Kadın hakları ve ABD’nin Afganistan’daki ‘medenileştirme’ misyonu

Jacobin, New York Times, The London Review, Current Affairs, Middle East Eye gibi mecralarda da yazıları yayımlanan yazar Belen Fernandez’in Al Jazeera’daki yazısını Ayşe Tansever çevirdi: “ABD’nin ne Afganistan’daki ne de dünyanın herhangi bir yerindeki emperyal çabaları, kadın haklarına hiçbir zaman bir fayda sağlamadı.

Temmuz ayında, şimdilerde portre sanatçısı olan savaş suçlusu ABD Eski Başkanı George W. Bush, ülkenin işgal edilmesi emrini verdikten yaklaşık 20 yıl sonra ABD birliklerinin Afganistan’dan çekilmek üzere olmasına hayıflandı.

Bush, Amerika’nın geri çekilmesiyle birlikte Afgan kadınların ve kız çocuklarının “akıl almaz bir acı” çekecekleri konusunda uyarıda bulundu. Bu, en hafif tabirle, yalnızca Afganistan’da 47 bin sivili(kadınlar dâhil) öldüren ve milyonlarca insanı yerinden eden, “teröre karşı savaşı” başlatan bir adamdan gelen ironik bir değerlendirmeydi.

Şüphesiz ki, Taliban yüzünden Afgan kadınlarının içinde bulunduğu durum, daha başından beri ABD’nin askeri yıkımı için kullanışlı bir bahane sundu.    

11 Eylül saldırılarının ortaya çıkmasından çok daha önce, ABD’li politikacılar, ünlüler ve kendisine feminist aktivist diyenler, Afganistan’daki emperyal-jeostratejik çıkarlarla örtüşen bir şekilde kadınların “özgürleşmesi” için uğraşıyorlardı. New York Times’ın terminolojisini ödünç alacak olursak, “B-52’lerin yerle bir eden bombardımanı”, bırakalım başka herhangi bir organizmayı,  sanki kadınlar için iyi bir şeymiş gibi…

Bush işgalinin başlamasından bir ay sonra, Kasım 2001’de, zamanın First Lady’si Laura Bush, ABD’li bir hayırsever gibi radyodan dinleyicilere “terörizme karşı mücadelenin” aynı zamanda “kadın hakları ve itibarı için bir mücadele” olduğuna dair güvence verdi ve Afgan kadın ve çocuklarının durumunun “gözdağı vermeye ve kontrol etmeye çalışanlar tarafından yürütülen kasıtlı insan zulmü sorunu” olduğunu söyledi.

Aynı şeyin Kunduz’daki Sınır Tanımayan Doktorlar hastanesini, Lockheed AC-130 savaş gemisiyle bombalama, hastaları yakma ve sağlık personelinin kafasını kesme gibi “işleri” yürüten işgalci ABD güçleri için de söylenebileceğini boş verin.

First Lady radyo konuşmasında haklı olarak şunu açıkladı: “Dünyanın dört bir yanındaki medeni insanlar, sadece kalpleri Afganistan’daki kadınlar ve çocuklarına üzüldüğünden değil, aynı zamanda Afganistan’da teröristlerin biz hepimize nasıl bir dünya dayatmak istediklerini gördüğümüz için korku içindeler. ”

Küresel süper gücün kendisinin herkese dayattığı dünyaya gelince, ABD’nin 1996’da Irak’a uyguladığı yaptırımların yarım milyon kadar her iki cinsten çocuğun ölümüyle sonuçlanan uygarlaşma girişimlerinin kırdığı uluslararası kalplerden söz edilmedi.  

Gerçekten de, ABD’nin Orta Doğu ve diğer yerlerde, asırlık sömürgeci retoriğinin bir parçası olarak Afganistan’da bir parça şeffaf oryantalist uygarlaştırma misyonu, onun dünya çapında kadınlara uygar olmayan muamele sicilini hatırladığınızda, daha da mide bulandırıcı hale geliyor.

