2021’de Latin Amerika’da kadınların gündemi neydi?
Pandemi kadınları daha çok vurdu
Covid-19 pandemisi kapitalist sağlık sisteminin yetersizliği kadar tüm dünyada erkek egemenliğinin ne kadar güçlü olduğunu da ortaya koydu.
OECD’nin aralık ortasında yayınladığı rapora göre pandemiyle birlikte kadınlar ev işlerinin %60’ını üstlenmeye başladılar. Bir ara paylaşılmaya başlayan ev işleri yine “eski sahiplerini” buldu diyelim isterseniz.
Hastalık cinsiyet tanımıyor, yani kadınlar da erkekler de şimdiki verilere göre eşit düzeyde hastalığa yakalanabiliyorlar. Ama sorun, onun bedelini çekmeye gelince kadınların omzuna daha çok yük biniyor. Hem hasta ol hem de omuzlarındaki işler artsın.
Bir de bunları yaptıkları için saygı ve sevgi göreceklerine aksine üzerlerindeki erkek şiddeti daha artmış. Çeşitli nedenlerle bunalan erkekler öfkelerini zayıf gördükleri kadınlardan çıkartmaya başladılar. Kadına şiddet ve kadın cinayetleri de arttı.
Pandemi, yılların mücadelesiyle elde edilenleri kadınlardan geri aldı, eski tas eski hamam oluverdi. Aslında bu erkek egemen toplum anlayışının ne kadar derinlerde yattığını, toplumun etine kemiğine işlediğinin bir nevi kanıtı. Biraz nefes almaya başlayan kadınlar pandemi sonucunda yıllardır kurtulmak istedikleri ücretsiz bakım işlerine geri dönmek zorunda kaldılar. Yıllardır çeşitli ülkelerde mücadele eden ve haklar kazanan kadınlar birden bunları kaybediverdiler.
Devletler de hemen bunun üstüne yattı. Brezilya’da Bolsonaro döneminden örnek verelim. Tam bir maço olan Bolsonaro iktidarında, yani 201′ dan beri, kadınların durumu daha da kötüleşti. En başta ekonominin kötü gitmesinin bedeli kadınlara yüklendi. Kadınların işsiz kalma oranı %17 iken erkeklerinki %11.7 imiş.
Ülkenin Kadın İşlerinden Sorumlu Bakanı bakın ne yapmış: Bakanlığa ayrılan 2021 yılı bütçesinin ancak %44’ünü kadınlar için kullanmış. Sanki kadınların ihtiyaç duyduğu yığınla şey yokmuş gibi kullanacak yer bulamamış. Bu %44’ün %30’unu da sadece kadınları koruma projelerine yatırmış. Yani kadın barınma evlerine ve polislerine harcanmış. Pandeminin onlar üzerindeki eziciliğini azaltacak bir şey yapmamış. Bütün bakanlıklar bütçe açığı verirken sonuçta Kadın Bakanlığı fazla vermiş, bakanlık harcayacak yer bulamamış. Kabinedeki diğer bakanlar da bu konuda hiçbir şey yapmamışlar. Tam bir rezalet. Brezilya kadınlarının çektiği acılar, açlık, gördükleri şiddet, cinayetler dikkate alındığında bunun ne kadar korkunç olduğu anlaşılır.
Pandemide kadınlar kendilerini şiddet yanlısı kişilerle kuşatılmış halde buldu
Birleşmiş Milletler, Uluslararası Şiddete Karşı Mücadele Günü olan 25 Kasım’da, Covid-19 pandemisinin kadınlar üzerine etkisi üzerine bir rapor yayınladı. Buna göre Covid-19 Pandemisi nedeniyle kadınların yarısı bir şekilde ya şiddet yaşamışlar ya da şiddet gören bir kadın biliyorlar. Rapor 13 ülkede kadınların evde ve kamu alanlarında ne kadar güvende olduklarını araştırıyor.
Kadınların dörtte biri evde zaten var olan sürtüşmeler arttığı için kendilerini evde daha az güvende hissettiklerini söylüyorlar. Kadınların %21’i ise fiziksel tacizi gerekçe gösteriyor. Bazı kadınlar özellikle diğer aile üyeleri tarafından dövüldüklerini, bazıları da fiziksel taciz yaşayan kadın gördüklerini söylüyorlar.
Pandemi başlayalı beri kadınların %40’ı geceleri evleri dışında da kendilerini daha şiddete açık görüyorlar. 5 kadından 3’ü cinsel tacizin kamuya açık alanlarda pandemiden beri arttığını söylüyor.
Evdeki güvensizlik ve şiddet deneyinin pandemiyle artan işsizlik, finansal baskı, yiyecek güvensizliği ve gerilimli aile ilişkilerinden kaynaklandığını söylüyorlar
Rapor sözcüleri “Kadına şiddet var olan küresel bir kriz ve bu diğer krizleri üretiyor. Kavgalar, iklime bağlı doğal felaketler, yiyecek güvesizliği, insan hakları ihlalleri, hepsi kadınların hissettikleri tehlikeyi artıyor.” diyor. Bu ister evlerinde ister yaşadıkları alanlarda olsun, böyledir. “Pandemide kadınlar kendilerini şiddet yanlısı kişiler ile kuşatılmış buluverdiler. Bu soruna acilen çözüm bulunması gerekiyor.” diye ekliyor.
