Kültürel erozyona karşı kolektif aksiyonu geliştirmek

Kolektif içerisinde yaşanan tıkanıklığı gidermenin yolu; evet yenilenmek, ama tek başına değil.

Sosyalist sistem insanlığın kendisini sağlam temeller üzerinde var etmesi açısından ciddi bir deneyim olarak yaşandı. Sosyalizm; kapitalizmin başına gelmiş geçmiş ve yeniden gelecek olan en güzel beladır.

Sosyalist toplumda insan tipolojisini ele aldığımızda, değerler bilincinin ve kolektif aksiyonun olağanüstü gelişim kat etmesi gerekir. Üretimin ve tüketimin ortaklaştırılması bireyin kendisini muazzam bir şekilde kolektifleştirmesini sağlar. Bireyle toplumun kurduğu ilişkide bireyciliğin en alt seviyeye inmesi ve kolektif aksiyonun öne çıkması öngörülür. Ben değil, biz kavramı öncül olur.

Devrimci harekette 90’lar öncesi yetişen kuşakta bu özellikler öne çıkarılmaya çalışıldı. Günümüz kuşağında bu özellikler silikleşti. Biz değil, ben kavramı derinlik kazandı.

Toplumsal ilişkiler, içerisinde bulunduğu sisteme göre şekillenir. Mevcut düzenin siyasal, ekonomik ve kültürel yapısından bağımsız ilerleme şansı yoktur. İki kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya geçişten sonra; büyük bir yıkım yaşandı. Toplumsal ilişkilerde alt üstlükler kaçınılmaz oldu. Neo liberalizmi sınırlayacak toplumsal güç 90’larda çözülünce sermaye büyük bir öz güven kazandı. Toplum üzerinde olağanüstü bir tahakküm oluşturuldu. Çürüme, değer yargılarında çözülmeler, bireycilik ve kişilik aşınması neo liberalizmin “topluma armağanıdır”. Kültürel doku önemli oranda erozyona uğradı, uğramaya devam ediyor.

Netice itibariyle bugünden baktığımızda düzenin her yönüyle saldırısı mevcut. Reel sosyalizmin çözülmesiyle beraber yaşanan ufuk kopması ve paralelinde gelişen kapsamlı kuşatmayla devrimci ortamın da önemli bir kısmı liberalizmden nasibini aldı, almaya devam ediyor. Kısacası; omurgada ciddi bir deformasyon yaşandı, omurgasızlık yaygınlaştı.

İçerisinde bulunduğumuz toplumsal gerçeklik budur. Düzenin birçok alanda pervasızca saldırısı devam ediyor, devam edecek. Toplumsal çürüme sürekli derinleştiriliyor. Dün durum çok farklıydı, dünyanın üçte birinde sosyalizm hâkimdi. Tüm dünyada emekçilerin dayanak noktasıydı. Günümüzde dayanak noktası ortadan kalktı. Özellikle reel sosyalizmin yıkılmasıyla birlikte yaşanan “ideolojik yıkım” emekçilerin işini daha da zorlaştırdı.

Bu bağlamda sosyalist/devrimci ideolojiyi ve kültürü yeniden üretme ve yayma gereksinimini her geçen gün iliklerimize kadar hissediyoruz.

Örgütsel Kültür

Bu gerçeklikten yola çıkarak düzenin kendisine ve soldaki liberalizme karşı olağanüstü bir mücadeleyi geliştirmeliyiz. Dönemin özgünlüğü bu tür bir radikalizmi zorunlu kılıyor. Aksi taktirde nasibimizi almadan kurtulamayız. Çok açık ki hem düzenle hesaplaşmak hem de soldaki liberalizmle mesafe koymak için birden çok araç geliştirilmelidir. Böylesi bir yönelim tercih değil zorunlulukların dayatmasıdır.

Kültürel erozyon ve beraberinde yaşanan kişilik aşınması çok ciddi deformasyonlara yol açtı. Bu durumun kendisi sahada örgütlenme faaliyeti içerisinde olan arkadaşlarımız açısında dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Düzenin insan üzerinde yarattığı kültürel yıkım tahmin edeceğimizden çok daha büyük.

Bireyin özgürleşmesinin yolu kolektifleşmekten geçiyor. Bireyin kolektifleştirilmesi gibi bir tarihsel sorumlulukla karşı karşıyayız. Bu gerçeklikten yola çıkarak hareket etmek yürüyüşümüze önemli katkılar sağlayacaktır. Örgütlenme faaliyetlerini eskinin ezberiyle yürütme şansımız yoktur. Yeni dönemin özelliklerini, siyasal, ekonomik ve kültürel değişimini ciddi şekilde ele almalı ve bilince çıkarmalıyız. Pratiğimizin dayattığı zorunluluklara değinecek olursak; süreklilik arz eden ve istikrarlı bir emek sürecini geliştirmek, kadro veya kadro adaylarını iç hesaplaşmaya teşvik etmek, derinleşmek ve bilinç kazandırmak…

Devrimci kültürü inşa edecek bir emek sürecini geliştirebildiğimiz oranda ilerleme kat ederiz.

