Devrimci propaganda ne anlatır?

Günümüzde sosyalistlerin politik krizinin en temel veçhesi devrim ile sahici bir bağ kurma noktasındaki zaaflarıdır. Devrimciler siyaset bilimci değildirler. Devrimci propagandayı siyasi analizden ayıran en temel fark, güç dengeleri en olumsuz yönde tezahür etse bile devrimin zorunluluğunu ve devrim seçeneğini büyütmek için yapılması gerekenleri ortaya koymaktır.

Komünistlerle sosyal demokratlar arasındaki temel ayrım noktası nerededir?

Sosyal demokrasi adı verilen burjuva ideolojisinin revizyonizmin babası Eduard Bernstein’den bu yana en belirleyici özelliği, devrimi olanaksız hatta yanlış olarak gören bir solculuk türü olmasıdır. Bernstein, orta sınıfların genişlemesinden ve kapitalizmin sermaye birikim krizleriyle baş edecek kimi araçlar geliştirmiş olmasından yola çıkarak devrimin bir zorunluluk olmaktan çıktığını iddia etmiş ve Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD)’nin devrimi değil reformist politikaları esas alması gerektiğini savunmuştu. Özellikle komünist partilerin ayrılması sonrasında sosyal demokrasinin 2. Enternasyonal’i, devrimi tamamen unutan ve onun karşısında tutum alan bir burjuva partiler öbeği haline geldi. Finans kapital programlarını uygulama noktasındaki gözü karalıklarıyla da bugün özellikle Avrupa genelinde büyük bir çöküş yaşıyorlar. İsveç seçimlerinde yaşananlar da bu eğilimin son halkası olarak nitelenebilir.

Solcular devrimin üzerine beton dökmeye çaba harcadıkça batmaktalar çünkü bugün sosyoekonomik düzenlerin yeniden üretilmesinde son derece büyük zorluklar yaşanıyor, zorlanan yeniden-üretim ise neo-faşizmi yeniden göreve çağırıyor. Sadece küresel iklim krizinin geldiği boyut göz önünde bulundurulsa dahi üretim düzeninde devrimci bir dönüşüm gerçekleşmediği, sermaye örgütlerinin çıkarlarının çizdiği dar sınırlar aşılmadığı sürece dünya üzerinde bildiğimiz hayatın devam etmesi önümüzdeki birkaç yıl içinde ciddi tehdit altında kalacak. Birkaç düzine kişinin dünya servetinin yarısına sahip olduğu, nükleer savaş tehdidinin son derece gerçek bir seçenek olarak ortaya çıktığı ( ABD’nin sosyal demokratlarının Rusya-Ukrayna savaşı provokasyonu sonrasında Biden’in Tayvan’ı Çin saldırısına karşı koruyacağı açıklaması yeni bir savaş kışkırtıcılığı olarak not edilmeli ), üretimin önemli bir kısmının robotlar eliyle yapılabileceği bir alt yapı oluşmuşken işçilerin aşırı çalışmaya, köleliğe zorlandığı bir dünyada devrimden daha gerçekçi bir seçenek olamayacağı ortada.

Ancak Mark Fisher’in F. Jameson’dan alıntılayarak vurguladığı gibi “dünyanın sonunu hayal etmenin kapitalizmin sonunu hayal etmekten daha kolay” olduğu bir kapitalist gerçekçilik içerisinde boğuluyoruz.

Güç dengelerinin devrimin aleyhine olduğu günlerde devrimle nasıl bir ilişki kurabiliriz?

Devrimin kuru bir ajitasyonun malzemesi yapılmasını ve içeriksiz bir biçimde üst perdeden sürekli kulaklara üflenmesini bir sorun olarak görmenin alternatif tutumu devrimi Kaf Dağı’nın arkasında görmek olmamalıdır. Geniş halk yığınlarının karşı karşıya bulunduğu sorunların en gerçekçi çözümünün egemen sınıflarla köklü bir hesaplaşma ve devrim olduğunu hiç bıkmadan, güç dengelerine takılmadan anlatmak devrimci propagandanın temelidir. Bunu başarmanın sığlaşma, basitleşme ve kendini tekrarlama dışında yollarını bulmak da yine devrimci öncünün görevidir. Halkın devrimci bir özgüven kazanmasını sağlamak da yine eşitsiz gelişme koşullarında öncülerin omuzlarındaki yüklerdendir.

Şunun altını kalın harflerle çizmek gerekiyor. Günümüzde sosyalistlerin politik krizinin en temel veçhesi devrim ile sahici bir bağ kurma noktasındaki zaaflarıdır. Devrimciler siyaset bilimci değildirler. Devrimci propagandayı siyasi analizden ayıran en temel fark, güç dengeleri en olumsuz yönde tezahür etse bile devrimin zorunluluğunu ve devrim seçeneğini büyütmek için yapılması gerekenleri ortaya koymaktır. Sokrates bundan 2500 yıl önce hiçbir bilim insanından iyi bir siyasetçi olamayacağının altını çizmişti. Ezilenlerin egemenler karşısında altta güreşmesi, güç dengelerinin devrimci dönüşümler için ümit verici olmayışı tarihin olağan halidir ancak bu devrimci propagandanın bu olağanlık içinde birikmekte olan fırtınayı görünür hale getirme görevini ortadan kaldırmaz.

“Sıra dışı, küstahça bir şey söylemenin anında aşırı sağcı diye damgalanmaksızın, aykırı bir şey söylemenin imkânı kalmış mıdır? Geleneksel olarak sağla özdeşleştirilen her şey -ahlaki, uzlaşmacı ve konformist olan her şey- neden sola geçmiştir?”. Baudrillard, Fransa’da Le Pen öncülüğündeki faşist sağa karşı solun etkisizleşmesini bu biçimde eleştirirken bugüne dair de birtakım göndermeler yapıyor. Akademik ve liberal solun, devrimci propagandayı bir tür “politik doğruculuk” ve “kelime avcılığı” nın “demir kafesine” hapsetmeye çalışması, dogmatizmin ve ezberciliğin “sınır karakolları”yla desteklenince kendisini tekrar edip duran, hiçbir heyecan ve tepki uyandırmayan yavan bir dil kendini tekrar edip duruyor. Eylemi belirleyen, sınıfla temasta kullanılan, komünizmi topluma tanıtan bu yavan ve kuru dili aşacak heyecanlı, öfkeli ve enerjik bir propaganda ve ajitasyonu ortaya koymak zorundayız.

Egemen sınıflar Kılıçdaroğlu’nun adaylığı şahsında ortaya çıkabilecek küçük çatlakları bile Kürtlerin, komünistlerin, işçilerin, kadınların mücadeleleriyle genişletecekleri fırsat pencerelerine dönüşmesin diye şimdiden sıvayabilmek için hamle üstüne hamle yaparken devrimcilerin “TİP’in yolundan büyümek için “ üst perdeden vekil pazarlıkları yürütmek” dışında çok daha etkili yollar açması gerekecek ve bunların hepsi de esas olarak prekarya ve proletaryanın yaşanan yoksullaşma, yolsuzluk ve pahalılık karşısında AKP’den sökülüp alınarak harekete geçirilmesinden geçiyor.

Devrimin öncü için berrak olan gerçekliği sınıf örgütlendikçe, tribünler sokağa indikçe halklaşacaktır.