Ne yüzyıl ama !!!!!!
Yüzyılın hesaplaşmasında cumhuriyetin yıllardır birikmiş ve kireçlenmiş sorunlarının üstü bir kez daha beka sorunu ile örtüldü. En önemlisi “Kürt sorunu”, aslında “cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırılması sorunu” bir kez daha “en sağcı”, milliyetçi parlamentonun seçilmesi ile belirsiz bir geleceğe ertelendi. Aynı zamanda dönemin en güçlü muhalif örgütlenmelerinden olan Kadın Hareketi de aynı parlamentoyla cezalandırılmak isteniyor.

Bu seçim tarihsel olarak önemli bir hesaplaşmanın aracı olacaktı. Olanlara bakınca bunun hatalı bir öngörü olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ancak biraz derine inilince bu öngörünün haklı yanlarının olduğu da görülebilir. Seçim süreci ve sonuçları siyaset sahnesindeki tüm aktörleri bir iç hesaplaşmaya zorlamaktadır. Gelecek dönemde anlamlı bir şekilde yer alabilmek için tüm siyasi aktörlerin bu hesaplaşmadan geçmesi kaçınılmaz görünüyor. Erdoğan balkon konuşmasını yapar yapmaz bu iç hesaplaşmalar başladı ve yoğunlaşarak devam edecektir. Seçimleri kazanan AKP ve Cumhur ittifakı da bu hesaplaşmadan kaçınamayacaktır.
Seçim sonuçlarının en çok konuşulan yanı yaşanan yirmi yıla rağmen Erdoğan’ın bu sonuçları alabilmesidir. Fakat bu yirmi yılın bedellerini Saray seçimde ödememeyi becerse de enkaz haline getirdiği ülkenin yeniden yoluna koyulması sırasında ödemek zorunda kalacaktır.
Seçimler üzerine pek çok değerlendirme yapılabilir. Ancak hesaplaşmanın odak noktasından başlamak en uygunu olur. Bütün hesaplaşma “kilit rol” oynama gücüne ve imkânına sahip Kürt Özgürlük Hareketinin bu şansının elinden alınması üzerine kuruldu. Seçim propagandası “montaj şu bu” videolarla muhalefetin “terörle ilişkisi” olduğu üzerine dayandırıldı. Ortaya sürülen S. Oğan, M.İnce ve Ü. Özdağ gibi siyasi aktörlerin rolü tamamen bu “kilit rol”ün engellenmesi üzerine kurulmuştu. Bu konuda HDP ve Emek-Özgürlük ittifakının hataları başka bir yazının konusu olacağı için geçiyorum.
Yüzyılın hesaplaşmasında cumhuriyetin yıllardır birikmiş ve kireçlenmiş sorunlarının üstü bir kez daha beka sorunu ile örtüldü. En önemlisi “Kürt sorunu”, aslında “cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırılması sorunu” bir kez daha “en sağcı”, milliyetçi parlamentonun seçilmesi ile belirsiz bir geleceğe ertelendi. Aynı zamanda dönemin en güçlü muhalif örgütlenmelerinden olan Kadın Hareketi de aynı parlamentoyla cezalandırılmak isteniyor.
Sarayın bu başarılarının altında bir gerçeklik yatıyor. Yirmi yıllık iktidarında Saray ilk kez düşüşe bu kadar yaklaşmıştı. Milliyetçilik ve siyasal İslam bu gidişi durdurmak için tarihi ittifaklarını yaptılar. Cumhuriyet yüzüncü yılına bu gerçeklik ile girdi.
AKP yıllarında seçim haritalarına bakıldığında değişmez bir tablo ortaya çıkıyor. Kıyı şeridinin önemli bir kısmı, Kürt illeri ve orta Anadolu üç farklı siyasal ve sosyal yapı olarak göze batıyor. Aslında üçe “bölünmüş” bir cumhuriyet! Bu resim 12 Eylül öncesi Türkiye’sinde bu kadar keskin değildi. AKP iktidarıyla gittikçe belirginleşti. Bu tabloya bir başka yönden daha bakabiliriz. Büyük metropoller, Kürt illeri ve orta Anadolu ayrımı da benzer sosyal ve siyasal yapıya denk düşüyor.
