“Sovyetleri yıkan adam” öldü

Proletarya iktidarları, kaçınılmaz merkezi uygulamalardan dolayı değil, koşullar yeni uygulamaları dayatmasına rağmen, eski biçimlerde katılaşıp kaldıklarından yıkıldılar.

Gorbaçov bu kadar güçlü müydü? Yoksa sistem zaten yıkılmanın eşeğine mi gelmişti? Gorbaçov’un ölümü bir kez daha Sovyetler Birliğinin yıkılışını gündeme getirdi. Ancak konuya Gorbaçov’un kişiliğinden hareketle bakmak insanı doğru bir noktaya götürmez. Elbette onun kişiliğinde ortaya çıkan o dönemin tutarsızlıkları ve kararsızlıkları gidişte önemli rol oynamıştır. Ancak yaşananların ardında yılların birikimi vardır.

Gorbaçov iki parolayla yola çıkmıştı: Perestroyka ve Glasnost. Yeniden inşa ve Açıklık anlamına gelen bu parolalar, sistemdeki iki büyük soruna işaret ediyordu. Ekonomi 1970’lerden beri tıkanmış, bürokrasi, kireçlenme ve yozlaşma hemen her parti kongresinde ele alınmasına rağmen bir türlü ortadan kaldırılamamıştı. Perestroyka’nın ardında böylesine büyük bir birikim vardı. Küçük düzeltmelerle bir çözüm bulunamadığı için konu artık radikal bir adımı dayatıyordu. Ekonomi yeniden inşa edilmeliydi.

Öte yandan Glasnost en az Perestroyka kadar önemliydi. Sovyetlerde her şey politbüronun söylediklerinin tekrarından ibaretmiş gibi yaşanıyordu. Yüzeyde görünen buydu, ancak dip akıntıların gücünü henüz kimse bilmiyordu. Glasnost bu dip akıntıları kısa bir sürede yüzeye çıkardı ve derinlerdeki birikim yüzeyde sele dönüştü. Olay silik bir askeri darbeye, daha sonra da Yeltsin’in liderliğinde isyana kadar gitti. Sarsılmaz görünen yönetimin ve Parti otoritesinin bir kaç yıl içinde buharlaşmasına inanmak zordu, ancak yaşanan buydu.

Yeniden inşanın yerini kısa sürede karmaşa aldı ve olaylar hedeflenenin dışına aktı. Genellikle Gorbaçov’un bilinçli bir yıkıcı olduğuna inanılır, ancak tarihin bu en karmaşık çöküşlerinden birisini böyle basitçe açıklayabilmek mümkün değildir. Onun Batıya “safça inanması” hatalarından en önemlisi olarak görülür. Ancak sorunun kaynağı Batı’nın bir aldatmacası değildi. Bu konuda son günlerde yapılan değerlendirmelerden Doç. Dr. Onur İşçi’nin Medyascobe’deki programında ileri sürdüğü görüş bugün özellikle tartışmaya değerdir.

Doç. Dr. Onur İşçi, “Gorbaçov’un Perestroyka ve Glasnost’un aynı anda gitmeyeceğini fark edemediğini”, Glasnost’un daha sonra gelmesi gerektiğini ileri sürüyor. Çin deneyi yanımızda dururken bu iddia önem kazanıyor.

Gorbaçov, hızla pazar ekonomisine geçerken, hatta ekonomiye “şok tedavisi” uygularken, aynı anda Glasnost politikasıyla siyasal iradenin erozyona uğramasının yolu açılınca sistem çökmüştür.

Çin deneyi Sovyetlerden iki yönden ayrılıyor. İlki pazar ekonomisine geçiş “şok tedavisi” ile olmadı, kademe kademe yüründü. İkincisi, parti bütün süreçlerde gücünü korudu ve yönetimi elinde tutabildi.