Pandemi ve akıl sağlığı
Oswaldo Cruz Vakfı (Fiocruz)’nın yaptığı bir araştırma pandeminin erkeklerden çok kadınların ruh sağlığına zarar verdiğini ortaya koyuyor. Erkeklere göre daha sosyal olan kadınlar pandemide kendilerini daha yalnız hissettiler. Depresyon, kaygı ve stres belirtileri arttı. Ayrıca bu dönemde ev işlerinin aşırı yükünden onlar daha çok acı çekmektedirler.
Oswaldo Cruz Vakfı, devlet üniversiteleriyle birlikte 5000 kadının katıldığı bir araştırma yapmış. Buna göre ankete katılanların %14’ü ruh sağlıklarını orta ile zayıf olarak değerlendirmişler. Sosyal mesafe süresince kadınların %24’ünde depresyon belirtileri görülmüş. Erkekler arasında ise bu rakam %17 imiş. Ayrıca kadınların dörtte biri eskisinden daha kaygılı olduklarını açıklamışlar. Her 10 erkekten ancak biri kendini stresli görürken kadınlarda bu rakam %17’ye yükseliyor.
Araştırmalar ruh sağlığı sonuçlarıyla ilgili olarak kadınların bu konuda daha fazla savunmasız olduğunu gösteriyor. Pandemi sırasında özellikle hastalığa yakalanma korkusu, evde kalma sıkıntısı ve ister aile ister arkadaş olsun diğer insanlarla temastan kaçınma nedeniyle acılarının arttığını gösteriyor. Ayrıca anket kadınların pandemi sırasında erkeklerden ortalama dört saat daha fazla ev işi yaptığını da ortaya koymuş. Bu eşit oranda dağılmayan yük, kadınları daha çok stresli yapmaktadır.
Ankete katılanların %76’sı salgın sırasında evden çalışmış (homeoffice). Neredeyse yarısı evden çalışmanın yükünün iş yerinde çalışmaktan daha fazla olduğunu açıklamış. Üçte biri de işe başlama, bitirme zamanlarını denetleyemediklerini belirtmişler.
Ankete katılanların dörtte biri de izolasyon döneminde uyumakta zorluk çektiklerini söylemiş. Uykusuzluk kadınların %29.6’sını, erkeklerin ise %20,3’ünü etkilemiş.
Zihinsel sağlığın bozulmasının işaretlerinden biri olarak gösterdikleri alkol kullanımının pandemide iki kat arttığını söylemişler. Ayrıca %6,6’sı bu dönemde tekrar sigaraya başladıklarını söylemiş. Bunun da uykusuzluğu arttıran bir faktör olabileceği söyleniyor. Ayrıca uykusuzluğun cinsleri farklı şekillerde etkilemesi ve kadınlarda daha fazla rastlanmasının biyolojik olmaktan çok duygusal sorun olabileceği söylenebilir deniyor. Ev iş yükünün artması da uykusuzluğun bir nedeni olabilir deniyor araştırmada.
Kırsalda kadın olmak
Türkiye’deki kırsal alanlardaki kadınların durumuyla ilgili çalışma var mı, bilmiyorum. Ama Latin Amerika’nın beş ülkesi, Bolivya, Kolombiya, Guatemala, El Salvador ve Honduras kırsal alanında yaşayan köylü kadınlar üzerinde bir araştırma yapılmış. Bundan çıkan ilginç veriler var.
Toprağını sürüp ürün yetiştirip karnını doyuran 10 kadından sadece 7 tanesinin toprağı var ama bunların da sadece 3 tanesinin toprak mülkiyeti kendi üzerinde. Yani kadınların yasal olarak toprak sahibi olması da erkek egemen toplum anlayışına göre yapılıyor. Bu raporun adı: “Dünyayı besle” ve LatFem adında feminist bir medya kurumu ve Uluslararası bir örgüt olan WeEffect tarafından yayınlanmış. Amerikan ülkeleri örgütü OAS’a bağlı Inter American Commission of Women (CIM) tarafından finanse edilmiş. OAS’in gerici bir örgüt olduğunu da kafamızın bir kenarında tutalım.
Araştırma dünyada resmi tarımsal üretimin %50’sini kadınların gerçekleştirdiğini yazıyor. Ama buna rağmen üretim yaptıkları toprakların üzerinde en az hakkı olanlar kadınlar. Ailelerini, toplumlarını besliyorlar ve bu üreticilerin çoğunlunun toprağı yok. Toprak üzerinde her hangi bir hakları da yok. Yani gündelik toprak işçisi olarak çalışıyorlar. Toprak sahibi olabilmeleri için ancak dul kalmaları, boşanmaları yada kocalarından ayrılmalarıyla olabiliyormuş.
Bu yolla, kadınların Bolivyada %38, Guatemala’da %24, El Salvador’da %23, Kolombiya’da %16 ve Honduras’da ise %14’ü toprak sahibi olabilmiş. Afrika kökenli kadınların da hiçbir şekilde toprak sahibi olma hakkı yokmuş.