Formel örgütlerimiz düzene karşı zırhımızdır. Bu bilinci yeni örgütlenen kuşağa muhakkak kazandırmalıyız. Sorunlarımızın niteliği hangi seviyede olursa olsun, çözüm formel örgütlerimizde yatıyor. Bu bilinçten uzaklaşıldığında ise informel görüşmeler kaçınılmaz olur. Muhatap kişinin olmadığı bir ortamda veya organ dışı kişisel ilişkiler üzerinde sorunları kritik etmenin örgütsel kültürümüz gereği suç teşkil ettiği bilince çıkarılmalı ve yeni arkadaşlara aktarılmalıdır. Organ dışı informel görüşmeler; algı oluşturma, gerçeği yansıtmayan yargılara varma sonuçlarına yol açabilir. Bu da örgütsel deformasyona neden olabilir. Yoldaşlık ilişkilerinde dertleşmenin sınırları olmalıdır, unutulduysa hatırlatılmalıdır. Kültürel yıkıma karşı set örmenin yollarından biri de bu devrimci tavrı açığa çıkarmaktan geçiyor. Kolektif içerisinde yaşanan tıkanıklığı gidermenin yolu; evet yenilenmek, ama tek başına değil. Düzenin kültürel yıkımına karşı muhakkak radikal duruş sergilenmelidir. 

Kuşkusuz siyasal ortamlar bizler açısından sosyalleştiğimiz alanlar değil, devrimci mücadeleyi büyüteceğimiz alanlardır. Bu bağlamda bakıldığında, kolektifimiz içerisinde bizleri bir arada tutan en önemli esaslardan ikisi; idealler ve ilkelerdir. Tutunacağımız önemli dallarımız var, bunları her zaman hatırlamalı ve hatırlatmalıyız.

Konfor alanları üreterek devrimcilik mümkün mü?

Alışkanlıklarını ve yaşadığı düzeni koruyarak, risk almaktan kaçınarak, kendini güvende hissettiği konforlu alanlar oluşturularak gelişme kat edilemez.

Kolektifin veya kadronun gelişimi konfor alanının dışına çıkmaktan geçiyor. Böylesi bir adım atıldığında sınırlar aşılır, çözüm gücü gelişir. Olaylardan çok fikirler tartışılır. Konfor alanının dışına çıkıldığında dikenli yoldan yürünecektir, ancak gelişme için bu kaçınılmazdır. Kolektif içerisinde yer alan kadrolar yaşanan gerilimleri çözme ve yönetme konusunda sorumluluk almaktan kaçınmamalıdır. Gerilimlerin içerisine girmenin ve yönetmenin kolektifin geleceği için önemli olduğu unutulmamalıdır. Gerilimlere girmeden ve konfor alanlarımızın dışına çıkmadan öğrenmemiz ve gelişmemiz mümkün olmayacaktır.

Devrimci tarihimiz muazzam adanmışlıklarla doludur. Devrimci sıçrayış; memur olmakla değil devrime adanmakla mümkün oluyor.Bu gerçekliği yaratılan değerlerin sonucunda görüyoruz. Post modernizmin yarattığı etkinin bilincinde olarak yeniyi kavrayacağız. Duruş noktamızın gereği şu olmalıdır; yeniyi kavrayacağız, ama tabii olmayacağız. Eskinin kaba ezberiyle değil elbette, yeni dönemin özelliklerini bilince çıkararak olabildiğince kolektif kültürü ve devrimci bilinci geliştireceğiz. Örgütlenme ve kadrolaşmada bu karakter yapısını oluşturabilmeliyiz. Devrimcilik sürekli kendisini bu yönde geliştirerek mümkündür.

Bu karakter yapısını geliştirmek için inanç, öz güven, cesaret ve irade en önemli dayanak noktalarımız olacaktır. Bir devrimcinin duruşu ve çözümleyici yeteneği bu yönde geliştirilmelidir. Tarihte devrimlere önderlik edenler konfor alanlarının dışına çıkarak başarılı olmuşlardır.

Eleştiride hedefimiz nedir?

Siyasal hareketimizi gençleştirmenin, güçlendirmenin yollarından biri de kolektif içerisinde eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını aktif kılmak ve bu konuda öz güvenli davranmaktır. Devrimci güçlerin/kişilerin kendisini sağlam temellerin üzerine oturtmasının ve geleceğe taşımasının yollarından biri de budur.

