Alevilerin yarınını düşünmek
Yüz yılları bulan dinamik bir örgütlülük, kültür ve yaşam biçimi yaratan Alevi Bektaşi toplulukları nasıl oldu da 20. Yüzyılın sonunda inşa ettikleri örgütlenmeyi tıkanır hale getirdi?
Alevilik ülkemizde otuz yıl öncesinin çok ilerisindedir. Kamusal alanda Aleviliğin konuşuluyor olması, kendi imkânlarıyla da olsa Cem evlerini inşa edebiliyor olması, verilen mücadelenin somut kazanımıdır. Peki, bunlar yeterli mi?
“Nice engelleri pirimle aştım”
Son yılların tartışma konusu haline getirdiğimiz, “geleneksel Aleviliğin çözülüşü, modern Aleviliğin yolunu bulması ve Alevi örgütlülüğünün geleceği” meselesini zamanın akışkanlığı içinde nasıl somutlayacağız?
Belirli sınırlar içinde düşünmek, eylemek yeninin bulunmasına da engel teşkil ediyor. 21. Yüzyıl dünyasıyla geleneksel birikimimizi buluşturamadığımızdan inancın yaşlanmasını seyreder hale geliyoruz.
Derdim geleneksel Aleviliğin iğdiş edilmesi değil, aksine o kaynağın kurumasının da önüne geçecek şekilde bugünün dünyasında anlamını kalıcı hale getirmektir.
Alevi dünyasında bazı çevrelerin “Alevilik kendi hakikatini ne yapar ne eder bulur” yaklaşımına kapılmak onun deforme olmasına, belirsizliğe sürüklenmesine bilinçli ya da bilinçsiz zemin hazırlıyor. Bunun aynısını kurumlarımızın Cem evlerimizde yaşattığı Alevilikte de görüyoruz.
Kendiliğindencilik, eskiyi tekrar etme, aktarılanı tek doğru gibi kabul etme yolu tıkıyor, zamanın ruhuyla buluşmayı engelliyor.
Kimi kurumlarımızın akademik derslikler oluşturması son derece önemlidir. Fakat bütünü düşündüğümüzde yeterli değildir.
Cem evlerimiz uzun zamandır, Cem, lokman ve kimi anmaların yapıldığı mekânlara dönüştü. Akademik tartışmaların döndüğü, politika ve felsefenin üretildiği, kültürel zenginliğin merkezi, dinamik mekânlar olmaktan uzaklaştı. Bu uzaklaşma dönemsel değil kalıcı hale dönüşüyor.
Tam da bu noktada Alevi örgütlülüğü meselesine eğilmek durumundayız. Otuz yıllık mücadele deneyimlerimiz bir olgunluğa ulaştı ve kendini tekrar eden -inanç boyutunda olduğu gibi-, sınırlarını zorlamayan bir hareket tarzına dönüştü.
Yüz yılları bulan dinamik bir örgütlülük, kültür ve yaşam biçimi yaratan Alevi Bektaşi toplulukları nasıl oldu da 20. Yüzyılın sonunda inşa ettikleri örgütlenmeyi tıkanır hale getirdi?
Sınırlar içinde yaşamak mı, sınırları aşmak mı?
Kuşkusuz yüzyılları bulan geleneksel Alevilik yaşantısı ve örgütlülüğü dünyası; zengin, donanımlı kadroların emekleri üzerine kuruludur. Geleneksel Alevilik içerisinde talibini belirli bir disiplin dahilinde görmeyen, ona dokunmayan, derdiyle dertlenmeyen, yolunu açacak ışığı olmayan Pir, Mürşit, Dede(kadro, yol önderi) görebilir miyiz?
Tanışmaktan onur duyduğum, sohbetleri, yaşantısı eğitim konusu olabilecek ve yakın zamanda kaybettiğimiz Çepni Dedesi Bektaş Piroğlu’nun yaşantısı tam da bu geleneksel Alevilikteki örgütlenme sistemini anlatıyor. İlerleyen yaşına rağmen Piroğlu Dede, taliplerinin sorunlarını çözmeden, onları görgüden geçirmeden aylarca evine gitmezdi. Yaşamını da taliplerinin yanında yitirdi.
