Yeni Siyasi Denklem ve HDP
Demitaş’ın demokrasi ittifakına yönelik önerileri ışığında 2019 İstanbul yerel seçimlerinden bu yana yaşananları değerlendirmek anlamlı olacaktır. Bu değerlendirme, geleceği inşa çabamızda somut meselelere yoğunlaşmamız ve daha güçlendirici bir pozisyon almamız açısından önemlidir.
Yeni egemen siyasetin kurulması ve içeriğinin belirlenmesine yönelik baş döndürücü hızda gelişen olayları yaşıyoruz. “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye ve Irak’taki görev süresini iki yıl uzatan tezkereye ‘hayır’ diyen CHP demokratikleşme yolunda kendini aşıyor” derken, sonraki birkaç gün içinde yaşananlar CHP’nin sınıfsal konumunu ve devlet geleneğinin taşıyıcısı misyonunu hemen hatırlatıyor. Kılıçdaroğlu, “HDP’yi PKK’nın yanında konumlandırıyoruz” diyen Meral Akşener’le Türk Dünyası Ülkeleri 30. Bağımsızlık Yılı Sanat Kutlamaları’na katılıyor. Burada “Altı büyük Türk devleti bir araya gelip gücünü ortaklaştırdığı zaman dünya tarihine yenilik katacaktır” türünde hamasi sözler sarf ediyor. Milliyetçi söylemlerin Bahçeli’yi de aştığı durumlara tanık oluyoruz…
Yıpranan Cumhur ittifakının yerine ne konulacak? Ortada duran çok seçenekli tabloda, “yeni bir merkez-sağ siyasetin inşası” olasılığı ağırlık kazanmaya başladı.
Yeni bir kavşaktayız ve egemen sınıfların çeşitli kanatlarının yine egemen siyasal zeminin oluşma sürecindeki ağırlığını hissediyoruz. Devlet aklının, otoriterleşme sonrası gelişebilecek demokratikleşme olanaklarını sağcı refleksle bastırma harekâtı baskın hale geliyor.
Millet ittifakının, Gelecek ve Deva Partilerini de kapsayarak, yeni düzen için merkez-sağ bir iktidar tasarladığı açıkça ortaya çıkıyor. Tabii bu süreç, ABD’nin, AB’nin ve uluslararası finans kapitalin “yeni Türkiye” beklentileriyle uyumlu bir tarzda ilerliyor.
Buradan yola çıkarak çok net söyleyebiliriz; “Ne Cumhur ittifakının konsolidasyon, ne de millet ittifakının restorasyon çabaları, işçilerin ve Kürt halkının demokratik, sınıfsal taleplerini kapsamıyor. Egemen sınıfların çeşitli fraksiyonlarının politik projelerinin altında ezilmemek ve inisiyatif kazanmak için, bağımsız mücadele hattını inşa etmek tarihi bir önem arz ediyor.”
HDP, sosyalistler ve demokrasi güçleri, yeni egemen siyasal zeminin oluşmasını etkileyecek potansiyel güce sahiptir. Bu gücün harekete geçmesinin karşısında yalnızca AKP, MHP, İyi Parti’nin konumlandığını düşünmek büyük bir eksikliktir. CHP’nin her kritik momentte sergilediği devletçi reflekslerini ve sürekli sağa açılıma odaklanan politikalarını da göz önüne aldığımızda, CHP de önemli bir engel olarak durmaktadır karşımızda.
Bu engellerin aşılması için HDP, sosyalistler ve demokrasi güçlerinin her zamankinden daha etkin politika yapması gerekiyor. AKP-MHP sonrasında oluşacak yeni politik rejimin sınırlarını halk demokrasisine doğru geliştirme perspektifi taşıyan sol-sosyalist güçler açısından, parlamenter sisteme dönüşün temel hedef alınmasıyla sınırlı kalınacak bir gidişat kabul edilemez. Türk ve Kürt halklarının arasında barışın ve demokratik ortak yaşamın koşullarının sağlandığı; ekonomi politikalarının işsizliğe, yoksulluğa ve güvencesizliğe karşı emekçilerden yana belirlendiği toplumsal düzen için güçlerimizi birleştirilmeli, mücadeleyi kararlıca yükseltmeliyiz.
Selahattin Demirtaş’ın seçim sürecinde izlenecek yolu şu şekilde tarif etmesi de oldukça anlamlıdır:
“Sol parti ve hareketlere önemli, tarihsel görevler düşüyor. AKP sonrası Türkiye’de demokrasi inşa edilecekse eğer, sol olmadan, emeğin sesi olmadan yeni rejimin inşasına göz yumulmamalıdır. Hem demokrasinin inşası sürecinde, hem de emek mücadelesinin yükseltilmesi için şimdiden yapılacak hazırlıklar hayati derecede önemlidir.”