Hislerle eleştiri yapmanın kolektifi güçlendirmesi mümkün mü? Farklı düşüncelerin olması, tartışmaların öz güvenle yapılması kolektifi çok ciddi bir şekilde politikleştirecek ve güçlendirecektir. Bunun yolu da gerekli kurulların işletilmesidir. Önemli bir nokta; sosyal ilişkilerin olumsuz etki yaratma handikabı sürekli bilincimizde olmalıdır. Duygu birliğine kapılmadan maddi gerçeklik üzerinden durumu kavramalıyız. Toplumsal çürümenin yaygınlık kazandığı günümüzde; bu anlamda kaliteli bir devrimci duruş sergileyerek kendimizi yenileyebilmemiz ve geleceğe taşıyabilmemiz mümkün olacaktır.

Öz güven sorunu yaşandığı için sorunların yeterince politikleştirilemediği başka yoldaşlar tarafından fark edildiğinde ise kişisel yargıya kapılmadan sorunların politikleştirilmesi için kolektifi işletme sorumluluğu yerine getirmelidir.

Örnek: Sorunun kaynağı nedir? Tekil mi, yoksa yapısal mı?

Burada diyalektik metodu işleterek ilerleyebiliriz. Objektif bir gözle somut olgular üzerinden durum tespiti yapılmalıdır. Bu yapıldığı takdirde; gerilimler hangi seviyede seyir ederse etsin, politikleşme ve kolektifin güçlenmesi kaçınılmazdır.

Birkaç örneği ele alacak olursak; bir yoldaş başka bir yoldaşla ilgi somut olgular olmadan ve kendisinin olmadığı ortamda eleştiri yaptı, bu duruma hemen itiraz etmeliyiz. Arkadaşın olduğu ortamda ve somut olgular üzerinden konuyu ele almamız gerektiği kararına varmalıyız. Bu mekanizma doğru işletildiğinde ilk yaklaşımın hatalı olduğu ortaya çıkabilir.

Başka bir örnekte diyelim ki iki yoldaşın aldığı görevleri aksattığı görüldü. Siyasette tarihi daha yeni olan arkadaşı eleştiri bombardımanına tutup daha eski arkadaşımıza eleştiri geliştirmekten imtina edildiğinde kolektifin güçlenmesi mümkün mü? Elbette değil. Çok basit görünen ama hiç de basit olmayan bir gerçeklik; düzenin insan üzerinde yarattığı tahribat nedeniyle büyük bir öz güven sorunu yaşanıyor. Karşılaşmamız mümkün olabilecek durumlar. Burada çözüm, kolektif içerisinde eleştiri-özeleştiri mekanizmasını geliştirmekte yatıyor.  

Özellikle şunu belirtmeliyiz; kimliklerin, sınıfın çeşitli kazanımları çok önemlidir. Kazanımların güven tesis etmeye devam etmesi tam da yukarıda belirtilen ilkelerle mümkündür. Liberal ortamla aynılaşmamak için bu duruşu sergilemeliyiz. Devrimci ortam bu anlamda politize edilmelidir. Aksi takdirde, subjektif bir tutum sergilemek ve kararlaşmaya gitmek, kuruma veya ilgili kişilere geri dönüşü olmayacak bir güvensizliği açığa çıkarır.

Eleştiriyi bir sanat gibi ele almalıyız. Bu aracın kesinlikle ve kesinlikle statü tanımadığının bilincinde olmalıyız. Eleştirinin somut olgular üzerinden geliştirilmesi ve objektif olarak ele alınması yoldaşlık ilişkilerini güçlendirecektir. Eleştiriyi asla ve asla yapmaktan kaçınmamalıyız, bu konuda genç arkadaşlarımıza gerekli öz güveni kazandırmalıyız. Bunu yapmayı becerebildiğimizde farklı düşüncelerin tartışması kurallara bağlı ilerleyecektir. İşte o zaman muazzam bir gelişme kat edilir.

Sonuç olarak; bireyin toplumsallaşması sınıfsal mücadelenin derinleşmesi ve ilerlemesi ile mümkündür. Halk isyanları, grevler, direnişler dünyanın birçok yerinde yaygınlaşıyor. Sınıfsal çelişkiler her geçen gün daha fazla artmaktadır. Kapitalizm cazibesini yitiriyor.

Tarihsel bir sürece doğru ilerliyoruz. Artık bir değişim sürecinin sancılarının arttığı günler yaklaşıyor. Objektif koşullar bu konuda olgunlaşıyor. Subjektif koşulların olgunlaşmasını sağlayacak olan koşul; kurucu öznelerin oynayacağı rolle ilintilidir. Kurucu öznelerin de kendisini ideolojik, politik ve kurumsal olarak yenilemesi ve geleceğe taşıması gerekmektedir.