Araştırma bu patriarkal yapının ormanlık alanlar için de geçerli olduğunu ortaya çıkartmış. Sonuçta kırsal kesimde çalışan kadınların toprakta çalışmaları görünmeyen işler statüsüne giriyormuş. Emekleri görülmüyor, sayılmıyor.
Latin Amerika kırlarında hala eski kölelik döneminden kalma çalışma koşulları çok yaygındır. Yani kölelik tam olarak ortadan kalkmamıştır. Hergün Latin Amerika ilerici yayınlarında kırda köle koşullarında çalışırken bulunan insanlarla ilgili haberler okunabilir. Kırda kadınlar sürekli bu koşullarda, köle gibi çalışıyorlar. Onlar bu duruma karşı daha korunmasızlar.
BM İnsan Hakları Konseyi’nin ‘Pandeminin Etkisi ve Beslenme Yasası’ üzerine yayımladığı rapora göre sağlık sorunu nedeniyle kadınların %57’si yiyecek bir şeyler bulmakta zorluklarla karşılaşır olmuşlar. 20 yıldır bölgede görülmeyen şekilde yoksulluk artmış. Latin Amerika ve Karayipler Ekonomik Komisyonu (ECLAC)’na göre bölge halkının %12.5’i aşırı yoksullaşmış, %34’ü ise yoksullaşmış.
2019 yılında yoksul insan sayısı 22 milyon iken şimdi 209 milyon insan yoksul statüsüne düşmüş. Pandemi nedeniyle kırsal üretimin düştüğünü sık sık gazetelerde okuyoruz. Önümüzdeki yıllarda yiyecek bulmanın zorlaşacağı ve çok pahalı olacağını okuyoruz. Dünyamız yoksul halklarını çok kötü günler bekliyor.
Peki devletler bu konuda ne yapıyorlar? Yine aynı araştırmaya göre bu kesimin ancak %7’si devlet desteği alabilmiş ve %17’si hala aç durumda Sonuçta pandemi beslenme sisteminde çok büyük kıtlıklar yarattı ve yaratmaya devam edecek. Oysa Latin Amerika tüm dünyaya yiyecek ihraç eden bir kıta idi.
Buna ek olarak insanların %57’si -karınlarını doyurmak; %36’sı ise satıp başka bir şeyler alabilmek için ekime uygun olmayan toprakları bile ekmek zorunda kalıyorlarmış.
Araştırmaya katılanların %73’ü bir hektardan az; %26’sı ise bir hektarın ¼ ünden az toprak üzerinde üretim yapıyormuş. Dünya Bankasına göre de bir aileyi geçindirecek en az toprak miktarı 2 hektar olarak belirlenmiş. Ancak %20’nin 1.5 hektar ve %2’nin 20 hektardan fazla toprağı varmış. Honduras yerli kadınları altı yıl önce kırsal alanların kalkınması ve kendi karınlarını doyuracak kadar yiyecek bağımsızlığı sağlayıcı bir cinsel eşitlik öngören bir Tarım Reformu Tasarısı sunmuşlar ama hala bir yanıt alamamışlardı.
Rapordaki kadınların %30’u cinsel tehdit ve şiddet yaşamışlar. Bunların %58’i şikayette bulunamamış ve bu yüzden de zulüm yaşamışlar. Şikayet edenlerin de %83’ü yetkili makamlardan hiçbir reaksiyon görmemişler. Toplumda oynadıkları rol nedeniyle en çok tehdit görenler %60 ile Kolombiya’da, %29 ile Guatemala’da, %27 ile Honduras’ta, %26 ile Bolivya’da ve %8 ile El Salvador’da kadınlar olmuş
Cinsel şiddeti sanat ile eleştirmek ya da diktatörülüğü lanetlemek
Kadınlar çok yaratıcı. Erkek egemen toplumu deşifre etmek ve sorunu gündemleştirmek için çeşitli yollar buluyorlar. Şili’den başlayan patriarkayı protesto dansı, bildiğimiz gib, tüm dünyaya yayıldı ve büyük dikkat çekti. Kadınlar acılarını, protestolarını, öfkelerini dile getirmek, düzeni değiştirmek için dans dışında başka sanatsal yollar da kullanıyorlar. Bunun bir örneği de El Salvador’dan geldi.
Eylül ayında bir akşam üstü Amorales Feminist Kollektif kadınları siyah elbiseler giydiler, yüzlerini de siyah eşarplarla örttüler. Sonra davullarını çala çala başkentin merkezindeki ünlü anıta yürüdüler. Sonra da orada “diktatörü lanetlemek” dedikleri gösteriyi yapmaya başladılar. Beraberlerinde getirdikleri devlet başkanları diktatör Nayıp Bukele’nin fotoğraflarını yere koyup üstünü tuzlamaya başladılar. Tuzlamanın o ülke kültüründe ne anlama geldiği belirtilmemiş ama bizde bilindiği gibi “tuzla da kokmasın” denir. Yani ölmüş bir et parçası tuzlanırsa kokmaz. Anayasa binasının önündeki heykelin başında yaptıkları bu ritüel ile “Chalchuapa’da katledilen kurbanlar için, kaybolan kızlar için… Biz diktatörlüğü lanetliyoruz; erkekliğin ve kendini beğenmişliğin sembolü olan bu yapıya tükürüyoruz.” dediler .