Yine Mithat Sancar’ın şu sözleri de benzer bir yöne işaret etmektedir:
“Milletvekili seçimlerinde tutumumuz, demokrasi güçleriyle, toplumsal muhalefetle, ezilenlerle, emekçilerle, ekoloji mücadelesi yürütenlerle, kadınlarla, gençlerle yürüttüğümüz mücadele birliğini, demokrasi ittifakını daha da büyütmek ve güçlendirmektir. Bunun dışında bir ittifak arayışımızın olmadığını bir kez daha açıkça ilan ediyoruz.”
Demitaş’ın demokrasi ittifakına yönelik önerileri ışığında 2019 İstanbul yerel seçimlerinden bu yana yaşananları değerlendirmek anlamlı olacaktır. Bu değerlendirme, geleceği inşa çabamızda somut meselelere yoğunlaşmamız ve daha güçlendirici bir pozisyon almamız açısından önemlidir. Demirtaş, önerisini şöyle ifade ediyor:
“Sol ve sosyalist güçler, hem seçimlerin ardından demokrasinin inşasında nasıl roller alabileceklerini ve hem de emek mücadelesini yeni dönemde nasıl başat hale getirebileceklerini tartışıp netleştirmek ve emekçilerin huzuruna ortak bir tutum belgesi, bir yol haritasıyla çıkmayı başarmak zorundadır.
Kişisel ve partisel çıkarlar gözetilmeden güçlü bir sol blok inşasına gidilebilir. Bu sol blok, tüm demokratik partilerin içine dağılıp seçimleri ve sonrasındaki süreçleri emekçiler lehine etkileme gücüne ulaşabilir. İlle de herkesin bir tek partide buluşup birleşmesi de gerekmiyor. Uygun yöntemlerle, solu iktidar ortaklığına taşıma gayreti içinde olmak gerekir. Meclise, bürokrasiye ve iktidara olabildiğince nitelikli, birikimli sol, emekçi kadroyu taşıyabilmek, temel hedeflerden olmalıdır.”
2019 İstanbul yerel seçimlerindeki başarı, HDP ve sol-sosyalist güçlerle CHP’nin ortak katkılarıyla gerçekleşti. Özellikle seçimin yenilenme aşamasında sandık güvenliği ve oyların sayımı sırasında iş birliği katlandı. CHP’nin bu süreçteki politik tutumunda sosyal demokrat çizgi daha ağır basıyordu. Seçilebilir yerlerden belediye meclisi adaylarının Kürt, kadın ve sosyalist olmasının önü açıldı. Beyoğlu Belediye Başkanlığına Alper Taş CHP’den aday gösterilerek sol kesime de güven verilmeye çalışıldı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçiminde oyların yüzde 54,22’sini alan Ekrem İmamoğlu, 806 bin oy farkla seçimi kazandı. Aradan yaklaşık 2,5 yıla varan bir zaman geçti; bu süre zarfında İstanbul Büyükşehir Belediyeciliğinde yaşananları HDP ve demokrasi güçlerinin CHP ile etkileşimi çerçevesinde değerlendirmek, önümüzdeki gündemleri daha gerçekçi ele almamıza hizmet edecektir.
CHP açısından da gelecek dönem siyasetinde “bir model” olarak İstanbul Büyükşehir Belediyeciliği çok büyük önem arz ediyordu. Gerçekten de Ekrem İmamoğlu, bu sorumluluğun gerektirdiği ciddiyetle bir yerel yönetim anlayışını uygulamaya soktu. Saray’ın yarattığı rant-yağma-talan düzeni karşısında sosyal belediyecilik anlayışının hayata geçirilmesiyle, halkın sorunlarını çözebilecek bir iradeye güven sağlanabilir ve gelecek kazanılabilirdi.
Demokratik, katılımcı, şeffaf, hesap verilebilir, kolektif akılla beslenen, kapsayıcı nitelikte; halkın, kitle örgütlerinin, meslek odalarının dâhil olabildiği bir mekanizmayla belediyeyi yönetme anlayışı savunuldu. Kent yoksulluğu ile mücadele edilmesi ve pahalı yaşamı ucuzlatılması, işsizliğe çözüm bulunması, cinsiyet eşitliği ile ilgili etkin planlamaların hayata geçirilmesi hedeflendi.
