Devalüasyon, sokak, sandık…
İdeolojik hegemonyayı aşarak sınıfın tepkisini örgütlemeye ve sokağa taşırmaya çalışacak devrimcilere karşı da ekonomik kurtuluş savaşı söylemiyle kışkırtılmış faşist kitle ve Cumhur ittifakının belkemiği polis teşkilatı harekete geçirilecektir. Sokağa çıkmayı provokasyon olarak niteleyen ve her seferinde başını giyotine uzatmaktan geri durmayan restorasyonun sözcüleri de sürece laf salatasıyla eşlik edecektir. İktidarın projesi bu çerçevede gelişmeler ummaktadır.
23 Kasım’da Türk Lirası tarihinde günlük en yüksek ikinci değer kaybını yaşadı. Sabit kur politikasının uygulanmadığı bir dönemde yaşanmasına zor ihtimal verilecek bir tablo…23 Eylül’deki faiz indirimi süreci başladığından beri devalüasyon %32-33’ü aşmış durumda. Erdoğan’ın 22 Kasım akşamı yaptığı konuşma faiz indirimlerinde ve liranın değer kaybına ilgisizlikte kararlılık olarak okununca dolara yönelik oluşan yüksek talep böylesi bir sonuca yol açtı. İktidar şimdilik liranın değersizleşmesini faiz artırarak kontrol altına alma alışkanlığından vazgeçeceğini ifade etmiş oldu.
İktidarın ekonomiyle ilgili bir planı var mı? Evet, var.
Devalüasyon aslında yabancı yatırımcılar için emek maliyetlerinin radikal bir biçimde düşürülmesi anlamına geliyor. 1980 darbesi sonrasında gerçekleştiği gibi reel işçi ücretlerini hızla düşürmek, iç talebi yüksek enflasyonla baskılamak ve ihracat ürünlerini ucuzlatmak iktidarın kısa ve orta vadeli planlarının temelini oluşturuyor. Bu planlar MGK toplantısının ilk maddesine de yansıdı.
Faizlerin düşürülmesi sadece kamu bankalarının üst orta sınıflara rant geliri sağlayacak konut kredisi dağıtımını mümkün kılacak. İthal ürün maliyelerinin bu kadar yükseldiği bir dönemde büyümenin iç talebe yaslanabilmesi mümkün görünmüyor. Merkez Bankası’nın politika faizini düşürmesi bu istikrarsızlık ortamında ticari kredi faizlerinin hızla düşmesine yol açmadı. Üst orta sınıflar hem bankalardaki döviz tevdiat hesaplarından elde edecekleri arbitraj gelirleriyle hem de kamu bankalarının ucuzlayan kredilerine ulaşım olanaklarıyla yaşanan son türbülansın en büyük kazananları olarak değerlendirilebilir.
İktidara yakın medya asgari ücretin dolar cinsinden ne kadar düştüğünü bir zafer edasıyla haberleştiriyor. İktidar, sermayenin tüm kesimlerine açlık ücretlerine talim edecek bir işçi sınıfını masaya sürerek pazarlık teklif ediyor. “Ucuz dış kaynak akışı kesintiye uğrayacaksa o zaman bunu, neredeyse Çin’deki tüm eyaletlerin asgari ücretinin altına gerileyen işçi ücretleriyle telafi edelim.” İktidar iç talebi baskılayarak, ucuz ihracatla cari fazla vererek ekonomiyi yapısal bir dönüşüme uğratabileceğini düşünüyor.
Bu planın, küresel ekonomik koşullara ne kadar uyumlu olduğu tartışmasına şimdilik girmeyelim. Ancak planın ağırlık merkezi işçi ücretlerinin reel olarak daha da aşağılara çekilmesidir.
Dolayısıyla yaratılan beklenti oranında bir asgari ücret zammı gerçekleşmeyeceği ortadadır.