Mayıs ayında polis Chalchuapala Belediyesinde bir evde çoğu kadın ve çocuktan oluşan 30 cesetin olduğu 7 tane mezar bulmuş. Bukele iktidarı da bu olayın üstünü örtmeye çalışmış. Ama işte çoğu sanatçı olan Amorales Feminist Komünü, sessiz kalmayıp bu olayı tekrar gündeme oturtup sorumluların cezalandırılmasını istediler. Cinsel şiddet, kaybolmalar, otoriter iktidar politikalarını ve dokunulmazlıklarını sembollerle yermeye çalıştılar.
“Diktatörlüğü Lanetlemek” medyada büyük yankı buldu ve Bukele bile olayın videosunu, yanına İncil’den aldığı bir paragraf ekleyerek, Twitter hesabından yayınladı. Bukele’den yana olanlar kadınların eylemini “cadılık” ya da “cehennem cadıları” olarak değerlendirdiler.
Amoreales sözcülerinden bir tanesi “Bizi yakalayacaklarını söylüyorlar. Bize tecavüz edeceklermiş, bizi kazığa oturtacaklarmış ama ana tema Tanrı bizi cezalandıracakmış. Tanrı bize bakıyormuş ve Tanrı bizim ne yaptığımızı biliyormuş ve Tanrı bizim ne yapacağımızı onlara söylüyormuş. Bunlar sapık bakış açıları ve korkutucu.” dedi.
Bu olay sonrasında sosyal medya patladı. Hem karalama, küçültme hem de alkışlamalar ile sosyal medya bir savaş alanı olmuş. Böylece de üstü örtülmeye çalışılan toplu katliam tekrar güncelleşmiş.
Feminist kolektifin adı Amorales olarak bilinçli bir şekilde seçilmiş. Moral yoksunu demek aslında. Bu kadın sanatçı grubu tutucu ve patriarkal toplumun değerleri ile savaşmak için bu adı seçmişler. Savaşı sürdürmeye niyetliler. Şimdilik aralarında şairler, tarihçiler, tiyatro sanatçıları, müsizyenler ve akademisyenler var.
Ülkede kadına şiddet çok yüksek. Genel savcılık verilerine göre Ocak-Eylül 2021 arsında 3 bin 122 cinsel taciz şikayeti olmuş. Bu, günde 13 vaka demekmiş ve tacize maruz bırakılanların %60’ı 17 yaş altında genç kadınlarmış.
Amorales Feminist Kolektifi aslında 2009 yıllarında kurulmuş. Bir profesörün kadın öğrencilerden bir tanesine tecavüz etmesi sonunda olaylar başlamış. Çeşitli eylemlerle kadınlar profesörü deşifre etmeye başlamışlar ama o da bunun bir karalama olayı olduğunu söyleyip eylemlerde öne çıkan iki kadına 150 bin dolarlık tazminat davası açmış. Dava hala tam olarak sonuçlanmamış. Kadınlar hala bu dava ve ondan sonra gerçekleşen çeşitli tacizlerle uğraşıyorlar. Okulda olayı anlatan oyunlar sahnelemişler.
Kadınlar birer kahraman olmadıklarını, her birinin sıradan genç kadın ve kimisinin anne olduğunu vurguluyorlar. “Yani kaybedecek çok şeyimiz olduğu ortadadır. Bizi kim öldürecek diye beklediğimiz bir yaşam sürmek istemiyoruz. İnsanlar bizleri başka türlü hatırlasın!” diye ekliyorlar. Biz de kendilerini bir şekilde duyurmak istedik. Belki bizlere de örnek olurlar.
“Onun adı Irina Karamanos”
Kimin adı imiş bu Irina Kramanos diyeceksiniz değil mi?
Bu açıklama Şili’nin yeni seçilen devlet başkanı Gabriel Boric tarafından yapılmış. Artık sonunda yeni başkan patlamış. Medya üç yıldır birlikte olduğu kız arkadaşına hep “Boric’in Polola’sı” diyormuş. Polola bizde argo olan “manita” sıfatını hatırlattı bize.
Polola kelimesi Mapuche yerli dilinden geliyor: “piulliu”. Aslında sinek demek. Benzetme olarak da taliplisinin etrafında dolanan sinek oluyor.
Olayı bu hale getiren de Şili sağcı gazetelerden biri olan Meganoticias’ın Gabriel Boric’in kadın arkadaşının daha önceki açıklamasına atıfta bulunarak “Boric’in Pololosı kendi mevkine de atıfta bulunarak ‘Biz tüm iktidar mevkilerini yeniden gözden geçirmek istiyoruz’” dediğini yazıyor. Böyle yazarak başkanın kız arkadaşının “başkan ile ilişkili olan tüm devlet pozisyonlarına verilen isimlerin değiştirilebileceğini söylediği haberini vermek istiyor.
