HDP neden aday gösteriyor?

Saray Rejimi’nin karşısına tek adayla çıkma arayışları HDP’nin ve devrimci demokrasi güçlerinin tüm iddialarını geri çektiği ve neredeyse kendisini görünmez hale getirdiği bir politik konum dayatmasına meşruluk kazandıramaz.

Pervin Buldan’ın geçtiğimiz hafta sonu cumhurbaşkanlığı adaylığıyla ilgili yaptığı açıklama deyim yerindeyse siyasi kulisleri ciddi biçimde salladı.

Aslında HDP’nin en azından yaz sonundan beri anlatmaya çalıştığı konumuyla ilgili çok yeni bir gelişme ortaya çıkmış değil. İYİP’in provoke ettiği “HDP’yle aynı masada olmayız” tartışmasının tetiklediği fay hatlarının ortaya çıkardığı enerji sonrasında HDP belli aralıklarla kendi bağımsız aday çıkarma tutumunu net bir biçimde ortaya koymuştu. Açıkçası net bir aday ismi ilan edilmediği sürece bu konumda belirgin bir değişiklik olduğunu düşünmemizi gerektirecek bir durum yok.

Fakat bu seferki açıklamanın şimdiye kadarkilerden farklı bir dalga boyunda anlaşıldığı da ortada. HDP ile Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kendi bağımsız politik aktör konumlarını bir aday ortaya koyarak ifade etmelerinden daha doğal ve meşru bir tutum olamaz. Saray Rejimi’nin karşısına tek adayla çıkma arayışları HDP’nin ve devrimci demokrasi güçlerinin tüm iddialarını geri çektiği ve neredeyse kendisini görünmez hale getirdiği bir politik konum dayatmasına meşruluk kazandıramaz. Olası bir iktidar değişimi koşullarında Kürtlere, işçilere, kadınlara daha fazla demokratik alan açmaktansa İslamcı şovenist bir faşist rejime biat etmeyi tercih edebilecek bir burjuva muhalefetin ve onun ideolojik sözcülerinin HDP’nin tutumuyla ilgili şüphe yaratmaya dönük ahmakça söylemlerinin hiçbir hükmü olmadığı açıktır. Genel demokrasi söylevleriyle, parlamenter sisteme dönüş nakaratlarıyla getirilen gevişlerin söz konusu olan Kürtler, işçiler ve kadınlar olunca ortaya koydukları suskunluğun bütün bu iddialar açısından nasıl bir turnusol kâğıdı ortaya koyduğunun bir kez daha altını çizdi son tartışmalar.

Peki burjuva muhalefet, devrimci demokrasi güçlerinin tüm taleplerini görmezden gelerek HDP’den gelebilecek desteğe, böylesine temelsiz bir beklentiye kendisini nasıl bu kadar tereddütsüz bir biçimde teslim edebildi? Yerel seçimler sonrasında karşılıksız kalan birçok talebin üzerine yeterince kararlılıkla gidilmemiş olması bu beklentiyi bir oranda açıklayabilir. Ancak 27 Eylül 2021’de açıklanan HDP’nin Tutum Belgesi de açıkçası bu beklentiye önemli bir gerekçe oluşturdu. Zamanında parti kurullarında yeterince tartışılmadığı için eleştirdiğimiz bu metin, birçok olumlu yönüne rağmen Türkiye’deki hâkim burjuva siyaset açısından içi boş bir retorik olan “ilkeler”e referansla tek adaya desteğin önünü açtığı için yanlış bir bilincin oluşmasını da mümkün kılmıştı. Parti içi demokrasinin sağlıklı işlemesi sadece bir ilke meselesi değil, aynı zamanda politik çıktılar üzerindeki sağlıklı düzeltici etkilerinin faydaları üzerinde ne kadar durulsa azdır.

Geçtiğimiz haftadan bu yana yaşanan tartışmalar sonucunda aslında ana aks büyük oranda düzeltilmiş oldu: HDP ve devrimci demokrasi güçleri bağımsız ve anahtar bir politik aktördür. Bu belirleyici rol, demokratik bir cumhuriyetin ortaya çıkış olanaklarını büyütecek bir biçimde değerlendirilecektir.

Devrimci demokrasi güçlerinin bu taktik hattının en önemli hedefi nedir? Hiç kuşku yok ki giderek kurumsallaşma ve kalıcılaşma yönünde adımlar faşist rejimin siyasi merkezi olan Cumhur İttifakı’na tarihsel bir yenilgi yaşatmaktır. Faşist rejimin temel sözleşmesi Kürt halkının tüm demokratik haklarını askıya almak, yerel demokrasinin tüm kırıntılarını ortadan kaldırmak, Kürdistan’ın dört parçasında Kürtler lehine milim olumlu gelişme sağlanmasına en büyük takoz rolünü oynamaktır. Bu sözleşmenin bir diğer boyutuysa çökertme planını tüm toplumsal dinamiklerini boğacak bir biçimde yaygınlaştırmak, işçi sınıfının örgütlenmesini ve otonom bir güç elde etmesini engellemek, kadınları erkek egemenliği cenderesinde daha fazla sıkıştırmaktır.