Bundan geleneksel Aleviliği her yönüyle yeniden yaşayalım, ocak dönemine dönelim sonucu çıkarılmamalı. Bunu istemek, zorlamak kolaycılık olur.
Alevilerin modern dünyada yeni sorunları yeni örgütlenme ihtiyaçları açığa çıktı. Ocak sisteminin yerini alan kurumlar Alevi bireylerin yaşamlarında nereye dokunuyor? Bugünün örgütlenme araçları Alevilerin kent, çevre, emek ve gelecek sorunlarına nasıl bir önermede bulunuyor?
Onun yaşamına dokunabiliyor mu? Örneğin çalıştığı işyerinde hakkını alamadığında Cem evlerinin kapısını çalabiliyor mu? Bir kadın erkek şiddetine -aile ya da kamusal alanda- uğradığında Cem evleri onun için adres mi?
Deprem felaketi sonrasında gösterilen refleks, ortaya konan dayanışma bile başlı başına önemli bir deneyim. Mutlaka kalıcı hale getirilmeli.
Sorunlarda başvuru adresi olabilme meselesine ancak, kurumları buna göre yapılandırarak cevap verebiliriz.
Yukarıda geleneksel Alevilikte bahsettiğimiz Pir, Mürşit, Dedelik kurumu kendini de koruyarak nitelikli kadroların yaratılmasına yönelmek zorundadır. Belirli bir disiplin dahilinde Cem evleri etrafında halk örgütlenmesi yapacak, Alevi hareketini inşa edecek kadro sisteminin oluşturulması gerekmektedir.
Kurumlarımızda başkanların yetkinliklerine bağlı olarak kurduğu ilişkilere hapsolan ilişkilere hapsolan örgütlülüğün sınırları ortadadır. İdareciliğe dönüşen yönetim sistemi mutlak suretle değişmeli ve kadınların temsiliyetini erkeklerin insafına bırakmayacak biçimde demokratikleştirilmelidir.
Seçimler ve Aleviler
Cumhuriyet yüzüncü yılını tamamlarken tesadüfi de olsa tarihi seçimlerden birini yaşayacağız.
Cumhur İttifakının ve özellikle Erdoğan’la cisimleşen Siyasal İslam’ın yenilgiye uğratılmasının gelecek açısından önemi büyüktür. Yerine gelecek Millet ittifakının restorasyoncu karakterinin üzerinden atlamadan, halkın ihtiyacı olan umudun yenilenmesini öncelikli görüyorum.
Otuz yılı bulan eşit yurttaşlık mücadelemizde anayasal temelde neredeyse hiçbir talebimizin yerine getirilmesini başaramadık. Ne zorunlu din dersleri kaldırıldı ne diyanet lağvedildi ne de Cem evlerine yasal statü sağlandı.
Alevilik ülkemizde otuz yıl öncesinin çok ilerisindedir. Kamusal alanda Aleviliğin konuşuluyor olması, kendi imkânlarıyla da olsa Cem evlerini inşa edebiliyor olması, verilen mücadelenin somut kazanımıdır. Peki, bunlar yeterli mi?
Madem önümüzde kritik bir seçim var, neden bunu Alevilerin umutlarını yeniden yarına bağlayacak fırsata dönüştürmeyelim? Yeni seçilecek Cumhurbaşkanı ile iktidara ve muhalefete gelecek partilere seçimden önce eşit yurttaşlık mutabakat metnini şart koşamaz mıyız? Bunu temsiliyet düzeyinde değil, Alevi Bektaşi toplumumuzun tamamını kapsayacak bir süreci hızla tamamlayıp kamuya açık, toplumun huzurunda gerçekleştirebiliriz.
Evet, herkes gibi Alevi Bektaşi toplumu olarak bizlerin de kazanmaya, yarına dair umudu diri tutmaya ihtiyacımız var.
Yazıyı bitirdiğinizde Hüseyin Korkankorkmaz’ın havalandırdığı “Haberdar” ezgisini dinlemenizi öneriyorum.
4 Nisan’da Çağlayan Adliyesi’ndeki duruşmamda görüşmek üzere hoşça kalın.
Aşk ile…
Sezgin Kartal – Marmara Cezaevi/Silivri