İBB Meclisi’nde çoğunluk sağlanamaması önemli hizmetlerin hayata geçmesini zorlaştırsa da AKP-MHP bloğunun bu engelleme çabaları birçok noktada ters tepti. Yeni taksi sistemi konusundaki engelleme, halkın İmamoğlu’na yönelik sempatisini daha da artırdı. Aynı şekilde Kanal İstanbul projesine karşı geliştirilen etkin muhalefet, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine karşı düzenlenen kampanya, sosyal hizmetlere ağırlık verilmesi, üniversite gençliğinin sorunlarını hafifletici somut çözüm olanakları sunulması, kadınlara yönelik politikalarda kadın bakış açısının egemen hale getirilmeye çalışması gibi uygulamalar geniş kitlelerde olumlu etkiler yarattı.
“Geleceğin kurucusu olma” iddiasındaki CHP’nin İBB’de başarılı bir model sunmak için tüm olanaklarını seferber ettiğini görüyoruz. Ekonomik krizin yarattığı yıkıma karşı AKP’nin geliştirdiği sosyal politikalar, onu iktidara taşımıştı. Bugünün “yeni” kurucu aktörleri de iktidara benzeri yollardan yürünmesi gerektiğinin farkında…
Şimdi çok daha sarsıcı bir kriz süreci içerisindeyiz. Neoliberal sermaye birikim modelinin iflasını yaşıyoruz. İşte tam böyle bir dönemde CHP, yoksulluğa, işsizliğe, eşitsizliğe karşı halka güven verecek politikaları belediyelerde uygulamaya sokuyor. Ekrem İmamoğlu’nun uyguladığı belediyeciliğin anti-kapitalist bir toplum tasavvuruna dayanmadığı çok açık; fakat “bu politikaların kapitalist eşitsizlikleri bir nebze ehlileştirmeye hizmet ettiğini” söyleyebiliriz.
Ayrıca İmamoğlu’nun politikalarının şekillenmesinde toplumsal muhalefetin yarattığı etkileri yok saymamız büyük haksızlık olur. Kadın hareketinin gücünün etkisi, 2013 yılında gelişen Gezi eylemlerinin yarattığı dalgalar, yine Kürt hareketinin ağırlığı, CHP’yi ve politikalarını etkiliyor, dönüştürüyor. Gezi direnişinin sembol ismi Tayfun Kahraman İBB’de görev aldı. Bağımsız feminist kadınlar, belediyenin kadın politikalarını belirleyecek alanlarda yer alabiliyor. Siyasi iktidarın hedef gösterdiği, kriminalize ettiği STK temsilcilerinin projeleri belediye olanaklarıyla hayata geçirebiliyor…
Önümüzdeki süreçte CHP’de sosyal demokrat çizgi mi güçlenecek; yoksa merkez sağ zeminde bir iktidarın kurulmasına öncülük edecek bir CHP mi göreceğiz? Kuşkusuz bu sorunun yanıtı yalnızca partinin iç dinamiklerine bağlı değil. Başta HDP’nin alacağı pozisyon olmak üzere, devrimci-demokrasi güçlerinin, kadın mücadelesinin, işçi sınıfının etkisi ve bağımsız politik hattının gücü bu noktada önem kazanıyor.
Tekrar İBB’nin 2,5 yıllık sürecine bakalım. Kadın hareketinin etkisini, Gezi’nin açığa çıkarttığı yeni muhalefet tarzının sirayetlerini görebildiğimizi belirttik. Fakat bu noktada CHP’nin önümüze diktiği engeller, sıraladığımız bu olumlu adımlarından daha büyük. Sevgili Demirtaş diyor ya; “Uygun yöntemlerle, solu iktidar ortaklığına taşıma gayreti içinde olmak gerekir. Meclise, bürokrasiye ve iktidara olabildiğince nitelikli, birikimli sol, emekçi kadroyu taşıyabilmek, temel hedeflerden olmalıdır.” İşte bu konuda ne kadar yol alınabildi; bunu tartışmak gerekiyor…
Her şeyden önce “İBB bürokratik mekanizmasını ve kadrolarını eski iktidarın izlerinden arındırmak” çözülmesi gereken zor bir sorun. Yılların işleyişi ve yapısı, yeni düzenlemelerin ve yeni anlayıştaki politikaların hayata geçmesini çok zorlaştırıyor.
