Kemalist kabarıştan ne çıkar?

Kemalizmin burjuva devriminin kurucu ideolojisi olduğunu unutmanın önümüzdeki momentte, işçi sınıfının bağımsız ideolojik ve politik mücadele hattını tarumar edeceğini asla unutmamalıyız.

Ancak sosyalistlerin önünde bu dalgayla günümüz konjonktüründe nasıl etkileşeceğimize dair net karar vermek gibi önemli bir görev var.

9 Eylül’de İzmir’de düzenlenen Tarkan konserinde ortaya çıkan kitlesel heyecan olası bir iktidar değişimini takip edecek günlere damgasını vuracak ruh halinin işaretlerini de güçlü bir biçimde verdi. Restorasyonun üzerine oturacağı politik zeminin Kemalizmin yeniden doğuşu olacağı açık. Gezi Direnişi’nden bu yana AKP iktidarından kalıcı bir biçimde kopan orta sınıfların bir tür sağduyu -Gramsci’deki common sense anlamında- olarak içselleştirdikleri Kemalizmin çeşitli varyantları, dönemin eski “güzel günlere” dönme ruh haline gayet uygun. Saray faşizminin İslamcı dayatmalarının yarattığı tepki orta sınıflarda azımsanmayacak boyutlarda ve bu tepkinin rejimin yeni-Osmanlıcı zeminde kökleşmesinin önünde bir direnç oluşturduğunu tespit etmek gerekiyor.

Tarihimizin en kritik kırılma anlarından birisini oluşturacak 2023’e hem de sınıfsal hatları son derece belirgin bir toplumsal buhranın içinden geçerken, hız kesmeyen bir proleterleşme dalgasına karşılık emeğin milli gelirden aldığı payın son 3 yılda yaklaşık %30 erimesine rağmen Osmanlıcılık ve Kemalizm tartışmaları eşliğinde giriyoruz olmamız içinde devindiğimiz sermaye hegemonyasının bir yansıması olarak ele alınmalıdır. Durkheimcı bir “sınıfsız, imtiyazsız, solidarist millet” ülküsüne dayanan Kemalist ideoloji sınıfsal olanı gizleme konusundaki kapasitesiyle egemen sınıfların restorasyoncu kesimleri için oldukça etkili bir ideolojik araç sunuyor. Kemalizmin burjuva devriminin kurucu ideolojisi olduğunu unutmanın önümüzdeki momentte, işçi sınıfının bağımsız ideolojik ve politik mücadele hattını tarumar edeceğini asla unutmamalıyız.

Ancak sosyalistlerin önünde bu dalgayla günümüz konjonktüründe nasıl etkileşeceğimize dair net karar vermek gibi önemli bir görev var.

Bu noktada sosyalistler içinde gelişen iki belirgin tutum var.

Bunlardan birincisi Sosyalist Güç Birliği ve bir oranda da TİP tarafından temsil ediliyor. Bu yapılar Kemalizmin güçlenişini kendilerini hiç ayrıştırmaksızın içinde gelişebilecekleri bir kabarış olarak okuyorlar. 9 Eylül’de İzmir’de buluşan kitlelerle kendileri arasında belirgin bir fark görmüyorlar. Kemalist mitoloji açısından önemli bütün günlerde söz konusu orta sınıf Kemalist tabanın duygu dünyasına seslenecek mesajlar veriyorlar, onlarla dönüştürücü bir iletişim kurma çabasında değiller. Örneğin TMMOB’un 29 Ekim mesajıyla CHP’ninki arasında mantık ve çerçeve açısından bir fark bulmanız son yıllarda tamamen imkânsız hale geldi. TİP politika yapma tarzı açısından parlamentodaki varlığını temel kaldıraç olarak gördüğü için HDP’yle kurduğu ilişkiyi oldukça önemsiyor, bu haliyle Sosyalist Güçbirliği bileşenleriyle kimi nüanslara muhakkak sahip ancak bu nüanslar nitel bir fark yaratmıyor.

İkinci tutum ise Kemalizmin etkisi altındaki kitlelerle ilişkiyi doğrudan düşmanlaşma üzerine kuran bir yaklaşım. Bu kesim 20 yıllık AKP iktidarının yaratığı sonuçları ve beklentileri değerlendirmeksizin, kısmen de çaresizlikten kaynaklanan bu kabarışla etkileşim içerisinde olmayı önemsemeksizin Kemalizme ya da İttihatçılığa bir tür baş düşman muamelesi yapmaya devam ediyorlar. Bu kabarışın soldan giderek uzaklaşmasının olası restorasyon koşullarında ya da faşizmin iktidara meşruiyetini tamamen yitirmiş biçimde tutunmaya çalıştığı bir momentte, Gezi Direnişi sırasında ortaya çıkan fiili sokak ittifakı benzeri yan yana gelişlerle demokratik alanın geliştirilmesi yönünde basınç yaratabilecek güçleri birbirinden izole etmeye yarayacak bir söyleme tutunuyorlar. Kendisini iktidar karşısında konumlandırarak yaşanacak bir ülke mücadelesine katkı sunabilecek ve ideolojik önyargılarla yüklü insanlardan burjuva devriminin bütün halk düşmanı ve karanlık sayfalarının hesabını sormaya kalkmak en etkili tartışma ve dönüştürme yöntemi olarak ele alınamaz.

Sonuç olarak bugün karşımızdaki Kemalist kabarış ne içinde kayıtsızca kaybolacağımız -ki bu sosyalist hareketin likidasyonunu derinleştirecek ana yoldur, olası restorasyon koşullarında Sol Parti’nin kendisini yeniden üretme konusunda oldukça zorlanacağı açıktır- ne de baş düşman kertesinde hesaplaşacağımız – ki bu da devrimci demokrasi güçlerinin içinde genişleyebilecekleri bir sahada kendi kendilerine çitler örmesi anlamına gelecektir- bir odaktır. Bir politik özne, içinde bulunulan zaman ve mekânın güç dengelerinden, ortaya çıkan dinamiklerin devletten ve sermayeden bağımsızlaşabilme kapasitesinin güncel seviyesinden bağımsız bir politik söylem tutturamaz. Kendi politik netliğini kaybetmeksizin tüm toplumsal kesimlerle hegemonik ilişki kurma çabasını sürdürür. Onlarla aynılaşmadan ancak temas noktalarını da kaybetmeden siyasi bağlar geliştirmesini mümkün kılacak adımlar atar. Müttefiklerinin ideolojik önceliklerine saygı duysa da onlara tabi olmadan kendi ihtiyaçlarına uygun politik öncelikleri takip eder.

1960, sağcı Menderes diktatörlüğü sonrasında oluşan yeni güç dengeleri içerisinde solcu Kemalistlerin önemli bir kısmının devrimcileştiği bir dalganın başlangıcıydı, bu dalga Türk-İslam sentezi yoluyla Siyasal İslam’a iktidar yollarını döşeyen NATO aparatçiği Atatürkçü generallerin ve Kemalist burjuva devriminin yarattığı Finans-Kapital’in 12 Eylül askeri darbesiyle durdurulabildi.

Aynı nehirde iki kere yıkanılmıyor ama lobilerde yapılan restorasyon planlarının sokakta karşılık bulacağının bir garantisi de yok.