Bu yazı üzerine Boric güçlü bir mesaj veriyor ve “Onun adı Irina Karamanos”tur diyor. “Tüm kadınlara ne olduklarına göre isim vermeye alışalım.” diye de ekliyor. Ondan sonra da birçok politik kişilik taşıyan kadınlara onların başarıları, sorumlulukları ile seslenmelerinin önemini vurgulayan demeçler veriyorlar.
“Onun adı İrina Karamanos ve Sosyal Birlik Feminist Cephesi’nden sorumlu” diyor bir ilerici gazete. Bir kadın parlamenter kadınlara bu şekilde ‘sahiplik’ üzerinden yaklaşmanın yanlış olduğunu söylüyor. Tabii sağ gazeteler bu kez de o parlamenter kadını Boric’in “yalakası” türünden eleştiriyorlar. Yeni başkanın bu konuda epey şeyle uğraşması gerekeceğe benziyor, çünkü bu olaya laf atmalar bitmek bilmiyormuş. Böyle tanınmış kişilerin eşlerinin çeşitli sıfatlarla anılması o kadınlara karşı küçültücü, onların kişiliklerini hiçe sayıcı tavırlar burjuva toplumda sık rastlanan olaydır. Boric’in bu davranışı kendisine pek çok kadın destekçi kazandırmış olmalıdır.
Kadınları ‘politikleştirme’
Kaynak: https://www.rt.com/news/544067-japan-women-only-talks/
Dünya Ekonomik Forumu bu sene pandemi nedeniyle yapılmayacak ama genel yıllık raporlarını yayınladılar. 2006 yılından beri cinsler arasındaki eşitlik durumunu dört bazda inceleyip 156 ülkeyi sıralıyorlar. Kadınların ekonomiye katılımı ve katılım olanakları, kadınların bu ülkelerdeki eğitim, sağlık ve yaşamı sürdürebilme olanakları ve son olarak da politikaya katılımları açısından dört katagoride sınıflandırılmışlar. Her ülkeye 0 ile100 arasında puan verilmiş. Sonra da belirli sürelerle söz konusu ülkelerin cinsler arasında eşitliği konusunda ne kadar yol katettikleri belirleniyor.
Japonya bilindiği gibi çok tutucu ve geleneklerine çok bağlı bir toplum. Ülkede 64 milyon kadın, 61 milyon da erkek varmış. Ama buna rağmen kadınların ancak yarısı ekonomik olarak aktifmiş. Ayrıca hiç şaşırmayacağımız gibi eşit işe eşit ücret konusunda da büyük bir açıklık var. O nedenle Japonya her ne kadar ekonomik olarak dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olsa bile rapora göre cinsler arası eşitlik konusunda 156 ülke içinde 120. sırada yer alıyor.
Yeni Japonya Başbakanı Fumio Kishida daha halkçı, daha halk ile iç içe bir politika izlemek istediklerini açıkladı. Bu bağlamda da “kadınların iş hayatına girmelerini sınırlayan sistemi” de gözden geçirerek aktiv olarak kadınları destekleyeceğini belirtti. İktidar ülkede kadınları daha aktiv bir şekilde topluma katmak istiyor.
Başbakan bu nedenle eski adalet bakanını ve şimdi danışmanı olan Masako Mori’yi görevlendirmiş. Mori ülkeyi dolaşıp kadınlarla buluşmalar düzenleyecek, kadınları yukarıda yazdığımız dört faktör bazında aktif olmalarını engelleyen nedenleri, kadınların dertlerini, sorunlarını düşüncelerini dinleyecek. Pandemiden, etkilenen kadınlar, tekil anneler, kırsal alandaki köylü kadınlarla, yaşlı kadınlarla sohbetler yapacaktır. Sonra da kabine bu konuda yeni politikalar belirleyecektir. Ocak ayından başlayarak her ay sırf kadınların katıldığı, dertlerini ve düşüncelerini anlattıkları toplantılar yapılacaktır. Bazılarına bakanın da katılması bekleniyor.
Bu bağlamdan olarak bizde söz konusu Dünya Ekonomik Forum raporunda açıklanan verilerden kalkarak Japonya ve ülkemizi bu dört bazda karşılaştırabiliriz.
Başkanı böyle bir eşitlik uğraşına sokan Japonya’nın cins eşitliği konusunda 156 ülke arasında 120.ci sırada olduğunu yazdık. Dünya kalkınmış ülkeler arasında ilk 20 içinde olan bir ülke Japonya cinsler arasındaki eşitlik konusunda utanmış mıdır bilmiyoruz. Sıralamada İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç gibi İskandinav ülkeler en baştalar. Belki bizim feminist kadınlarımız biliyordur ama gene yazalım. Bizim ülkemiz kaçıncı sıradadır? 133. sırada. 20 kalkınmış ülke arasında Türkiye’de var ve son günlerde buradan düştüğümüz söylentileri de var ama cinsler arası sıralamada arkamızda sadece 23 ülke bırakıyoruz. Onlar da işte tahmin edebileceğimiz çoğu Orta Doğu ülkesi: Arganistan Yemen, Irak, Pakistan gibi ülkeler bulunuyor. Yani aslında en gelişkin 20 ülke değil cins eşitliği açısından en geri 23 ülke arasında olmamız gerekiyor.
