Banka krizi yatıştı mı?

2008’den beri piyasalara akıtılan trilyonlar hastalığı sadece öteledi ve ekonomileri uçurumun kenarına getirdi. Son birkaç yıldır yüksek faiz politikalarıyla finansal şişmenin yarattığı enflasyonla mücadele ediliyor. Faizlerin sıfıra hatta eksiye geçtiği yılların sonuna gelindi. Ekonominin spekülatif sermaye ile iyice zehirlendiği sürecin devamında ısrar kaçınılmaz olarak büyük çöküşleri getirecekti.

Banka iflasları durulmuş görünüyor. Bu görünüşün altında nelerin yattığını kurcalamak gerekiyor. Neoliberalizm tıkandı; küreselleşmenin sonuna gelinip gelinmediği tartışılıyor; 1970’lerde yaşanan ekonomide büyük finansallaşmadan yeni bir dönüm noktasına mı gelindi? Bu soruların en başına, sorunların anasını Ukrayna savaşı sonrası çok kutuplu dünyada ortaya çıkan son saflaşmanın dünyayı hangi değişimlerin eşiğine getirdiğini koymak gerekiyor.

Banka krizinin yaşandığı finans piyasasının bazı özellikleri gelecek ile ilgili ipuçları veriyor. 2021 itibariyle küresel borç 226 trilyon doları bulmuştur. “Kriz kâhini” Roubini’nin tahminlerine göre bu tempoyla artmaya devam ederse 2030 yılında küresel borç miktarı 360 trilyon doları bulacaktır. İMF’nin rakamlarına göre 2021 sonunda küresel borç, küresel GDP’nin yüzde 350’sini aşmıştır. (Nouriel Roubini; Megathreats) 2008 krizinden beri küresel borç hızlanarak artmıştır. Pandemi dolayısıyla 2020 yılı küresel borcun en hızlı yükseldiği zaman oldu.

“Ancak sorun burada bitmeyecek gibi görünüyor. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı, Hedge fonlar aslında tahminlerin de ötesinde zor durumda. Emeklilik paralarının bu fonlarda değerlendirildiği düşünülecek olursa, global bulaşıklık yine 2008 yılında olduğu gibi bu fonlardan olacak gibi duruyor. Bu sefer türev enstrümanlara konu emlak değil de ABD Hazine tahvilleri, şirket ve diğer devlet bonoları.

“Bu fonların yaklaşık %70’i ABD hazine tahvillerine yatırıldı. Silicon Valley Bankası da faizlerin düşük olduğu dönemde bu tahvil ve bonolara yoğun yatırım yapan kurumlar arasında. 2022 için değerlemelerine bakıldığında bu fonların kabaca %75’i batmış.” (Aylin Seçkin; Politikyol)

Burada önemli olan emeklilik fonlarıdır. Emeklilik fonlarındaki devasa birikimler Amerikan finans piyasalarına 1970’ler sonrası aktı. Aynı gelişme Avrupa’da ancak 1990’lar sonrası yaşandı. “Durgun para havuzları”ndaki bu birikimler Hedge fonlarında büyük risk altındadır. Son gelişmelerle eğer emeklilik fonları batışa geçerse bu büyük bir finans fırtınasının habercisidir. Sadece bir finans fırtınası değil aynı zamanda güçlü bir sosyal fırtınaya da dönüşme potansiyeline sahip bir gelişmedir.

Bir diğer özellik, 2008 finans krizinde “batamayacak kadar büyük” olanların kurtarılmasıdır. “…Batmak için çok büyük (too big to fail) durumu her kriz sonrasında giderek derinleşiyor. 1990’larda, ABD’nin en büyük beş bankası ABD’deki toplam mevduatın %12’sini yönetiyorken, Büyük Resesyon (2007-2009) sonrasında yarısını yönetir hale geldi.” (Arda Tunca; Politikyol) ABD’indeki son banka krizinde beş büyüğün yönettiği “mevduat” daha da büyümüştür.

Bu dünyada genel bir eğilimdir. En son çarpıcı örnek batık İsviçre bankası Credit Suisse’in merkez bankasının 200 milyar franklık likidite desteği ile diğer büyük banka UBS tarafından “kurtarılmasıdır.” Böylece batamayacak kadar büyükler çok daha fazla irileşiyorlar. Finans piyasalarında pervasız spekülasyonların bir bedelinin olmaması, daha doğrusu bunları yapanların son anda “altın paraşütlerle” atlayarak kurtulmaları, “moral hazard” (ahlaki tehlike, kumar, çürüme) konusu her böyle kriz anında tekrar tekrar tartışma konusu olur. Ancak sistem değişmez. “Batamayacak kadar büyük” olanlar finans piyasalarında yüzdürülmeye devam eder.

Kapitalist ekonomiler 1970’lerin sonlarından itibaren finansa kaymış, sermaye üretim alanından spekülasyona akmıştır. Bu gidişin tıkanışı 2008 kriziyle yaşandı. Son on beş yıldır finansallaşmanın yarattığı krizler finans alanındaki spekülasyonları daha da büyüterek çözülmeye çalışılıyor. Son yaşanan krizde de farklı bir yol izlenmedi. 2008’den beri piyasalara akıtılan trilyonlar hastalığı sadece öteledi ve ekonomileri uçurumun kenarına getirdi. Son birkaç yıldır yüksek faiz politikalarıyla finansal şişmenin yarattığı enflasyonla mücadele ediliyor. Faizlerin sıfıra hatta eksiye geçtiği yılların sonuna gelindi. Ekonominin spekülatif sermaye ile iyice zehirlendiği sürecin devamında ısrar kaçınılmaz olarak büyük çöküşleri getirecekti.

Ancak faizlerin yükseltilmesi ve kredi daralmasıyla ekonomideki zehirli birikim tasfiye edilebilecek midir? Para bolluğu ile yüzdürülen büyüklerin “yaratıcı yıkımla” ölümüne yol verilecek midir? Yoksa sadece Silikon vadisi bankası gibilerle mi yetinilecektir?

Bu büyük kavşakta yaklaşan bir kaç önemli tehlikeyi göze batırmak gerekiyor.

Enerji fiyatlarında yükseliş, iklim değişimi ile birlikte dikkate alınırsa üretim maliyetlerinde artışlar kaçınılmazdır.

Öte yandan bilgi çağının teknik gelişmeleri yapay zeka ile yeni bir sıçrama noktasına gelip dayanmıştır. Tahminlere göre 300 milyon insan iş pazarının dışına itilecektir.

Büyük nüfus göçleri dünya için tıpkı iklim değişiminin yarattığı etkiler gibi büyük sosyal fırtınaları biriktirmektedir.

Son olarak Çin’in öne çıkışı, Rusya ile ilişkisi, dünya parası olarak doların alanını daraltıyor. Rezerv para olarak dolar 1999’da %72’lik bir büyüklüğe sahipken 2020’de bu alan % 59’a daralmıştır. Ukrayna savaşı sonrası gelişmelerle bu daralmanın artacağı tahmin ediliyor.

Kapitalizm bütün bu gelişmeler karşısında ertelediği sorunların artarak üstüne gelmekte olduğu bir noktada duruyor. Batamayacak kadar büyüklerle ekonomiyi zehirlemeye devam mı edecektir? Yoksa yaratıcı yıkım riskini göze mi alacaktır? Kapitalizmin ve emperyalizmin tarihinden örnekler sıralamaya gerek yok! Böyle dönüşler sakin ve sessiz yapılamıyor.