Yaklaşan fırtınanın ipuçları

Halkın tribünlerde kaldığı koşullarda seçimlerin sonucu ne olursa olsun sathi düzenlemeler dışında halkın çıkarına bir çakıl taşının bile yerinden oynatılmayacağını bir ezber haline getirirsek…

Hangi yöne doğru olursa olsun büyük bir alt-üst oluşa sahne olacağı açık 2023 yılının eşiğindeyiz. Peki önümüzdeki dönemin ana parametreleriyle ilgili hangi ipuçlarına sahibiz?

Saray rejiminin; egemen sınıf fraksiyonları arasındaki çelişkileri yönetmek için, büyük bir soygun planını adım adım hayata geçirdiğine tanık oluyoruz. Soygun planının boyutları iktidarın tabanında belirgin çözülmelere yol açsa da gerçekleşen talanın boyutları burjuvazinin tüm öbeklerinin eteklerinin zil çalmasına neden oluyor.  Devletten %14’le borçlanıp yoksul halkı ve piyasaları %40-45’le fonlamaya devam eden bankaların karlarının %400 artması istisnai bir durum değil. Genel olarak tüm şirketlerin karlarında olağanüstü artışlar var, reel ücretler ise enflasyon sebebiyle gerilemeye devam ediyor. Son iki yılda emekçilerin milli gelirden aldığı payın 1/3 oranında gerilemesi artan proleterleşme ile düşünüldüğünde, pandeminin ilk günlerinden itibaren hayata geçirilen şok doktrinin boyutları daha da net bir biçimde ortaya çıkıyor. Erdoğan, emekçilerin bu kadar büyük bir hızla yoksullaşmasını düzen açısından siyasi istikrarı bozmadan yönetebilen lider olmasının, burjuvazinin tüm fraksiyonlarını arkasında toplamaya yeteceğinin hesabını yapıyor.

Prekarya ve proletaryanın yaşamlarının zehredilmesi ve sadece bugünlerinin değil geleceklerinin de çalınması karşısında politik ortamı belirleyen bir hareketlenme yaratamamış olmaları 12 Eylül rejiminin, ilk 20 yılında gerçekleşemeyen hayallerinin, Saray rejimi tarafından büyük oranda kurumsallaştırılmış olmasıyla açıklanabilir. Neredeyse tamamen işlevsizleşmiş sendikalar, sınıf hareketini harekete geçirebilecek bir enerjiden mahrum görüntüsünü aşamayan sosyalistler ve sokağa her çıkışı momentum kazanamadan saldırıyla yanıtlama tez canlılığını gösteren bir zor aygıtı, toplumsal buhranın haneler ölçeğinde deneyimlenmesini ve sokaklara öfke olarak yansımamasını mümkün kılıyor. Bu bekleme halini mümkün kılan bir diğer durum ise seçimlerin varlığı; emekçi yığınlar büyük bedeller gerektiren bir toplumsal dönüşümü seçimler aracılığıyla tereyağından kıl çeker gibi halledebileceklerine inandırıldıkları için de seçimlere kadar günü kurtarma mücadelesi vermeyi makul bir seçenek olarak görüyorlar. Seçimler, egemen sınıfların kendi içlerindeki çatlakların halkın dahil olduğu toplumsal mücadelelere yol açmadan halledilebilmesini sağlayabilecek bir araç mı hala? Son günlerde ortalığa saçılan yolsuzluklar, yaşanan yoksullaşmanın yanında büyük öfke topluyor belki ama iktidarın kaynak yaratma ve dağıtma kapasitesinin büyüklüğü de olası bir seçim kaybı karşısında oluşabilecek topu taca atma eğiliminin güçlü toplumsal temeline de işaret ediyor. Mahkeme kararlarına mugayir bir biçimde içinde yaşayan insanları umursamadan hayata geçirilen yıkımlar (Okmeydanı, Tozkoparan, Beykoz-Tokatköy), borsada alt orta sınıfların üç beş kuruşunu yağmalamak için kullanılan manipülasyonlar, ÇED raporsuz devreye alınan HES’ler, JES’ler; iktidarın kolundan çıkmayan mafyanın hayatın her alanına giderek daha fazla yayılması sermayenin talanının önündeki tüm engellerin, tüm direnç noktalarının kaldırıldığı bir taarruz haline benzetilebilir.