Kadınların ekonomiye katılımı konusunda Japonya 117. sırada. Kadınlar genel olarak part-time çalışıyorlar ve sekreterlik gibi işler yapıyorlar.Bizim kadınlarımız ise 140. sırada. Bu konuda dünyada son 15’e giriyoruz. Gene arkamızdan ekonomisi çökme durumda olan Lübnan geliyor. Hadi onların ekonomisi çöküyor ama bizde yetkililer bunu kabul etmiyor. Dünya kadınlarının içinde ülkemiz kadınlarının ekonomik bağımsızlığı yürekler acısı. Yoksul Afrika ülkelerine bir bakalım: Uganda 96,Nijerya ise 74.sırada. Ekonomik açıdan ülke kadınlarımız Afrikalı kadınların epey arkasında.
Peki Japonya’da eğitime ulaşma konusunda durum nasıl? Japonya bu konuda 92. sırada bizim kadınlarımız ise 101. sırada. Gene dünya ülkelerinin yarısının gerisindeyiz. En başta, yani kadınların eğitim alanında erkeklerle nerede ise başa baş olduğu ülke hangisi dersiniz? Arjantin. Evet çok ilginç bir şekilde bu konuda Arjantinli kadınlar Yeni Zelanda ve Hollanda gibi gelişkin ülkeler arasında yer alıyorlar. Eğitim konusunda kadınlarımızın ekonomiden daha iyi olduğu söylenebilir ama eğitim kalitesi açısından hiç iç açıcı bir durumda olmadığımız zaten bilinen gerçek. Bu değerlendirme ile ele alındığında daha geride olduğumuzu söylemek mümkündür diye düşünüyoruz.
Peki sağlık konusunda bizim kadınlarımız ile Japonya kadınlarının eşitliği ne durumda acaba? Bildiğimiz gibi şimdiki iktidar sağlık konusunu bir turizm ticareti durumuna getirerek bundan döviz kazanmak istiyor. Bunu yapacak kalite ve miktarda sağlık personelimiz var. Pek çok hastane yapıldı ve buna büyük paralar harcandı. Peki kadınlarımızın sağlık konusunda daha eşit olmasına yaramış mıdır bu durum? Japonya kadınları sağlık olanaklarına kavuşmak konusunda erkeklerle eşitliklerinde 65. sıradalar. Bizim kadınlarımız ise yine diğer kriterlerden farklı bir sırada değiller. 105.inci sıradayız. Bu kadar yeni hastanelere rağmen kadınlarımız bu olanaklardan nasibini alamamış, erkeklerle sağlık bakımından da eşit olmaktan çok uzaklar. Ama bu konuda ilginç sayılabilecek bir şey var. Hemen bizim arkamızdan Yemen, Pakistan gibi Ortadoğu ülkeleri gelmiyor, İngiltere, İspanya, İtalya var. Litvanya ve Malta ise dünya sıralamasının en üst sıralarındalar. Bu da Kapitalist toplumların genel olarak sağlık konusuna önem vermediklerini ve kadınların da bundan paylarını fazlası ile aldığını gösteriyor. Bu alana yatırım yapılmıyor.
Son kriter politikaya katılım. Bu konuda cins eşitliğinin en yüksek olduğu ülkeler tahmin edilebilir: İzlanda, Finlandiya, Norveç ve yeni Zelanda. İşte burada karşımıza ilginç bir durum daha çıkıyor: baş sıralara oturmuş olan Latin Amerika’dan ilerici ülke Nikaragua, gerici ülke Kosta Rika kadınları var. Bir de Güney Asya’dan Bengaldeş’te kadınlar politikada erkeklerle başa baş güreşiyorlar. Ülkemiz ise Peru, Şili’nin hatta 51. sırada olan Hindistan’ın, 78. sırada olan Mısırın arkasından 114’üncü sırada. Japonya’yı sona bıraktık çünkü o en sonlarda 147’inci sırada yani dünya sıralamasında son 9 içinde. Japon kadınlar politika da yok gibiler.
Genel olarak zaten Japonya’da cinsel eşitlik tüm gelişkin ülkelerin en gerisinde. Geleneklerine bağlı ve o nedenle de patriarkal düzen olduğu gibi durmaktadır. Genellikle nesillerdir kadınların evde kalmasının en iyi durum olduğuna inanırlar. Eğer ki toplantılara filan katılsalar bile sessiz kalmalarının en doğru olduğunu düşünülür. Böyle geleneksel bir toplumdur. Elbette genç Japonlar bu durumu değiştirmek istiyorlar ve gelişkin feminist hareketleri vardır. Geleneklerine bağlı eski nesilden ekonominin böyle daha iyi işlediğine inanmışlar. Elbette bu geleneklerin artık eskidiğine inananlarda var.
Başa dönersek, bu nedenle Japonya yeni başbakanı kadınların bu kriterlerde erkeklerle eşitliği doğrultusunda bir adım atma ihtiyacı duymuş olmalıdır. Her ay böyle sırf kadın toplantıları yapılacak ve kadınların bilinçleri açılmaya çalışılacak. Erkek eli ile bir feminizm mi desek bilmiyoruz ama bir iktidar politikası açısından, hele bizim gibi İstanbul sözleşmesinden çekilen bir ülke açısından dikkate değer diye düşündük. İsteseler cinsler arası eşitlik konusunda iktidarların yapabileceği ne kadar çok şeyler var.