Bu tabloyu en genel olarak duvar yıkıldıktan sonra kapitalizmin neoliberal gelişmesine bağlamak hatalı olmaz. Türkiye’de bu süreç Özal’la birlikte başladı ve Erdoğan’la birlikte iyice hız kazandı. “Eski düzeni”, kapitalizmin ilk büyük dalgasının geliştiği ülkenin Batısı, kıyı şeridi, büyük kentler ve ideolojik olarak Kemalizm temsil ediyor. Durgun, hatta karanlık kasaba yaşamı hem kapitalizmin nimetlerinin hem de kültürünün dışında, “itilip, kakıldı.” AKP neoliberal dalga ile kapitalizmin 1980’ler sonrası gelişmesinin yeni bir zirvesini temsil ediyor. Ama çok büyük bir farkla. O döneme kadar kapitalizmin nimetlerinden yeterince yararlanamayan, cumhuriyetin yarattığı finans kapitalin Anadolu’daki bayileri olarak kalan Sümerlerden beri gelen tefeci-bezirgan kültürü ile yoğrulmuş kesim, Necmettin Erbakan’ın deyimi ile “Batı kulübünün projesi iflas” edince ekonomide ve siyasette yerini daha açık, kendi kimliğiyle almaya başladı.
Kapitalizmin 1980’ler sonrası neoliberalizm olarak yaşanan ikinci büyük dalgasına kadar düzenin kenarına itilenler, “Anadolu kaplanlarının” liderliğinde siyasal İslam ideolojisiyle cumhuriyetin kendilerini inkarına karşı güneşin altındaki yerlerine talip oldular. Bugünkü seçimde onlar “değişim istemeyenler” olarak adlandırıldılar. Oysa son kırk yılda en sarsıntılı değişimi onlar yaşıyorlar. Kendilerini görmeyen “eski düzen”e karşı kazandıkları mevzilerini korumak için her yolu mubah görerek kavga ediyorlar.
Egemenlikler böyle kuruluyor. Türkiye finans kapitali, cumhuriyet boyunca büyüyüp palazlanma sürecinde hep “komünizm tehdidi” ile yarattığı korkuyla egemenliğini inşa etti. Kapitalizmin yeni gelişim dalgasını yakalayan Anadolu sermayesi de kendi egemenliğini türban üzerinden ahlaki değerlere ve terör üzerinden devletin bekasına bağlayarak kurma yolunda ilerliyor.
AKP kapitalizmin yeni gelişim dalgasında canhıraş sermaye biriktiren büyük Anadolu kitlesini sadece ahlaki ve milliyetçi değerlerle tutmuyor; aynı zamanda “yardımlarla” milyonlarca insanın hamisi rolünü oynuyor. Kendilerini cumhuriyetin kıyısından çekip merkezine yerleştiren AKP bu büyük kitleler için hala bir nimetidir. Bu büyük sosyal, sınıfsal ve ideolojik güç kaymasının bayağı çıkara dayalı yanlarının görülmesi için demek son yirmi yıl yetmemiştir. Üstelik “gerçek ötesi”, yalanın her tarafı kapladığı günlerde “gerçekliğin inatçı” yanı da büyük ölçüde yara almışken önümüzde çok zorlu mücadele günlerinin durduğu yeterince biliniyor.
Seçim tablosunun son parçasına “Kürt illerine” gelirsek, bu başka bir yazının konusu olacak olsa da, burada çok önemli bir özelliğini vurgulamak gerekiyor. Cumhuriyet tarihinde demokrasiye en çok yaklaşıldığı yıllar 68’in yükselen mücadele günleridir. Demokrasi, sosyalizm, komünizm taleplerinin iç içe girdiği bu yıllar düzen için kâbus olarak yaşandı. Bu kâbusunu bastırmak için düzen siyasal İslam’ın yolunu açtı. Ancak sadece bir 12 Eylül bu dalgayı bastırmaya yetmezdi. Sosyalist sistemin yıkılışıyla bu büyük mücadele dalgası bir anlamda hedefsiz kaldı. Düzen bu günlerin keyfini çıkara çıkara bugünlere kadar geldi.
Bugünün Kürt Özgürlük Hareketi 68’lerin büyük demokrasi mücadelesinin devamıdır. 68’lerin devrimci hareketi büyük ölçüde gerilerken, inkârlarla yok edilmek istenen Kürt Halkı demokrasi bayrağını on yıllardır taşıyor. Kürt illeri bölücülükle şeytanlaştırılırken, aslında bu düzenin demokrasi düşmanlığının ne ölçüde derin olduğu bir kez daha gözler önüne seriliyor.
Cumhuriyetin yüzüncü yılında eski sorunlar yeni renkleriyle dipdiri önümüzde duruyor. Mücadele yeni yolları, yeni anlayışları gerektiriyor.