Saymakla bitmez yaptıklarından bir örnek vermek gerekirse, 1970’lerde ABD Arjantin’deki askeri cuntaya “teröristlerin” peşine düşmeleri için yetki verip, solcu oldukları şüphesi ile 30.000 kişiyi uçaktan denizde ölüme atmışlardı.

BBC, Arjantin ordusunun “hapishanede doğum yaptıktan birkaç gün sonra katledilmelerine izin vererek hamile kadınları öldürmenin en uç noktasına vardığını” belirtiyor. 

Bu nasıl kadın haklarıdır? 

ABD, ayrıca, İsrail’e erkek ve oğlan çocukları ile birlikte Filistinli ve Lübnanlı kadın ve kızları katletmesine sınırsız yetki vermiştir.

Bu arada, ABD’nin artık kurumsallaşmış olan İsrail’in bölgesel Arapları terörize etmesini desteklemesi, 11 Eylül saldırılarını körüklemede küçük bir rol oynamadı. Usame bin Ladin ile röportaj yapan ilk Batılı gazeteci merhum Robert Fisk’in 11 Eylül vesilesiyle ileri görüşlü bir şekilde yazdığı gibi, “Bu savaş özünde dünyanın önümüzdeki günlerde inanması isteneceği gibi, teröre karşı demokrasi savaşı değildir.”

Aynı zamanda, “ABD füzelerinin Filistin evlerine fırlatılmasını,  1996’da helikopterlerinin Lübnan ambulansına füze atmasını ve ABD müttefiki İsrail tarafından giydirilip kuşatılan ve para verilen Lübnanlı milislerin kamplarda mültecileri hacklayıp, tecavüz edip katlettiklerini ” de yazan oydu.   

Bu son referans, 1982’de Beyrut’ta Sabra ve Şatila Filistin mülteci kamplarında birkaç bine yakın insanın katledildiği ve hemen ardından R.Fisk olayın ilk elden tanık olduğu üç günlük katliamdı. Pity the Nation adlı kitabında, çamurlu beyaz bir elbise içindeki küçük çocuğun “beynine sıkılmış bir kurşunla başının arkası uçtuğu için yola atılmış bir oyuncak bebek gibi yattığı”,  türden sahneleri anlatır. 

Bu arada “kucağında küçük bir bebek tutan” bir kadın cesedi yerdedir ve biraz ileride birisi “başka bir kadının karnını yarıp açmış, sonra yukarı doğru kesmiş, belki de doğmamış çocuğunu öldürmeye çalışıyordu” diye yazar.

Columbia Üniversitesi tarihçisi Rashid Khalidi’nin yinelediği gibi: “ABD, 1982’de Beyrut’ta Filistinlilerin katledilmesinden sorumluydu.”

“Uygarlık” demek fazla olur 

Yine de Batı, uygarlık misyonlarından ya da onları ayakta tutan tüm yalanlardan asla bıkmaz. Yorulmadan kamu bililincini etkileyen şeyleri pazarlayan Batı basını da halkları aldatmaya alışmıştır, dünyevi gerçeklerden görünüşte etkilenmeyen bir kamu bilincine yorulmadan aynı retoriklerle seslenir durur.  

Ünlü ABD gazetesinin diplomalı dış ilişkiler köşe yazarından başka bir yere bakmaya gerek yoktur. Emperyal kibrin afiş çocuğu ve ABD’nin Arap/ Müslüman dünyasına cinsiyet eşitliği ve kadın hakları üzerine amansızca ders veren, ataerkil, cinsiyetçi küçümseme markasının tam örneği: New York Times’tan Thomas Friedman

Longitudes& Attitudes: 11 Eylül’den Sonra Dünyayı Keşfetmek, adlı kitabında Friedman, Afganistan’daki Bagram hava üssünde, El Kaide savaş esirlerinin ABD’nin izniyle “akıl almaz deneyimler” den geçirdiği bir sahneyi hatırlatarak, oryantalist bir kendinden geçme durumunu anlatır.  İddiaya göre bu eşsiz eğitimde El Kaide üyelerinin “James Michener’in dediği gibi, ‘sadece erkeklerin görüldüğü bu acımasız, çirkinlikler ülkesinde yaşarken’ birden “miğferinin altından sarışın buklelerin döküldüğü, kolundan bir M16 sarkan bir kadın tarafından korunmaya” çalışıldığını görür.  