İpin ucu kaçınca “Gorbaçov Çin tipi aşamalı geçişi denedi, ancak geç kalmıştı.” (How China Escape Shock Therapy; Isabella M. Weber; s.6)

“Çin’in reform yaklaşımının en ünlü yanı şok terapinin tam karşıtı olan çifte fiyat sistemiydi. Bir vuruşta bütün fiyatları liberalize etmek yerine devlet, artı ürünlerin ve gerekli olmayan malların fiyatlarını başarıyla liberalize ederken, en baştan ekonominin sanayi çekirdeğinin ve gerekli malların fiyatlarını planlamayı sürdürdü. Sonuç olarak, fiyatlar pazar tarafından aşamalı olarak belirlendi.” ( a.y. Isabella Weber; s. 7)

Bu konu, yani pazar ve planlama arasındaki ilişki ve çatışmalar sosyalizmin önemli sorunlarından birisidir. Hele duvarın yıkılmasıyla en önemli tartışma konusu haline gelmiştir. Aslında merkezi planlama ve pazar ilişkisi sorunu Lenin yıllarındaki NEP’den beri sosyalistlerin yakasını bırakmıyor. 1960’larda Kuruşçef yılları, Çin’de 1970’li yılların sonlarında başlayan Deng Xiaoping dönemi ve sonrasında sorun çeşitli biçimlerde hep gündemde olmuştur.

Çin’in başarısının sırrını Wen Wei şöyle açıklıyor: “Zengin olmak için önce bir yol belirleyin. Yoksulluk, geri kalmışlık ve sanayileşme başarısızlığı her zaman toplumsal işbirliği başarısızlığının bir sonucu olmuştur. Sorunun esası, modern endüstrileri karlı kılan büyük ölçekli pazarlar yaratmanın büyük ekonomik ve toplumsal işbirliği maliyetleri gerektirmesidir. Bu maliyet Adam Smith’ten bu yana piyasa köktenciliği ve neoliberal ekonomi tarafından göz ardı edildi.”

“ ‘Serbest’ pazar serbest değildir. Doğal olarak mevcut olmadığı gibi, otomatik olarak da çalışmaz ve bedava değildir. Aslında, güçlü bir hükümet tarafından temin edilmesi gereken pahalı bir kamusal değerdir.” (Çin Nasıl Başardı? Wen Wei, Teori ve Politika, s.98, vurgular Wen Wei’nin)

Çin’in sosyalist bir ülke olup olmadığı elbette bir tartışma konusudur. Konunun bizi ilgilendiren yönü merkezi planlama altında tıkanan Çin ekonomisinin parti denetiminde pazar koşullarına geçişin yollarını araması sırasında yaşadığı deneylerdir. Wen Wei’nin aslında pazarın “serbest olmadığını”, “bedava olmadığını”, “pahalı bir kamusal değer” olduğunu vurgulaması önemlidir.

Merkezi planlamanın büyüsü bozulunca bu kez pazarın büyüsüne kapılmak yapılabilecek en köklü hatalardandır. Gorbaçov böyle yaparak çok kısa bir sürede 80 bine yakın fabrikanın kapanmasına, tarım kooperatiflerinin bankalara dönüşerek iflas etmesine ve bugünün egemen oligarklarının doğmasına neden olan kapıları ardına kadar açtı.

Çin yeni milyarderleri ile hangi yoldan, nereye kadar gidecektir? Xi Jinping bir yıl önce Çin’deki milyarderlere bir ayar verdiğinde bütün Batı medyası gürültü koparmıştı. İnsanlığın önümüzdeki dönem için en merak ettiği konulardan birisi budur.

Sovyetlerde parti iradesi neden dağıldı? Sosyalist ülkelerde sürekli düğüm haline gelen sorun bürokrasidir. Hatalı olarak sorunların nedeni genellikle bürokraside görülmüştür; fakat bu sorun bir türlü çözümlenememiştir. Bu kireçlenen sorunun nedenine baktığımızda temelinde iki unsur durmaktadır. Her alana yayılan devlet mülkiyeti ve üretimin en küçük birimlerine kadar uygulanan merkezi planlama devasa bir bürokrasi yaratmıştır. Yıkılış sosyalizmin bu iki temel direğinin uygulama sınırlarını gösterdi.