Son olarak bu araştırmanın çıkardığı sonuca değinelim: Cinsler arası eşitliği az çok sağlayabilen ekonomilerin gelişiminin daha hızlı olduğu tesbiti yapılıyor. Maalesef bu yıl tüm dünyada cinsler arasındaki eşitsizlik, özellikler pandemi ile artmış. Böylece cinslerin eşit olduğu bir dünyaya ulaşabilmenin tahmini süresi de 135.6 yıla yükselmiş. Hele hele dünya nüfusunun %60.9’unun yaşadığı Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde cinsler arasındaki fark %40 olarak duruyor. Buradaki eşitlik farkının azaltılması çok daha yavaş ve onların ise bu hızla eşitliği sağlamaları ancak 142.4 yılda olacakmış. Bilim ve tekniğin bu kadar geliştiği dünyamız bu konuda ne kadar geri ne kadar partiarkal, ilkel ve vahşi değil mi? https://www.weforum.org/reports/global-gender-gap-report-2021 Global Gender Gap Report 2021
Küba Meclisi LGBTI+ haklarını artırdı
Kaynak: https://www.brasildefato.com.br/22.2021
Üç ay tartışmadan sonra Küba Halk İktidarı Ulusal Meclisi yeni Aile Kodu taslağı reformunu kabul etti. Buna göre aynı cinsten olanların evlilik hakkı kadar aile içinde cinslerin eşitliğini tanıyor. Yeni metin 3 ay tartışılmış ve 23 tane versiyonu varmış. 1 Şubat ve 30 Nisan 2022 tarihleri arasında, yani 3 ay boyunca halk meclislerinde tartışıldıktan sonra yasalaşacak. Yeni değişiklikler de yapılabilecek. .
Yeni yasada aile kurmak, isteyen herkesin hakkı, ayrımcılık yapılmadan, koruma altına alınıyor. Ayrıca yasal aile kurumu heteronormcu modeli parçalıyor, şiddetin olmadığı bir aile kurma hakkını sağladığı gibi aşk, sevgi, dayanışma ve sorumluluk gibi değerleri içine koyarak güncelliyor.
Ayrıca taslak göç etmiş yada yabancı ile evli Kübalı aileler arasındaki uluslararası sorunları çözücü bir yasa da önermiş oluyor.
2019 yılında Anayasanın kabulünden beri bu Aile Kodu yasa koyucuların siyasi tartışmalarında çözüm bekleyen bir sorundu. Adalet bakanı bu taslağın herhangi bir model dayatma yada yaratma olmadığını sadece bir Küba gerçeğini ortaya koyduğunu söyledi. Biguel Diaz Canel “hayatın kendisi gibi bir toplama ve çarpma kodu olduğunu” söyledi.
Ulusal Cinsel Eğitim Merkezi kurucusu Mariela Castro ise yeni yasanın yılların mücadelesi ve politik tartışması olduğuna işaret ettikten sonra Yeni cinsler taslağının “devrim sürecinin başında gerçekleri yeterince anlaşılmayan insan guruplarının haklarının garantisidir. Daha çok adalet ve eşitlik garanti ediyor ve Küba sosyalizminin özünü güçlendirmektedir.” dedi.
Şimdi burada bir nokta koyup bu konunun dünyada nasıl olduğuna bir bakalım.
Uluslararası Gay ve Lesbian Kurumunun 15 Aralık 2021’de yayınladığı rapora göre BM’e üye ülkelerin üçte birinin eş cinselleri hapse atan hatta ölüme mahkum eden yasaları var. Araştırmada homophoia ve tranphobia ya yol açan ülkelerde 900 olay incelenmiş. Nijerya, Kameron, Mısır, Senegal, Endonezya, Malezya ve Suudi Arabistan‘da durumun kötüleştiği görülmüş. Hatta Gana ve Çad gibi ülkeler aynı cins evlilik ilişkilerini suç sayan yasalar geçirmeye çalışıyorlarmış. Söz konusu ülkelerde eş cinsellere nefret söylemleri artmış. Araştırmayı koordine eden Lucas Ramon Mendos aynı zamanda dini bu doğrultuda ayrımcı olarak kullanmanın da artmış olduğunu açıklıyor. (1)
İslam ülkeleri kadar Hiristiyan ülkelerinin de bu konuda çeşitli karşıt görüşleri olduğunu biliyoruz. LGBT’i suç sayan ülke sayısı son 5 yılda giderek artmıştır. Gerici İslam ve Hiristiyan ülkeler bu konuyu bayraklaştırıyorlar. Kürtaj konusunu bir günah haline getirme politikaları ile halkları gerici politikalarının arkasına alma mücadelesini son faşist eğilimlerin artması ile görüyoruz. Brezilya lideri Bolsonaro ve son Şili seçimlerinin iki adayından gerici olanı ilk turda kadın bakanlığını bile kaldıracağını, kürtajı yasaklayacağını açıklamıştı. Hatta kadınların oy kullanmasını bile gereksiz görüyordu. Sonra kadın oylarını kaybetmekten korktuğu için ikinci turda bu söyleminden vazgeçti. Ama seçimleri kazansa mutlak bu doğrultuda bir şeyler yapardı. Feminist mücadele düzenler gericileştikçe daha büyük saldırılar ile karşı karşıya kalacaktır. Ama Küba özellikle insan hakları gibi bir çok konuda olduğu gibi dünyamıza örnek bir ülke olmayı sürdürüyor.
