Demokrasinin kaderi işçilerin elinde

İşçi sınıfının en geniş öbekleri bu açlıkla imtihan dönemini büyük bir kabarışla karşılayamazsa bu şölende utanmazca zıkkımlanmaya devam eden sermayenin çok farklı kesimleri can çekişmekte olan iktidarın bünyesine yeni bir can nefesi üfleyeceklerdir.

Enflasyon oranı, Ak Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılından beri en yüksek seviyesine geldi. (Grafik: YetkinReport)

Uzun süreli bir yüksek enflasyon periyoduna girdik. Son 20 yıldır yaşanmadığı kadar hızla yükselen fiyatlarla birlikte yaşayacağız. Bu durumun toplumsal bünyenin yüksek enflasyona alışık olduğu ülkelerde çok önemli politik sonuçlar yaratması beklenmeyebilir ancak bir şok dalgası şeklinde yaşanan enflasyonun toplumsal bunalımı her açıdan derinleştireceği ortada. En son Kazakistan’da gözlemlediğimiz dahil son dönemin tüm büyük halk ayaklanmaları, temel hizmetlere dönük ani fiyat dalgalanmalarından kaynaklanan kendiliğinden hareketler olarak ortaya çıktı. Türkiye’de seçimler, değişimin ana mekanizması olarak kodlandığı için halkın tepkilerinin yönetilmesinin de önemli bir aparatı haline dönüşüyor.

Yüksek enflasyon rakamlarının açıklandığı dakikalarda Erdoğan’ın ihracat rekoru ile böbürlenen bir basın açıklaması yapması tesadüf değildi. Yüksek enflasyon, işçi ücretlerinin düşürülmesinin en önemli aracı. Emekçi sattığı meta olan emek-gücünün fiyatını belirleme kapasitesine ancak sınıfıyla birlikte hareket edebildiği oranda sahip olabiliyor. Oysa AKP iktidarının 20 yıllık geçmişinin en belirleyici motiflerinden bir tanesi sendikal örgütlenmenin büyük oranda tahrip edilmiş olması. Dolayısıyla işçilerin kendi ücretlerini belirleme kapasitelerinin daha da zayıfladığı koşullarda enflasyon çok açık bir biçimde emeğe konan bir vergi, emek gücünün değerini sürekli olarak azaltan bir değişken olarak değerlendirilmeli. Finans kapital, sahip olduğu tekel konumundan yararlanarak ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatlarında anlık düzenlemeler yapabiliyor. Keza devlet de bir Deli Dumrul motivasyonuyla vergi oranlarında hızlı artışlarla gelirlerini artırabiliyor, fiyatlardaki artışlar karşısında uyum sağlaması en zor kesimler ise işçiler. Kolektif aksiyon yeteneği kazamayan sınıfın yüksek enflasyon altında daha da yoksullaşmaması imkânsız.  

Sınıfın örgütlülüğünün belli oranda ayakta kaldığı metal işkolunun ihracat artışında çok önemli bir payı olduğunu biliyoruz. İhracatın en önemli kaleminin otomotiv sektörü haline geldiğini, Türkiye’nin Avrupa’nın en büyük çelik üreticisi olduğunu gözlemliyoruz. Oysa pandemi koşullarında ölümüne çalıştırılan metal işçileri son asgari ücret zammıyla birlikte ücretlerinin asgari ücretin altında kaldığına şahit oldular. Bu durumun yarattığı büyük öfke Trakya-Gebze-Kocaeli-Adapazarı-Bursa hattındaki fabrikaları büyük bir enerjiyle yüklemiş durumda. Birkaç yıl önce Metal Fırtına’dan çetelerin ve devletin gücüyle zar zor kurtulan Türk Metal, bu sefer öfkenin yönetimi konusunda işleri sıkı tutmaya çalışıyor. Geçen hafta sonu yapılan miting, Türk Metal’e iktidar tarafından verilen bir görevin yerine getirilmesi olarak okunmalı. Sınıfın diğer öbeklerinin öfke patlamalarıyla buluşursa metalde ortaya çıkan direniş havası sınıf mücadelesine enerji kazandırmaya aday bir odak olarak değerlendirilmeli.

İktidarın yüksek enflasyon koşullarında halka “köpük alma” dışında vaat edebileceği hiçbir şey yok. Bütün umutların bağlandığı ihracat patlaması işçi ücretlerinin bastırılmasına bağlı, iktidarın kendisini 2023’e atabilmesiyse sermayenin tüm kesimlerini emekçilerin alın terini yağmalamaya çağırdığı bu masanın devrilmemesini sağlamasıyla mümkün. Açgözlü sermaye fraksiyonlarına bu hayasız şölende servis edilen emekçilerin kanı, canı ve geleceğidir. İşçi sınıfının bu masayı devirme iradesini ortaya koyması sürecin en kritik halkasıdır. İşçi sınıfının en geniş öbekleri bu açlıkla imtihan dönemini büyük bir kabarışla karşılayamazsa bu şölende utanmazca zıkkımlanmaya devam eden sermayenin çok farklı kesimleri can çekişmekte olan iktidarın bünyesine yeni bir can nefesi üfleyeceklerdir.

Böylesi bir hareketlenmenin yaratılamadığı koşullarda faşizmin eşik aşan yeni hamleleriyle de karşılaşacağımızın işaretleri her geçen gün daha da belirgin olarak ortaya çıkıyor. HDP’ye dönük Bahçelievler Katliamı girişimi failinin serbest bırakılması ve Erdoğan’ın sokağa çıkacak olanlara dönük aleni tehditleriyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekseninde dönen dolaplarla birlikte düşünüldüğünde yeni bir dönemin açılışı olarak okunmalıdır. Ses yükselterek kontrolü elde tutma girişimlerinin etkili olabilmesi sahada bunun karşılığının da belli ölçüde ortaya konmasıyla mümkündür. Demokrasi mücadelesi iktidarın bu açık restinin daha büyük restle gören bir konum alamazsa sürecin inisiyatifini ele geçirmekte zorlanacaktır.

Sonuç olarak bütün gelişmeler işçi sınıfımızın tüm katmanlarıyla bu her geçen gün derinleşen toplumsal buhrana ne yanıt vereceğine bağlıdır. Sosyalistlerin de güçlerini doğru bir biçimde konumlandırarak sınıfının çıkışını kolaylaştıracak öncü hamleleri güçlü bir biçimde ortaya koyabilmesi çok belirleyici sonuçlar ortaya çıkaracaktır.