Faşist rejime seçim yenilgisi yaşatmak tek başına kesinlikle yeterli olmayacaksa da azımsanacak bir hedef değildir. Böylesi bir başarının sadece sandığı bekleyerek kazanılmayacağını; sokağın çok aktif bir biçimde kullanılabildiği koşulların yaratılmasının seçim güvenliği açısından önemini; sınıfın yaşanan büyük pahalılığa ve yoksullaşmaya karşı öfkesinin görünürlük kazanmasının iktidara kaybettirmenin temel güvencesi olduğunu biliyoruz. Burjuva muhalefet bu dinamiklerin harekete geçmesinin, iplerin kendi elinden kaçmasına hizmet edeceğini biliyor. Ancak devrimci demokrasi güçlerinin son 8 yıllık korkunç kuşatmaya rağmen ortaya koyduğu büyük direnç, Kürt halkının inadına büyüttüğü haysiyet mücadelesi, sınıfın giderek kabaran öfkesi ve İslamcı faşist rejime giderek yabancılaşması, kadınların özgürleşme yolunda ortaya koydukları büyük kararlılık burjuvazinin tüm kanatlarının siyasi hesaplarını bozacak bir birikim ortaya çıkartıyor. HDP’nin bir politik hamlesiyle siyaset bezirganlarının oyunlarını bu düzeyde sallama kapasitesine sahip olması bu direniş dinamikleriyle kurabildiği organik bağdan kaynaklanıyor.

Böylesi bir potansiyel olası rejim değişiminde sürece müdahil olma ve burjuvaziyi iktidar paylaşımına zorlama amacıyla kullanılmamalı mıdır? Kesinlikle kullanılmalıdır, devrimci demokrasi güçlerinin en büyük başarısı bu sürecin sonucunda faşizme vurulan tokadın toplumsal dinamiklerin kendi öz örgütlerini büyütme olanaklarını geliştirmesi yönünde sonuçlar yaratabilmesidir. Bu bir hayal değil güç dengelerinin ortaya çıkardığı somut bir olanaktır.

Sekter sosyalist tutum bu mücadeleye girişmenin, düzenin o ya da bu kanadına eklemlenme kaderinden kurtulamayacağını düşünüyor. Bu karamsarlık açıkçası kendi toplumsal temelinin gücüne ve örgütsel-ideolojik kolektif aksiyon yeteneğine güvensizlikten kaynaklanıyor. Böylesi bir korkuyla klasik ezber politik aforizmalar sığınak olarak görülüyor; dönemin özgün niteliklerini okuma ve onlara müdahale etme çabasından imtina ediliyor. Oysa organik bir rejim krizi yaşanırken, Türkiye siyasi tarihinin içinde ayrıksı bir özgünlük olarak devrimci demokrasi güçlerinin bu kadar örgütlü ve etkili olabilecek konumda bulunduğu sürecin sunduğu olanaklara dair bir politik çerçeve oluşturulmak zorunda. Kimse kendi öznel yetersizliklerini devrimci demokrasi güçlerinin tümüne teşmil ederek son kertede “Biz kendi işimize bakalım” diyerek bir ataleti benimseme lüksüne sahip olmamalı böylesi bir dönemde.

Bir diğer yandan ise sekter Kürt yurtseveri tutumu olarak “Kürtler kendi cellatları arasında seçim yapıyor” darlığında ele alınamayacak bir tabloyla karşı karşıya bulunduğumuzu düşünüyorum. Faşist rejim inşa etme konusunda muazzam bir mesafe kaydetmiş bir devlet partisiyle henüz kendi içinde dahi bir bütünlük yaratamamış burjuva muhalefetin yaratacağı tehditleri aynılaştırmak ölçüsüz bir değerlendirme olacaktır. İki burjuva kanadın politik muhtevalarının benzerliği, olası bir iktidar değişiminin cehennem zebanileri tarafından ne ölçüde denetim altına alınmaya çalışılırsa çalışılsın büyük bir toplumsal enerji patlamasına yol açacağı gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Devrimci demokrasi güçleri demokratik cumhuriyetin inşasında kendi güçleri dışında kimseye güvenemez. Ancak bu yalın gerçek “Bunların hepsi aynı” apolitizmine yol açıyorsa ortada bir politik okuma eksikliği olacağı da açıktır. Fillerin tepişmesi her zaman çimenlerin ezilmesine yol açmak zorunda değildir, örgütlü güçlerin bu tepişmeyi bir olanağa çevirmesi her zaman mümkündür.