunluğu elde eden zorba ittifak meşru değildir. Evet, şimdi hayatın her alanında ayağa kalkma ve örgütlenme zamanı. Dirençli ve mücadeleci olmamız gereken günler bizleri bekliyor. Umutsuzluk ortamında umudu, direnişle ve mücadeleyle büyütme vakti.