Pazara değil mezara kadar mücadele

2018-2022 momenti sınıf hareketi tarafından proletarya ve prekaryanın Siyasal İslam’dan kopmasını sağlayabilseydi bugün bambaşka bir gerçeğe gözlerimizi açmış olabilirdik. Birkaç gün öncesine kadar Polyannacılık ve umut tacirliği yoluyla herkese “olmasını istediğini gerçek” diye anlatarak popülarite devşiren kimi isimlerin Kürtleri ve HDP’yi hedefe oturtmaya vakit kaybetmeksizin başlaması bu gerçeği ortadan kaldırmaz.

14 Mayıs seçimleri siyasette, en azından içinden geçtiğimiz on yıllarda korku ve öfkenin arzu ve umuttan daha güçlü bir birleştirici güce sahip olduğunu bir kez daha gösterdi. Aslında korku ve öfkeyi faşizmle, arzu ve umudu ise devrimle özdeşleştirmek de mümkün.

2013’te Gezi’yle başlayan 2015 7 Haziran seçimlerine kadar devam eden konjonktür, Kürt halkıyla kentli orta sınıfların demokrasi ve değişim paydasında bir araya gelebilecekleri çok önemli bir moment yaratmıştı. Kobane’de IŞİD’in yenilmesi ve AKP’nin Gezi sonrasında hızlı irtifa kaybı, HDP’nin devrimci demokrasi güçlerinin birleştirici odağı olarak ortaya çıkması ve Demirtaş’ın sembolik etkisiyle de önemli oranda desteklenen yükselmesi böylesi bir dönüşümü mümkün de kılıyordu. Ancak Erdoğan’ın 7 Haziran’daki yenilgisi sonrasında MHP’nin muhalefet saflarından koşarcasına Erdoğan’ın imdadına yetişmesiyle ortaya çıkan devlet eksenli ittifakla bu ihtimalin önü kapatıldı. Suruç ve Ankara’da bombalar patladı, Cizre’de ve direnişin boy verdiği diğer Kürt illerinde akıl almaz bir vahşet sergilendi. Milliyetçiliği ve ulusalcılığı İslamcılığın muhalifi sanan orta sınıf kitleler ise şiddetin bu düzeye sıçraması karşısında içinden hiç çıkmak istemedikleri şenliğin bitmekte olduğuna tanık olarak bir kez daha büyük bir hayal kırıklığına ve depresyona sürüklenerek köşelerine çekildiler. Savaşın yükseltilmesinin Saray rejiminin inşası açısından rolü sonradan çok iyi anlaşıldı ancak iş işten geçmişti. Liberaller kendi etkisizliklerini Kürtlerin aşırılığıyla temize çekmeye çalışırken HDP içindeki kimi en komünistler ise her zamanki gibi tribünlere oynamayı tercih ederek Demirtaş başta olmak üzere parti yönetiminin yaşanan yıkımdan sorumlu olduğunu iddia eden bir kampanyaya sarıldılar. Demokrasi güçlerinin iktidar değişimine yol açmaya yaklaşan güç birikiminin yarattığı korkunun en gerici güçleri birleştirerek yarattığı geri tepmenin sorumluluğunu kendi üzerimize almak için çeşitli biçimlerde gerekçeler üretme yarışına giriştik.

2019’da Saray Rejimi’nin kaybetmesine yol açan ittifakın aslında adı konmamış bir CHP-İYİP-HDP ittifakı olduğu biliniyor. İktidarın seçimlerle değişimi olasılığını mümkün kılan bu zemin, 2023 seçimleri yaklaştıkça doğal olarak kendi içinde sert bir mücadeleye girişti. Olası bir yumuşak geçişte sermayenin en geniş kesimlerinin ve bürokrasinin çıkarlarının en üst düzeyde korunmasının güvencesi olarak kendisini dayatan İYİP, “seçilecek aday” tartışmasıyla olası bir restorasyonun sağcı ve milliyetçi bir hegemonya altında gerçekleşmesini teminat altına almaya çalıştı. HDP ise anketler tarafından en düşük destek sahibi olarak gösterilen Kılıçdaroğlu’na açık destek vereceğini “hissettirerek” restorasyon içindeki dengenin milliyetçi sağdan 2013-2015 döneminde potansiyel bir politik özne olarak ortaya çıkan Gezi-Kobane ittifakına doğru yönelmesini sağladı. Bu gerçek, Millet İttifakı isimli burjuva projesinin sınıfsal özünü dönüştürmemekle birlikte kapı aralayabileceği olasılıkların mahiyetiyle ilgili bir olgu olarak okunmalıdır. 27 Mayıs da son kertede sanayi burjuvazisinin “2. Cumhuriyet” projesiyken öylesi olasılıklara kapı aralamıştı ki 1970 sonrasında egemen sınıfların tüm müdahaleleri bu fırsat pencerelerini kapatmaya yönelik gerçekleştirilmişti.  İYİP başta olmak üzere sağın, 14 Mayıs’ta su içtikleri kaba pislemelerinin ve ittifaka ihanet etmelerinin arkasında bu pencereye kilit vurma çabası olduğunu görmek gerekiyor.

2018-2022 toplumsal buhranını sınıflar mücadelesinde köklü bir denge değişimi yönünde değerlendiremeyen sosyalistlerin somut durumun somut tahlili Leninist prensibinden kopmayan kesimlerinin de verdiği destekle HDP, “herhangi bir restorasyon değil demokrasi mücadelesine olanak sağlayacak bir dönüşüm” olanağını yaratmayı başardı. Ancak 14 Haziran’da 1 Kasım’dakine benzer bir gerici reaksiyonun ortaya çıkmasında Türk-Sünni kesimlerin kışkırtılan “millet-i hâkime” konumlarını kaybetme korkularının önemli bir rıza etkeni olarak ortaya çıktığı görülüyor. 2018-2022 momenti sınıf hareketi tarafından proletarya ve prekaryanın Siyasal İslam’dan kopmasını sağlayabilseydi bugün bambaşka bir gerçeğe gözlerimizi açmış olabilirdik. Birkaç gün öncesine kadar Polyannacılık ve umut tacirliği yoluyla herkese “olmasını istediğini gerçek” diye anlatarak popülarite devşiren kimi isimlerin Kürtleri ve HDP’yi hedefe oturtmaya vakit kaybetmeksizin başlaması bu gerçeği ortadan kaldırmaz.

Milliyetçilik-İslamcılık-ulusalcılık denen yapışık üçüzlerin birbirine muhalif olamayacağı bütün nevzuhur isimler tarafından da tekrar tekrar ispat edilirken önümüzdeki günleri faşizmle hesaplaşma anlamında en enerjik, en kararlı, en direngen bir biçimde değerlendirmek durumundayız.

Her seferinde daha da gericileşerek, kendi geleceğini daha da yok ederek ayakta kalabilen Saray Rejimi aradığı zafere ulaşamayacak. Kimse unutmasın “acı patlıcanı kırağı çalmaz”. Bu ülkenin anti-faşistleri feleğin çemberinden geçmiş, bugünlere sınanarak gelmiştir. Temelsiz hayalcilik de orta sınıf kökenli moral çöküntüleri de neyin içinden geçtiğini dahi anlayamayacak kadar kalın kafalı hale gelmiş “en komünist” lafazanlıklar da bizden uzak olsun.

Gelecek umut tacirliği yapanların değil umudu bilfiil sınıfın her öbeği içinde hiç bıkmadan örgütleyebilenlerindir.