Ne de olsa, görünüşte toplumsal cinsiyet konusunda aydınlanmış New York Times köşe yazarı kadınların güçlenmesi konusunda, sarışın saç buklelerin silah haline getirilmesiyle kendinden geçmeden başka bir şey söyleyemez.

Akıllara durgunluk veren deneyimler bir yana, kendi saflarında tecavüz ve cinsel saldırı salgınıyla ünlenmekten muzdarip olan, dünyanın her yanında kadınları öldüren ve başka şekillerde cezalandıran bir ordunun, kadınların kurtuluşu için bir planı olmadığını söylemeye gerek yoktur.

Bugün ABD’nin geri çekilmesi arkasından bazı ilgili tarafların Afgan kadınlarını  şu anda içinde bulundukları durumdan kurtarmak için, daha fazla Batı müdahalesi gerektiği akıllara durgunluk veren inancına çok teşekkürler, bunun sorumlusu da büyük ölçüde ilk etapta Batı müdahalesidir.  

ABD’nin sondan bir önceki tercihi, varoluşsal tehdidi komünizme karşı savaşının, Afganistan’da “terörist tehdidinin” yükselişi için doğrudan zemin hazırladığı gerçeğinin ötesinde, ABD’nin hiçbir zaman fiilen ülkedeki kadınların kaderini geliştirme diye bir derdi olmadığının birçok göstergesi vardır. 

En son Beyaz Feminizme Karşı (Against White Feminism) kitabın yazarı Rafia Zakaria’nın The Nation’da yazdığı makalesinde belirttiği gibi,  ABD’deki beyaz feministler en başından beri, Afganlı kadınların kendileri ne düşünürse düşünsün  “savaş ve işgalin Afgan kadınlarını özgürleştirmek için gerekli olduğu” kararını verdiler.  

Açıkçası, kadınları bombalanıp işgal edilmek istemedikleri çeşitli özgürlükleri bombalayabileceğinizi ve işgal edebileceğinizi düşünmek için belirgin bir emperyalist yanılsama düzeyi gerektirir.

Zakaria, ABD’nin “kurtarıcı sanayi kompleksine akıttığı yüz milyonlarca dolarlık kalkınma yardımının, ikinci dalga feministlerin, kadınların kurtuluşunun kadınların kapitalist bir ekonomiye katılmasının otomatik sonucu olduğu varsayımına dayandığını” belirtiyor. Kapitalizmin, emperyalizmin ve tüm bu güzel şeylerin baskıcı ataerkil doğası göz önüne alındığında, beklenen ancak korkunç derecede yanlış bir varsayım.

Emperyalist bir bakış açısından bu kuşkusuz ABD askeri barbarlığını aklamak için son derece yararlıdır.

İsterseniz buna beyaz kadınların yıkama biçimi deyin.

Ancak George W. Bush gibileri, ABD ordusunun geri çekilmesinin ardından Afgan kadınlarının başına gelecek olan “tarif edilemez zararı” kınamaya devam ederken, ataerkil kapitalist bir toplumun ABD kadınlarına verdiği zararı da düşünmekte fayda var. Sağlık hizmetleri veya çocuk bakımı veya bir kadın veya insanın yararına olabilecek herhangi bir şey yerine trilyonlarca doları ABD askeri şirketlerinin yurtdışındaki savaşlarına harcıyor.

Sonuçta böyle bir hesaplaşma, gerçek bir uygarlaşma görevi olacaktır.