Sovyetler çöküşe yaklaştıkça üretim ve sosyal ortamda büyük bir bozulma oluşmuştu. Ekonomide işletmelerin yarısından biraz fazlası toplumsal artı değer üretirken, diğer yarıya yakını devlet sübvansiyonu ile döndürülüyordu, yani toplumsal artı değer üretmiyorlardı. Bu koşullarda verimli ve disiplinli çalışmanın bir anlamı kalmamıştır. Bir bakıma bir kişi çalışırken diğeri onun sırtından yaşadığı için çalışma ortamı ve sosyal doku bozulmuş, çalışanları kapitalizmin yarattığı yabancılaşmadan kurtarma iddiasında olan sosyalizm büyük ve yaygın bir yabancılaşma yaratmıştır.

Buradan sorun Marks’ın büyük buluşuna: Üretici güçlerle üretim ilişkilerinin ilişkisine gelir. “Üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişki sosyalizmin yıkılışını en sağlam açıklama metodudur. Kapitalizmde üretici güçler teknik ve insandır; bu sosyalizmde de aynıdır.. Üretim ilişkileri kapitalizmde tüm hukuk sistemi ile birlikte özel mülkiyet ve pazar ilişkileridir. Sosyalizmde bunların yerini devlet mülkiyeti ve merkezi planlama almıştır. Sosyalizmin yıkılışının nedenleri bu üretici güçlerle, sistemin yarattığı üretim ilişkilerinin nasıl ve neden sistemin yıkılışını getirecek ölçüde çatıştığının açıklanmasından çıkabilir. Aksi takdirde semptomlarını hastalığın kendisi sanmak gibi bir yanılgıya düşeriz.” (Kapitalizmden Sosyalizme geçiş Çağına Ne oldu?, Mehmet Yılmazer, s.16)

Sosyalizmin inşa ve yaşatılması süreçlerine baktığımızda istisnasız her sosyalist ülkede ekonomi ve sosyal yaşam bir noktada tıkanmaya uğruyor. En son Küba benzer sorunlarla uğraşıyor. Buradan önemli bir sorun ortaya çıkıyor. Sosyalizmin kuruluş ve geliştirme dönemlerinde sistemin önüne zaman zaman NEP benzeri uygulamalar çıkıyor. Sovyetlerde Lenin yaşarken uygulanan NEP’den sonra Kuruşçef yıllarında sorun bir kez daha gündeme geldi. Ancak Gorbaçov yıllarına kadar halının altına süpürüldü.

Çin’de benzer sorunlar Mao’nun son yıllarında ve özellikle sonrasında sık sık gündeme geldi. NEP’leri bir an önce tasfiye edilmesi gereken adeta düşman uygulamalar olarak görmek yerine devrimin büyük hızı ve devasa bir sistem değişikliğinin tetiklediği toplumsal alışkanlıklardan çıkıp gelen dirençler olarak algılamak daha doğru olur. Çözüm de bu durumda daha kapsamlı ve derin olur.

Proletarya iktidarları, kaçınılmaz merkezi uygulamalardan dolayı değil, koşullar yeni uygulamaları dayatmasına rağmen, eski biçimlerde katılaşıp kaldıklarından yıkıldılar.

Devlet mülkiyeti ve merkezi planlama üretici güçlere bir dönem büyük bir hız verirken, aynı zamanda bir dönem sonra kaçınılmaz bir şekilde büyük bir bürokrasi yaratıyor; üretim ve sosyal yaşamda kireçlenmeler neredeyse alın yazısı haline geliyor. Bu zamanlar yeni ekonomi ve sosyal politikaların uygulanmasını dayatıyor. Bu büyük değişim günlerinde Gorbaçov gibi Glasnost’un büyüsüne kapılmak anaforlarda yok olmayı kaçınılmaz hale getirebilir.

Büyük dönüşümler büyük irade gerektirir. Ancak uzun yıllardan beri tıkanan ve yozlaşan Sovyetlerde Glasnost ortaya diri bir irade çıkarmak yerine, sistemden bütün umudunu kesenlere çok büyük bir fırsat verdi. Gorbaçov Sovyetleri yıkmış gibi görünüyor, oysa yıkımın eşiğine gelen sistem Gorbaçov’un üzerine çökmüştür.