İttifak politikası ile kazanılan bir yapıda ittifak güçleri arasında uyum ve denge kurulması, işlerin gerçeklik kazandığı alanda çok zorlu ve başka güç dengelerinin kendisini konuşturduğu karmaşık, kaotik bir süreçle oluyor. İyi Parti gibi bir ittifak gücüyle sol-sosyal demokrat politikalar her birimde işler kılınabilir mi? Cinsiyet eşitliği bakış açısının her birimde içselleştirilmenin önü açılabilir mi? Ayrıca demokrasi güçleri zorlamasa, CHP yerel yönetimlerde yeni bir anlayış geliştirmeye niyetli mi? Bütün bunlar kocaman birer soru işaretleri…
Çeşitli güç dengelerinin ve farklı kliklerin bürokrasiye yansımalarının yarattığı rekabetçi ortamda, bu saha içine serpiştirilmiş emekten, özgürlükten yana kadroların alan kazanıp güç olabilmesi çok kolay olmayacaktır. Soldan, emekten yana kadrolarla, neoliberal anlayışın şekillendirdiği -belediyecilik konusunda çok daha donanımlı ve PR uzmanı (!)- kadro modeli arasındaki eşitsizliği, hiyerarşiyi aşmak zorlayıcı olacaktır.
Emekçi, kolektif gücün temsilcisi, dayanışmacı, sol, sosyalist kadroların, yaşadığımız bu iki buçuk yıllık zaman zarfında ezilen kesimlerin çıkarlarını savunacak, güçlendirecek pozisyonlara gelebilmesinin mümkün kılınmadığını söyleyebiliriz. Bu konuda yapılanlar göstermelik kaldı; böylesi kadrolara etkisiz ve görünmez olarak var olma şartları dayatıldı. Birlikte kazanılan güneşin sofrasında yer almak, göründüğü kadar kolay olmuyor. Yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot’lar misali romantizm ve katı piyasa gerçeklikleri arasında salınan bir pozisyonda kalmak istemiyorsak, yaşanılan deneyimlerin dersleriyle yeni sürece çok daha hazırlıklı girmemiz gerekiyor.
HDP halk desteğini, oy potansiyelini, aldığı bütün darbelere rağmen koruyor; siyasette yeni bir sayfa açılırken HDP’nin kilit pozisyonu yine sürüyor. Kadrolarının, yerel örgütlerinin üzerindeki nefes aldırmamacasına süren baskılar kadro sürekliliğini engelliyor. Bu durum ister istemez HDP’nin örgütsel yapısının güçlenmesini ve kadrolarının siyasi birikimini geliştirmesini zorluyor.
HDP’nin örgütsel yapısını güçlendirmesi, kitleyle bağ kurma kanallarını geliştirmesi, kadrolarının birikimine önem vermesi; üstüne düşülmesi gereken birincil meselelerdir. Sınıf hareketi ve diğer mücadele dinamiklerinin güçlenmesi, HDP’nin rolünü de daha etkin kılacaktır.
İstanbul özelinde düşündüğümüzde, HDP’nin ilçe örgütlülükleri ne kadar güçlüyse ve tabanını ne kadar etkin mobilize edebiliyorsa, yerel yönetimlerdeki alanı da o kadar genişleyecektir. Yerellerdeki engeller, yerel halkın gücüyle, kolektif var oluşuyla aşılabilecektir. Ayrıca, yerel yönetimlerle karşılıklı beklentilerin kurumsal mekanizmalara dayandırılmasının önemi, yalnızca iyi niyete veya verilen sözlere bağlanmaması gerektiği, bunca yıldır yaşanan deneyimlerle görüldü; sonraki adımlarda bu deneyimin ışığında yol alınması da önemli olacaktır.
HDP’nin, yerel yönetimlerde görev alan emekten, özgürlükten yana kadrolarla ilişki geliştirmesi; yerellerde onlarla ortak tutum geliştireceği zeminleri inşa etmesi gerekiyor. Şu an bile İBB’de hasbelkader rol alan sol, feminist, Kürt kadroların birbirleriyle daha sistematik ilişkilenmesi, organize olabilmesi, demokrasi güçlerinin etkisini arttıracaktır.
Kapitalizmin sosyal ve ekolojik yıkımları yeryüzünü cehenneme çeviriyor. Restorasyon ya da konsolidasyon; kapitalist sistemin bekasını esas alan burjuva siyasi seçeneklerin hiçbirisi bu yıkıma karşı herhangi bir tutum almayacaktır. Esas olan, emekten, demokrasiden, özgürlükten ve doğayla uyumlu bir yaşamdan yana bağımsız mücadele çizgisini büyütmektir.
Ülke siyasetinde kartlar yeninden karılıp, yeni bir sayfa açılmaya çalışılırken, HDP’nin demokrasi ve özgürlük alanını genişletecek bir pozisyon alması da son derece önemlidir. Bu alanın genişlemesi, sözünü ettiğimiz bağımsız mücadele çizgisinin zeminini güçlendirecektir. HDP, bunu başaracak tarihsel birikime ve potansiyele sahiptir.