Seçimden önce son çıkış

“Çin modeli” dâhil her model denendikten sonra artık yolun sonuna gelindiği için Saray, sıkıntıların daha da katlanılamaz olacağı dönemi herkesin çok yakından tanıdığı politikalarla aşmaya hazırlanıyor. Epeydir süren Zap-Avaşin harekâtı, İsveç ve Finlandiya üzerinden yürüyen NATO pazarlığı ve Rojava’ya bir operasyon hazırlığı bekaa sorunu üzerinden bir kez daha iç politikayı esir alma manevrasıdır. Yıllardır kullanılan bu araç bir kez daha işleyecek mi?

Epeydir kaynayan tencerenin basıncının her geçen gün patlama noktasına yaklaştığını söylemek yanlış olmaz. Ekonomi hemen her hafta yeni modellerle yönetilerek bugünlere gelip dayandı. Bugün ne enflasyon denetlenebiliyor, ne de kur atakları önleniyor. Yakın zamanda kur ataklarının şiddetleneceği kesin gibi. Turizmden beklenen 15-20 milyar dolar dışında gelecek bir para yok!

Erdoğan’ın yaptığı BAE ve Suudi Arabistan turlarından henüz somut bir sonuç alınmış görünmüyor. Oysa ne fedakârlıklar yapıldı, doların hatırına neler yenilip yutuldu. Ancak ekonomiyi rahatlatan bir sonuç ortaya çıkmadı. En son ülke içinde kalan ne varsa satılığa çıkartıldı, krediyle talep yaratılıp çöküşün kıyısında duran inşaat sektörü canlandırılmaya çalışılınca fiyatlar tavan yaptı. Hiç bir tedbir ekonomiyi bir çıkışa doğru yönlendiremiyor. Her adım batışı hızlandırıyor.

“Gelişmekte olan piyasa fonu Gramercy’den Petar Atanasov, “Türkiye’nin tüm yatırım yapılabilirliği seçim sonucuna bağlı” dedi. Atanasov kendisi gibi birçok uluslararası yatırımcının, ülkenin ekonomi ve para politikasını yeniden belirleyen bir liderlik değişikliği beklediğini belirtiyor. Atanasov, “Bence piyasa sonuna kadar oldukça şüpheci olacak. Son derece belirsiz bir seçim olacak, her şey olabilir” dedi. (Reuters’ten çarpıcı Türkiye analizi; Cumhuriyet, 30.05.22)

Uluslararası sermaye giriş için para politikalarını yeniden belirleyecek “liderlik değişikliği”ni bekliyor. “Çin modeli” dâhil her model denendikten sonra artık yolun sonuna gelindiği için Saray, sıkıntıların daha da katlanılamaz olacağı dönemi herkesin çok yakından tanıdığı politikalarla aşmaya hazırlanıyor. Epeydir süren Zap-Avaşin harekâtı, İsveç ve Finlandiya üzerinden yürüyen NATO pazarlığı ve Rojava’ya bir operasyon hazırlığı bekaa sorunu üzerinden bir kez daha iç politikayı esir alma manevrasıdır. Yıllardır kullanılan bu araç bir kez daha işleyecek mi? Bu soruya cevap vermeden önce bu üç başlığın içinde nelerin olduğuna bakmak gerekiyor.

Zap’ta yürüyen “Pençe-kilit harekâtı” geçen süre içinde iç politikayı etkileyecek bir sonuç yaratmadı. Hulusi Akar ve komutanların sınır bölgesine gittiklerine bakılırsa cumhur ittifakını tatmin edecek sonuçların alınamadığı anlaşılıyor. Bu operasyon Sarayın beklediğinden farklı sonuçlar yaratmaya gebedir.

Ukrayna savaşının Ankara’ya ve sıkışan Erdoğan politikalarına bir rahatlama getirme olasılığı vardır. Ancak bu manevra alanının genişlemesi, savaşta “kolaylaştırıcı” rolün artmasından gelmedi. Hatta bu rol kısa sürede görünmez oldu. Başka bir noktadan İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya başvuru kararından çıkıp gelen bir fırsat Sarayın eline geçti. Başlarda çok zikzaklı yollardan yürünmüş olsa da gelinen noktada İsveç ve Finlandiya’nın kaderi Ankara’nın iki dudağının arasına sıkışmış görünüyor.

