Küresel Isınma, Kirlilik ve Su Krizi

Birçok bilim insanına göre Dünya altıncı büyük yok oluşa doğru gidiyor. Riskin böylesine büyük olduğu bir dönemde yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının “sürdürülebilir” şekilde değil; mutlak olarak korunması gereği ortaya çıkıyor.

Marksist sosyolog, filozof ve kültür eleştirmeni Slavoj Zizek: “İğrenç bir barbarlığa doğru sürükleniyoruz.”

Bu salgının gelecek gerçek krizin yalnızca küçük bir testi olduğunu söyleyen Zizek “Toplum iğrenç bir barbarlığa doğru sürükleniyor. Umut etmek istiyorsak, eski hayatımızın bittiğini kabul etmeliyiz. Yeni bir normal icat etmeliyiz” diyor.

Önceki yazımızda Covid-19 salgını ve ve insan faaliyetlerinin (Azgın ormansızlaştırma, tarımın kontrolsüz bir şekilde genişlemesi, yoğun tarım, madencilik ve altyapı geliştirme ve vahşi türlerin sömürülmesi), hastalıkların yayılması arasındaki ilişkiyi bilimsel olarak göstermeye çalıştık.  Zizek’in işaret ettiği; yeni normal, mevcut tüketim ve üretim sisteminin tümüyle değişmesini gerektirmektedir.

Mevcut üretim-tüketim faaliyetlerinin bir sonucu olan küresel ısınmanın en çok etkilediği bir yaşam destek sistemi de tatlı su kaynaklarıdır. Kapitalizm kendi üretim faaliyetlerinde kullandığı su dışında (Yeraltı Suları kanundaki “faydalı su kavramı”), suyu bir meta olarak görmektedir. Oysa su, tüm gezegen ekosistemi ve canlılar için yaşamsal önemdedir. Küresel ısınma, aşırı iklim olayları (kuraklık, aşırı buharlaşma) su kaynaklarını etkilerken; kirlilik de su kalitesini bozmaktadır.

Birçok bilim insanına göre Dünya altıncı büyük yok oluşa doğru gidiyor. Riskin böylesine büyük olduğu bir dönemde yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının “sürdürülebilir” şekilde değil; mutlak olarak korunması gereği ortaya çıkıyor. Küresel ısınmadan Dünya’nın tamamı az veya çok etkileniyor ve bu artarak devam edecek. Yurt dışında yapılan bazı projeksiyonlara göre; Türkiye, su kıtlığı nedeniyle komşu Ortadoğu, Afrika ve Asya’dan göçlere maruz kalabilecektir. Küresel ısınma ve buna bağlı su kıtlığı nedeniyle yaşanabilecek göçler ve güvenlik sorunları Pentagon raporlarına ve planlarına yansımıştır.

Doğal kaynaklardan su, toprak ve hava diğerlerinden farklı özellikler taşımaktadır. Yaşamın sürdürülebilmesi için seçeneği olmayan, yeniden üretilemeyen, çoğaltılamaz nitelikleriyle ekonomik olarak kıt, politik olarak (gıda ve kullanım) stratejik konumdadırlar.

Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu (TGDF), “Türkiye’de İklim Değişikliği ve Tarımda Sürdürülebilirlik” Raporu’na göre, Türkiye’nin ‘su fakiri’ olması bekleniyor. Çevre ve Tarım Komisyonu adına İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu başkanlığındaki bir ekip tarafından hazırlanan “Türkiye’de İklim Değişikliği ve Tarımda Sürdürülebilirlik” Raporu’nun kamuoyuna açıklandığı basın toplantısında konuşan Kadıoğlu, artan nüfus, iklim değişikliği ve azalan su kaynakları nedeniyle 2100 yılına kadar kişi başına kullanılabilir yıllık su miktarının ~1.000 m3’ün altına inmesi ile Türkiye’nin ‘su fakiri’ olmasının beklendiğini söyledi.[1]

Genel olarak, mevcut suyun % 20’si sanayide, % 10’u içme-kullanma suyu olarak ve %70’i de tarımsal sulamada kullanılmaktadır. Görüldüğü gibi su, gıda güvenliği ile doğrudan ilgilidir. Su kullanımı ve su kaynaklarının doğru yönetimi ve kirlenmeden korunması büyük önem arz etmektedir. Gıda güvenliği dikkate alındığında içme ve kullanma suları dışındaki sularımızın da korunmasının gereği apaçktır.

Türkiye’nin sulak alanlarının korunması için anayasal görev verilen kurumların başında gelen DSİ, sulak alanları besleyen doğal su kaynakları üzerinde birbiri ardına barajlar ve göletler inşa ederek; geçmişte sulak alanların kurutulmasında yaptığı hatayı tekrar ediyor. AKP güdümündeki DSİ, tohumdan gübreye, pestisitten herbisite (tarımsal zehirler) bağımlı bir üretim modelini “ekonomik büyümeye katkı” olarak görüp savunuyor.

Sanayi Life Dergisi’ne konuşan Prof. Dr. Beyza Üstün, HES projelerinin gerçek amacının enerji üretmek değil suya sahip olmak olduğunu ileri sürerek, şirketler suya sahip olduklarında tüm canlıların yaşamı şirketlere mahkum olacaktır; diyor. 49 yıllığına şirketlere kullanım hakkı üzerinden devredilen sularda amaç elektrik üretimi değil, suya sahip olmaktır, diyor.

Not: Bir sonraki yazıda İznik Gölü’nün durumu ve çözüm önerileri nicelenecektir.


[1]    TGDF, İklim Değişikliği ve Tarımda Sürdürebilirlik raporunu açıkladı: http://www.tgdf.org.tr/tgdf-iklim-degisikligi-ve-tarimda-surdurebilirlik-raporunu-acikladi/  E.T. 21.10.2017