Gezi’den günümüze

Yıllar aktıkça Gezi’den bir şey kalmadığına daha fazla insan inanmaya başlamıştı; fakat toplumun kılcal damarlarında ve bilincinde biriken öfke 2019 mahallî seçimlerinde ortaya çıkacaktı. Hele İstanbul seçimlerinin hileli yenilenmesi öfkeyi iyice yükseltti.

Fotoğraf: Saner Sen/Nar Photos

Gezi isyanının üzerinden sekiz yıl geçti.

1990 sonrası yılların en çarpıcı eylemiydi. Gezi Parkı’na iktidarın rant hırsıyla saldırmasına karşı patlak vermiş, bir ay kadar devam etmişti.

Eylemin en tipik özellikleri kendiliğinden oluşu, çok renkli ve zengin dayanışma örneklerinin yaşanması ve büyük bir kitlenin gönlünü kazanmasıdır. İktidarın klasik saldırılarına karşı neşe ve kıvrak zekayla karşılık verilerek adeta devletin zoru etkisizleştirilmiştir.

Bir sınıfa bağlanamayan, nedeni yoksulluk ve ücret talebi olmayan, iktidarın pervasızlığına, büyük bir kitleyi sürekli aşağılamasına, iyice sırıtan açgözlülüğüne karşı hesap dışı bir tepki olarak çıkıp büyük yaygınlık gösteren eylemde 6 eylemci yaşamını yitirmiş, 8 bin kişi yaralanmıştır.

İstanbul’dan hemen bütün büyük kentlere yayılan eylemler siyasal İslam’da şok yaratmıştı. Gücünün ve iktidarının sonsuza kadar devam edeceğine inanan AKP ve siyasal İslam bu hesap dışı dalgadan büyük korkuya kapılmıştı.

Haksız sayılmazdı; aynı yıllarda dünyada Gezi benzeri eylemlerin estirdiği bir rüzgar vardı. 2011’in Ocak ayında Kahire’nin Tahrir Meydanı’nda bir yıl sürecek işgal eylemi başlamıştı. Sinmekten, sessiz kalmaktan bıkmış büyük bir kitle “onurları için” Tahrir Meydanı’nı işgal etmişlerdi. Aynı zaman aralığında Madrid’te “Öfkeliler” “demokrasi hemen şimdi” diyerek “Güneş Meydanı”nı işgal ettiler. Atlantik’in öbür yakasında borsanın kalbi Wall Street “Biz %99’uz” parolasıyla gençler tarafından işgal edildi. Aynı dönemde Atina’da neredeyse her gün eylemler yaşanıyordu.

Her eylemin kendi özgünlüğü olmakla birlikte bu yıllar aynı zamanda dünyada neoliberal soygunun iflas yıllarıydı. 2008’deki büyük kriz dalga dalga bütün ülkelere yayılıyordu. Aslında bu büyük krizden sonra dünya ekonomisi ve onun yol haritası olan neoliberalizm bir daha toparlanamadı.

Gezi en çok ardında bir örgütlü güç bırakamaması yönünden eleştirildi. Bir dönemin bakış açısından bu eleştirinin haklı yanları vardır. Ancak Gezi isyan  aynı zamanda mücadelenin önceki yüzyılın araç ve örgütlenmeleriyle yürümeyeceğinin çok çarpıcı bir anlatımıydı. Elbette her büyük değişim ağır sancılarla yaşanır. Aynı zamanda yeninin doğum sancılarının ne kadar zaman alacağını bilebilecek bir falcımız da yok. Şunu vurgulamak gerekir: Gezi isyanı haziranın ortasında bitmedi. 7 Haziran 2015 seçimlerine kadar ruhu sürekli yaygınlaşarak yaşadı.

Bu büyük isyana devletin cevabı bilindiği gibi haziran seçimleri sonrasında ülkenin kana bulanmasıyla verildi.

Yıllar aktıkça Gezi’den bir şey kalmadığına daha fazla insan inanmaya başlamıştı; fakat toplumun kılcal damarlarında ve bilincinde biriken öfke 2019 mahallî seçimlerinde ortaya çıkacaktı. Hele İstanbul seçimlerinin hileli yenilenmesi öfkeyi iyice yükseltti.

7 Haziran seçimlerinde bir bakıma Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesiyle Gezi isyanının ruhu birleşerek tarihsel bir çıkış yapıldı. Halkların mücadelesinin bu birleşme ve güçlenme olasılığı iktidarı o ölçüde ürküttü ki, ardından gelen yıllarda “devletin bekası” adına hemen her sorunun ezilip yok edilmesi iktidarın tek çözüm yolu oldu. 2015 sonundan itibaren adım adım faşizmin inşası yolundan gidildi; bu yolda Türk usulü başkanlık sistemiyle zirveye yaklaşılmıştı. Fakat Saray, tam zirveden dünyaya ve halklara küçümseyerek ve büyük bir kibirle bakmanın tadını çıkaracak iken ayağının altındaki toprağın kaymakta olduğunu anlamakta gecikmedi.

Kendini güçlendirmek için sistemi keyfileştirdikçe, elinde aşırı güç biriktirdikçe (yaşamın diyalektiği) aynı zamanda iktidarı daha fazla paylaşmak zorunda kalarak elinden kaçırmaya başladı. Bütün sorunlar “dış komplolara” bağlanıp yok sayıldıkça baraj duvarının ardında taşma noktasına kadar birikti.

Her şeyi entrika ve zora dayanarak çözmeyi tek çözüm olarak gören Saray’ın bir mafya devletine dönüştüğünü Peker videolarıyla bütün dünya öğrenirken aynı zamanda Türkiye’nin dünyada “narko devletler” ligine dahil edildiğini gördük.

Zaten çok sınırlı olan özgürlükler yok edildikçe siyasal sistem çürüdü; ekonomiden, devlet eliyle yağma, uyuşturucu ve silah ticaretiyle kara para transferi anlaşılınca ekonomi de kaçınılmaz olarak çöktü.

Saray’ın iktidarını sürdürmek için ülkenin büyük yıkımlara uğramasını göze alacağını artık siyasetten biraz anlayan bile görebiliyor. Bu yolda oldukça çaresizce arayışlara girmişken dünyada tıpkı Gezi günlerindeki gibi bir dalga yükseliyor. Kolombiya’da bir ayı geçen direniş, dünyanın en ünlü narko devletini sarsıyor. Brezilya’da yığınlar “Bolsonaro defol” sloganlarıyla sokaklardalar. Burma’da askeri darbeye karşı pek çok ölüme rağmen direniş sürüyor.

Gezi ruhunu çağırmanın tam zamanı!