Erken seçim mi devrim mi?
Artık sandığın, hele de merkezi iktidarın el değiştireceği bir seçimin normal bir biçimde, sadece oy verme olarak yaşanmayacağı bütün boyutlarıyla açıklık kazanmış değil mi?
Deniz Poyraz’ın bir faşist katil tarafından katledilmesi ve neredeyse eş zamanlı bir biçimde HDP’ye açılan kapatma davasının kabul edilmesi siyasette yeni bir yön alma ve hızlanmanın işareti olarak okunmalı. HDP’nin kapatılmasının, iktidar bloğunun kafasındaki seçim takvimiyle uyumlu bir biçimde gerçekleştirileceği unutulmamalı. HDP seçmeninin sandıktan azami düzeyde uzak tutulması iktidarın ana politik izleği. Yedek partinin kurdurulmasının engellenmesi, hatta bir ihtimal yedek parti haline dönüşebilir diye Yeşiller Partisi’ne alındı belgesinin verilmesi konusunda ipe un serilmesi, “kendini feshetsin parti” tuzağından sakınmanın ne kadar anlamlı olduğunu gösteriyor. Hukuğun normal zamanlardaymışça işleyeceğine dair naif inanç, kimi liberallerin her durumda yanlış pusulalar haline dönüşmesini mümkün kılıyor.
İktidarın bundan sonraki süreci halka bir tür savaş açma, açılan savaşı kızıştırma üzerinden geliştireceği artık çok daha net. Özellikle Deniz Poyraz’ın katli sonrasında alınan tutumlar, savaş çizgisinin arkasında belli bir konsensusun oluştuğunu gösteriyor.
Burada belki çok da yeni bir durum yok, iktidar mecbur kaldığı, ezberlemek zorunda olduğu bir reçeteyi hayata geçiriyor. Ancak faşizm karşıtı cephede ortaya çıkan yeni ruh hallerine dikkat kesilmek gerekiyor. Video galeyanının şiddetinin azalarak şimdilik bir vasatta istikrar kazanması, halkın kendi göbeğini kendi kesme noktasındaki arayışlarına yeni bir ivme kazandırıyor. Toplumun bu kadar geniş kesimlerinin hedef haline getirildiği, bu kesimlerin de örgütlü bir varoluşa geçme konusunda giderek netleştiği bir atmosfer güçleniyor. İktidarın pandemi önlemlerini tam bir İhvancı kafasıyla gündelik yaşamı İslamileştirme ısrarının bir aracı haline getirdiğinin artık en aymazlar için bile aşikar hale gelmesi, özellikle müzisyenlerin tepkisiyle yeni bir öfke dalgası ve aydınlanmış ruh hali yarattı. Bu örgütlenme arayışına doğru biçimde yanıt veren politik aktörler, bu dönemden yepyeni toplumsal güçlerle kaynaşarak çıkma olanaklarına sahipler. Örgütlenme eğilimi giderek güçleniyor, ancak kafasındaki ezberden bir türlü kopamayan solun bu dalgayı da ıskalaması hiç de sürpriz olmayacaktır. Ezberleri aşacak, ezberlerden değil ihtiyaçlardan ve gerçek güç dengelerinden çıkacak sloganlar ve taktikler örgütlenme potansiyelini gerçeğe çevirecektir.
Halkın artan sivil itaatsizlik eğilimlerinin de altını çizmek gerekiyor. Bu sivil itaatsizlik halinin genişlemesi faşizmin nihai çöküşe itilmesinde belirleyici bir rol oynayacak. Tozkoparan halkının kentsel dönüşüme itirazı, LGBTİ+’ların Pride buluşmaları ısrarı, kadınların, işçilerin, köylülerin giderek gündelikleşen çıkışları, Validebağ’da başlayan nöbet anti-faşist zincirin güçlü halkaları haline dönüşebilir. Haksızlıkların, talanın, eşitsizliğin giderek göze batar ve aşikarlaşan varlığı sivil itaatsizlik eylemlerini yaygınlaştıracak en önemli etken. İktidarın talan konusundaki gözü karalığı arttıkça halkın da yaşamından geriye kalan ne varsa onları koruyabilmek için göstereceği direncin de artacağı bir döneme girdik. Videoların şimdilik arka planda kalmasıyla sahte peygamber ve kurtarıcı beklentisinin de gerilemesi bu eğilimi güçlendiriyor.
Restorasyoncu muhalefetin “seçimlere kadar sabır” taktiğinin de ipliğinin pazara çıkması direnme eğilimini güçlendiriyor. Müsilaj, yolsuzluklar, beceriksizlikler, Kanal İstanbul’da ısrar, katillere verilen açık destek, Afganistan bataklığına dalma cevvalliği geniş kesimlerde “seçimlere kadar elimizde bir şey kalmayacak” hissiyatını güçlendiriyor. Millet İttifakı’nın süreğenleşen tutukluğu, bu kadar ağır sorunlar yaşanırken sergiledikleri kötürümlük, mücadele etmeden “after party”e ışınlanmak konusunda sergiledikleri tuzu kuruluk halkın geniş kesimlerinde kendi göbeğini kendi kesme eğilimini güçlendiriyor. Hiç kuşku yok ki bu ruh hali, direnişin belli bir eşik momentumunu aşabildiği bir anda tsunami yaratma potansiyeline sahip. İktidarın momentum yaratabileceğini düşündüğü her aktöre ve toparlanmaya yıldırım hızıyla müdahale etmesi bundan.
Bazı arkadaşların “erken seçim” talebiyle “devrim”i karşı karşıya koyması akıllara durgunluk veriyor. Karşımızda iktidarı devretmeyeceği neredeyse kesin seçimlerden de tümüyle vazgeçemeyen, ayrıca bütün temel konularda felaketlere imza atmış bir iktidar var. Böylesi koşullarda erken seçim talep etmek, “kolaycı” bir çözümü değil tam tersine ortak bir yön bulmakta zorlanan ve aslında restorasyoncu hegemonya girişimlerinin oldukça dışında bir kesimin iktidar üzerinde baskı kurmasını sağlayacak bir taktik. Sadece Soylu’ya yoğunlaşmak Erdoğanlı bir restorasyon hayallerini güçlendirir oysa istifa ve erken seçim ısrarı, halk güçlerinin büyük hesaplaşmayı kendi iradesiyle çağırması anlamına gelecektir. Artık sandığın, hele de merkezi iktidarın el değiştireceği bir seçimin normal bir biçimde, sadece oy verme olarak yaşanmayacağı bütün boyutlarıyla açıklık kazanmış değil mi? Millet İttifakı da ısrarlı bir erken seçim taktiğinin, tansiyonu çok yükselteceğini ve iplerin ellerinde kalamayacağı kadar keskinleşen bir radikal çizgiyi ortaya çıkarabileceğini gördüğü için bir adım ileri iki adım geri yapıyor. Onları sahaya itecek sokak muhalefetini etkileyen sol ise son derece “devrimci” gerekçelerle erken seçim talebine alerji üretiyor. Bu tabloda performansıyla sürünme aşamasındaki iktidar üzerindeki basınç da böylece yeterince yoğunlaşmamış oluyor.
Halkın kendi olağanüstü halini ilanı, artık güçlü seçeneklerden biri haline gelmiştir.