Alıntılar:
Doğum günü kutlandı
https://www.pagina12.com.ar/390989-feliz-cumpleanos-aborto-legal
Aralık ayının sonunda Arjantin’de kadınlar “Hamileliğin gönüllü bozulması” yasasının birinci doğum gününü kutlamak için bir çok kentte, o ünlü yeşil mendilleri ile akşam sokaklardaydılar. Eğlendiler ve kutladılar. Konuşmalar yapıldı. Bir yıl sonrası durum ne idi onu da değerlendirdiler.
Evet, yasanın kabulü çok uzun bir sürecin, çok büyük bir örgütlü feminist mücadelesinin zaferiydi ama her şey daha yerli yerine oturmamıştı. Yasa ülkenin her köşesinde eşit ve gerektiği gibi uygulanmıyor, uygulanamıyordu. Bunun bir çok nedeni vardı.
Bir yıl içinde 30 Kasım 2021 tarihine kadar 32,758 istenmiyen hamilelik sonlandırılmıştı ve ülkenin 1.243 hastane ve sağlık merkezinde bu hak kabul edilmişti. Ancak pratiğe sokulmasında çok dengesizlikler yaşanıyordu. Bu konuda çok ileri iller olduğu gibi bir çok ilde de zorluklarla karşılaşılmış, engellemeler yaşanmış. Bazen de müdahaleler başarısız olmuştu.
Bazı durumlarda ve bazı bölgelerde ekonomik ve kültürel çeşitli sorunlarla karşılaşılıyor ve hamileliğin sonlandırılması yapılmıyor. Genellikle de tutucu bölgelerde bu durum yaşanıyor. Hamileliğini sonlandırma isteminde engellerle karşılaşılıyor. Daha mücalelenin sürdürülmesi gerekiyor. Unutmamalı ki bu yasa aynı zamanda anneliğin değerinin kanıtı ve onu öncelik haline getirdiği için çok önemlidir.
Kadınlar bu kampanyanın 16 yıldır sürdüğünü bu doğrultuda çok mücadele verildiğini söylüyorlar. Ve şimdi bu yasanın diğer yasalardaki uzantıları ile mücadele etmeleri gerekiyor. Çünkü diğer çeşitli yasalarda bununla bağlantılı maddeler var. Her bir yasanın tek tek incelenip içinde bu konu ile ilgili kısımlarının değiştirilip yeni yasaya uyarlanması gerekiyor.
İkinci olarak bu hakkın etkin bir şekilde uygulama garantisi profesyonel sağlıkçı sayısı ile ilgilidir. Onların hem yasal olarak hem de tıbbi olarak eğitimi ve ekiplerin kurulması gerekiyor. Dünya Sağlık örgütünün bu konuda önerileri var ve bunlar tam olarak etkin biçimde uygulanmıyor, bilinmiyor. Tıbbi bilgi az. Bir de gebeliğin sonlandırılmasından sonra bakım da çok önemli. Bu konuda çok yerde kalite eksikliğinin olduğu görülüyor. Yada yanlış ve eksik uygulamada cezalandırmaların nasıl yapılacağı tam belirlenmemiş. Bir çok durumda kadınlar acı çekiyorlar. Müdahaleler sırasında hastane personeline saldırılar yaşanıyor. Her bir hastane odasının apayrı bir dünya, apayrı sorunlarla dolu olduğunu söylüyorlar.
Üçüncü olarak ülkenin gerici kesimlerinden bir çok tepki geliyor. Kürtaj yasasının bu konuda da eksikliklerinin doldurulması gerekiyor. Sağ güçler yaygınlaştıkça müdahaleye engeller artıyor. Bazı durumlarda “bu müdahalenin gerekli izni alınmamıştır” sahte iddialarının arkasına gizlenilebiliyorlar. Ayrıca örgütlenmelerini arttırıyorlar. Sırf ülke sınırları içinde değil dış ülkelerdeki sağ güçler ile de dayanışmaları artıyor.
Bir yıllık uygulamayı Arjantin feministleri kutladılar. Ama daha mücadelenin bitmediği sonucunu da çıkarttılar. Şili’de başlayan hareket tüm Latin Amerika’ya hatta dünyaya yayıldı. Ama daha yapılması gereken çok şey var. Feminist kadınlar tüm kıta ile bağlar kurmaya çalışıyorlar. Ama her bir ülkenin farklı farklı özellikleri var. Bu konuda artık ulusal ve uluslararası bir anti-faşist kampanyanın başlatılması gerektiğine inanıyorlar. Karşılarında sağ gerici güçler ile zorlu bir politik mücadele var gibi görüyorlar.