İktidar 12 Eylül sonrasında askeri darbe koşullarında hayata geçirilen bir projeyi, seçimlerin var olduğu koşullarda hayata geçirebilir mi? İşçi ücretlerini baskılamanın siyasi faturasını ödemek zorunda kalmayacak mı?
Rejim, Erdoğan’ın işçi sınıfının belli kesimleri üzerindeki ideolojik hegemonyasının tüm yıpranmışlığına rağmen süreci yönetmeye yeterli olacağını hesaplıyor. 20 yıllık AKP iktidarı, işçi sınıfının sendikal örgütlülük kapasitesini büyük oranda imha etmeyi başardı. 1990’larda ülkeyi sallayan, sendika ağalarını ağaçlara tırmanmak zorunda bırakan Türk-İş mitingleri olabiliyordu. Bugün istatistik yayınlamak dışında pek bir işlevi kalmayan sendika konfederasyonları fiilen yok hükmündedirler.
İdeolojik hegemonyayı aşarak sınıfın tepkisini örgütlemeye ve sokağa taşırmaya çalışacak devrimcilere karşı da ekonomik kurtuluş savaşı söylemiyle kışkırtılmış faşist kitle ve Cumhur ittifakının belkemiği polis teşkilatı harekete geçirilecektir. İstanbul’u küresel suç örgütlerinin arka bahçesi haline getiren sürecin mimarı iktidarın mafyatik uzantıları derme çatma mektuplarla halkı tehdit edecektir. Sokağa çıkmayı provokasyon olarak niteleyen ve her seferinde başını giyotine uzatmaktan geri durmayan restorasyonun sözcüleri de sürece laf salatasıyla eşlik edecektir. İktidarın projesi bu çerçevede gelişmeler ummaktadır.
Ancak evdeki hesabın çarşıya uyması oldukça zordur. Ekonomik şokun yarattığı şok ve öfke dalgaları çok şiddetlidir. İhracat patlaması için gözünün içine bakılan küresel piyasalarda yeni bir varyantın ( B11529) tedirginliği şimdiden baş göstermiştir. FED’in ABD’de yükselen enflasyon dolayısıyla faiz artırımına daha erken başlayacağına dair beklentiler atmakta ve küresel talebi baskılamaktadır.
Halkın yaşananlar sonrasında çok büyük bir belirsizlik içine düştüğü ve arayışta olduğu açıktır. Hem cumhur hem de millet ittifakları beklentileri karşılamamaktadır.
Böylesi koşullarda hele de en önemli hesaplaşmanın gelir dağılımı ve ücret adaleti üzerinden döneceği koşullarda sosyalistlerin esnek ama kararlı bir iş birliği çerçevesinde emekçi mahallelerinde, işçi havzalarında ve fabrikalarda, ofislerde, plazalarda yürüteceği güçlü bir sosyalist, eşitlikçi ve yeniden paylaşımcı bir mücadelenin çok belirleyici etkileri olabilir. Ancak bunun ne kadar merkezi ve koordineli işlemesi gerektiği geçtiğimiz haftanın deneyimi tarafından da açıkça gösterilmiştir. Sokakta kalmanın sürekliliği dahi güçlerin merkezi koordinasyonu ile mümkün olabilir. “Öncelikle bir kendimi göstereyim” mantığını aşamayan eylem biçimleri geçmiş dönemin davranış kalıntılarının aşılamadığını gösteriyor.
Ekonomik katastrofizm halk güçlerinin en büyük düşmanıdır. Ekonominin kötüye gitmesi iktidarı yıpratıyor ancak kararlı ve süreklileşen bir mücadele örgütlenemediği müddetçe iktisadi krizin iktidarı kendiliğinden bir sandık yenilgisiyle yerinden edeceği beklentisi gerçekçi değildir.
Emekçilerin sokaklarda açlık ve yoksulluğun hesabını sormadığı bir ülkede adil bir seçim için sandıklar da kurulamaz.