Bu taarruz şimdilik halk örgütlenmesinin zeminini değil ancak düzen muhalefetinin elini güçlendiriyor. Düzen muhalefeti, faşizme karşı neredeyse hiçbir eylemli ve örgütlü direnç göstermemesine rağmen aslında elinde hiçbir çözümünün olmadığı toplumsal buhran sayesinde güçleniyor ve halkın yoksullaşmasının iktidarı kendisine altın tepside sunacağını düşünüyor. Bir yandan da kendi içerisinde olası bir iktidar değişiminin yaratabileceği toplumsal dalgalanmaları en rahat kontrol altında tutmasını sağlayacak adayı bulma telaşıyla çalkalanıyor. Kılıçdaroğlu’nun “beşli çete”nin ötesine geçen hedef tanımlamaları, Abdullah Gül’ün yeniden sahne aldırılması bu çalkalanmanın ifadeleri olarak düşünülebilir.

Suriye’de ve Irak’ta Kürtlere karşı sürdürülen savaşın, 2015 Kasım’ındaki politik etkileri yaratabilmesi bölgesel jeostrajinin sınırları dolayısıyla mümkün görünmüyor. CHP-İYİP’in Kürt oylarına gerek olmaksızın iktidar olabilecekleri hülyasına fazlasıyla kapılmaları ve Kürt Sorunu’nu görmezden gelmeye devam etmeleri Saray’ın muhafazakar Kürt oylarını koruma ve geliştirme iştahını artırıyor. Dolayısıyla seçimlere giderken iktidar tarafından mutlaka yükseltilecek toplumsal gerilimin ana aksının dinci-laik, Alevi-Sünni aksına kurulacağını beklemeliyiz. İktidar, Gezi’den bu yana en istikrarlı bir biçimde kendisinden kopuşan ve laiklikle büyük oranda özdeşleşmiş kentli orta sınıfların bu iktisadi koşularda oylarına talip olmasına anlamsız olduğunun farkında, Alevilerin de neredeyse ajanlaştırılmış bir çok sözde kuruma rağmen iktidara yaklaşmayacağının bilincinde. Dinci- laik geriliminin hem işçi sınıfı içerisinde hem de HDP’ye mesafeli Kürt seçmende iktidara tutunma arzusu yaratabileceği düşünülüyor. Bu açıdan tarikatların ve ülkü ocaklarının harekete geçirilmesi beklenebilir. Böylesi bir yükselişin muhalefet masasını dağıtacak gerilimleri yükseltme olasılığı da düşünüldüğünde provokasyonların, tetikleyici demeçlerin anlamı daha rahat anlaşılabilir. Erdoğan’ın cemevi ziyareti bu taktikten bir vazgeçiş değil erken ve rol çalmaya çalışan girişimleri kontrol alma hamlesi olarak görülmeli.

Yaşanan toplumsal buhranın boyutlarına rağmen sınıf hareketi içinde sosyalistlerin ortak mücadelelerinin güçlü mevziler elde edememiş olması bu döneme girerken en büyük eksikliğimiz. HDP’nin, güçlü bir sınıf hareketinin yarattığı dinamizmle beslenmesi önümüzdeki döneme devrimci demokrasi yönünde müdahale edebilmenin yegâne olanağı olarak duruyor. Kendi var oluşunu sınıfçılık, laiklik ve anti-emperyalistlik paravanları altında HDP’den uzaklığı üzerinden tanımlayan politik anlayışlar içinde bulunulan konağın yarattığı olanaklara ve zorluklara sırtlarını dönen konformistler olarak nitelenebilirler en ölçülü biçimde. Emek ve Özgürlük Bloğu kendisini hiç de önemsiz olmayan (gereksiz otzovizme lüzum yok) parlamento hesaplarıyla felç etmeden özellikle Batı’da İşsizlik ve Yoksullukla Mücadele mitingleri zinciriyle bir dinamizm yaratabilirse 2023’e bambaşka bir ruh hali ve enerjiyle girmemizi sağlayabilir. Halkın tribünlerde kaldığı koşullarda seçimlerin sonucu ne olursa olsun sathi düzenlemeler dışında halkın çıkarına bir çakıl taşının bile yerinden oynatılmayacağını bir ezber haline getirirsek ülke tarihinin en kritik kırılma anlarından birinden geçerken halkın özneleşmesi, örgütlenmesi ve meclisleşmesi için tüm gücümüzle ileri atılmak durumundayız.

Aksi durumda sosyalistler olarak şu anki varoluş biçimimizin gerekçesini anlatmakta son derece zorlanacağımız bir likidasyon tehdidiyle karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz görünüyor.