Pazarlığın sahnenin önünde oynanan bölümü traji-komiktir. İsveç’ten birkaç siyasi mülteci isteniyor; pek çok gereksiz istek sıralandıktan sonra en alt sırada savunma sanayine yapılan yaptırımlar kabul edilemez bulunuyor. Savunma sanayine gelen yaptırımların esas muhatabının ABD olduğunu herkes biliyor. S400’lerin bedeli olarak F35 projesinden Türkiye’nin çıkarılması ve savunma sanayiine gelen yaptırımları başlarda hafife alan Ankara, çok geçmeden soluk almakta zorlandığını acı acı fark etti. Ünlü SİHA’lar Kanada ve Ukrayna olmadan uçamıyor. “Milli uçak” projesinin motoru da İngiltere tarafından tedarik ediliyor. Kanada yaptırımları kaldırdı, ancak bundan başka bir gelişme yok.

Öte yandan Türkiye hava kuvvetleri artık çok yaşlanmış durumdadır; acilen yenilenmesi ve uçakların bakımdan geçmesi gerekiyor. Bu yolun ucunda ise bilindiği gibi ABD duruyor. Ukrayna savaşının başlarında ABD temsilciler meclisinde F16’lar konusunda bir yumuşama başlamıştı. Son gelişmelerle Wall Street Journal’da “Türkiye’nin NATO’ya ne kadar zarar verdiği” üzerine yazılar çıkıyor.

Aynı zamanda belki de bu gelişmelerin arasında en önemlisi Washington’un Yunanistan’la ilişkilerini geliştirmesidir. Atina’nın ABD nezdinde statüsü “yeri doldurulamaz müttefik” seviyesine çıkarken Ankara yaptırımlarla güçten düşüyor. Bunlara ilave Miçotakis ABD meclisinde Türkiye’ye F16 verilmemesini isteyince Sarayın sinir sistemi iyice bozuldu ve Erdoğan “Miçotakis sen bittin” deyiverdi. Bütün NATO tarihinde ABD silahlanmada Ankara ve Atina arasında kendine göre bir denge üzerinden ilişkileri yürütmüştür. Artık bu denge yoktur, güç dengesi Atina lehine değişmektedir. Bu durum Ankara için gerçekten büyük bir kayıptır, NATO ile ilişkilerde farklı bir döneme geçildiğinin işaretidir.

NATO pazarlığının perde arkasında bu gerçekler vardır. Ankara savunma sanayine getirilen yaptırımların kaldırılmasını ve F16 alımının serbest bırakılmasını istiyor. İsveç ve Finlandiya üzerinden oynanan tiyatronun kulisinde bu gerçekler vardır. Ankara NATO’dan iyice soğurken, NATO da Ankara’yı artık sıradan bir müttefik olarak görmeye başlamıştır. Bu pazarlığın iç politikada kısa bir süre için Saray lehinde etkisi olabilir, ancak bu gerçeklerin örtülmesi mümkün olmadığı için boru bir yerden patlayacak, kirli sular ortalığa yayılacaktır. Ankara bu pazarlıktan ne elde edebilir? Bunu bilemiyoruz. Ancak NATO camiasındaki yeri her geçen gün tartışmalı hale gelmektedir.

Durum bu iken Saray Rojava operasyonu için Moskova ve Washington’dan yakılacak ışıklara bakıyor. Öte yandan bugün Suudi Arabistan kaynaklı Al Araba haber kanalına göre Suriye operasyonu ertelenmiştir. Baştan beri Washington operasyona karşı tepkisini dile getiriyor. Bir de araya NATO pazarlığı girince Ankara’ya Atlantik’in karşı yakasından yeşil ışık yakılması çok zor bir olasılıktır. Moskova’dan ise sarı ışık yakılması olasılığı vardır. Ancak “zafer” için yeterli olacak mıdır?

Bütün bu tabloya bakıldığında son pazarlıkların ve operasyon hazırlıklarının iç politikaya önceki dönemlerdeki gibi Saray lehine yansıması zayıf olasılıktır. Saray pek çok yönden kuşatılmıştır; aslında bu kuşatmayı büyük ölçüde kendi elleriyle inşa etmiştir. Şimdi tutarsız, hatta komik durumlara düşerek kuşatmayı aşmaya çalışıyor. Bu kadar engebeli araziden iç politikaya bir zafer taşımak çok zor görünüyor. Ancak Saray o kadar sıkışmış durumdadır ki, işe yarama olasılığı çok zayıf olan aracı yeniden devreye sokmaktan başka elinden bir şey gelmiyor. Tıkanma ve gerilim yüksek, böyle bir ortamda eski araçların devreye sokulmasından benzer sonuçlar alınacağını düşünmek yanılgı olur. Artık güçlerin birbiri ile sürtünmesi farklı seviyelere çıktığı için tarih tekerrür etmeyecektir.