Amerikan Seçimleri
Trump başkan adaylığını kabul ettiği parti toplantısında ilk kez doğru bir söz söyledi: “Amerika, tarihinin en önemli seçimlerine gidiyor.” Bu Amerikan seçimleri neden önemli?
Amerikan seçimlerine üç aydan az zaman kaldı. Doğal olarak hem ABD’nin hem de dünyanın sık sık gündemine geliyor. Adaylar belli oldu. Trump ikinci dönem için yarışacak. Demokratlar oldukça yaşlı ve silik Biden’dan başkasını bulamadı. Bu zaafı başkan yardımcısı olarak kadın ve siyahi Kamala Harris’i seçerek kapatmaya çalışıyorlar.
Tıpkı bizdeki gibi “Trump kaybederse gider mi?” tartışmaları Amerika’da da yapılıyor. Şimdiden posta ile oy kullanma konusunda gerilim başladı. Demokratlar bu yolla oylarını arttırmayı planlıyorlar. O nedenle Trump posta sisteminin güvenilmezliği üzerine sık sık konuşuyor. Posta idaresinin başına kendi adamını getirerek bu yönde Demokratları boşa çıkarmak için hazırlıklar yapıyor. ABD epeydir o çok küçümsedikleri “üçüncü dünya ülkesi” görünümünde… Öyle anlaşılıyor ki, bu benzerlik gittikçe artacak.
Trump başkan adaylığını kabul ettiği parti toplantısında ilk kez doğru bir söz söyledi: “Amerika, tarihinin en önemli seçimlerine gidiyor.” Bu Amerikan seçimleri neden önemli? Genellikle Demokratlar veya Cumhuriyetçilerin kazanması dünya politikasında büyük farklılıklara işaret etmezdi. Ancak neoliberalizmin iflası ile bu nüans büyümeye, bazı önemli politika farklarına işaret etmeye başladı. Trump’ın seçilmesi dünyada bir müddettir yükselmeye başlayan “popülizmin” ya da yeni faşizmin güçlenmesi yönünde önemli bir işaret fişeği oldu.
Joe Biden bir konuşmasında Amerika’daki “kutuplaşmayı” anlatıyor: “Çok fazla öfke, çok fazla korku, çok fazla bölünme… Bana başkanlık görevini verirseniz, ışığın dostu olacağım, karanlığın değil. Korkuya karşı umudu, uydurmaya karşı gerçeği, ayrıcalığa karşı dürüstlüğü seçeceğiz. Birleşirsek Amerika’nın bu karanlık sezonunu aşabiliriz.”
Hemen bütün ülkelerde görülen bu “kutuplaşma”nın kaynağında ne durmaktadır? Geleneksel kurulu düzenin devamını isteyen politikacılar bu kutuplaşmaya karşı çıkıyorlar. Ancak bu kurulu düzene belli ölçüde aykırı olan siyasetler ise kutuplaşmayı sürekli körüklüyorlar. İngiltere, Amerika, Brezilya, Hindistan, Filipinler, Macaristan, Polonya, Türkiye hep benzer gidiş içindeler. Elbette kutuplaşmada her ülkenin kendi tarihinden kaynaklanan yanlar mutlaka olacaktır. Ancak dünyada yaygınlaşan bu olgunun ortak bir zemininin de olması gerekiyor.
Dünyada uzun yıllar süren bir kutuplaşma, soğuk savaş yılları olarak yaşanmıştı. Sosyalist sistem yıkılınca dünyanın özlediği barışa, uzlaşmaya kavuştuğu sanıldı. Böyle olmadı. Sosyalizm bir sistem olarak çökünce önce değerler sistemi çökmeye başladı. Bu kapitalizmin ayakta durmasına rağmen böyle oldu. Değerler karşılıklı sistemlerin varoluşundan besleniyordu. Bu gidişe bir diğer önemli darbe küreselleşmenin 2008’de çatırdaması ile indi. Bu çöküşle birlikte insanlık için en parlak gelecek olarak sunulan liberal demokrasilerin içinin iyice boşalmış olduğu gerçekliği ortaya çıktı.
Bir yandan kapitalizmin vahşiliğini sınırlayan sosyalizmin ortadan kalkmasıyla sistemin vahşiliği en çıplak biçimde gözler önüne serilirken; öte yandan insanlığın o güne kadar yarattığı sosyal ve moral değerler hızla buharlaşmaya başladı. İlk elden o güne kadar itibar yitirmiş, bir anlamda modernizm tarafından sindirilmiş “eski” değerler çeşitli yollardan kendilerini ortaya koyma yoluna girdiler. Dinsel değerler, itilmiş kimlik sorunları, insanlığın bencilliğinin zirvesi olan faşizmin yeni tonlarda kendini ortaya koyması, dünya için bir fetret devri başlattı.
Bugünün dünyasından bakınca fetret devrinin sonrası görünmüyor. Bu yıkılışlar içinden gelecek tasarlamak anlamsız hale geldi. Ancak aynı süreçte kapitalizmin tüm dünyayı insafsız bir yağmalaması yaşandı. Bu yağmalama ülkelerdeki o güne kadar kurulmuş ekonomik ve sosyal dengeleri büyük ölçüde bozdu, yozlaştırdı. Altında büyük bir yağmanın yattığı, yağmacıların çeşitlendiği ve yenilerinin ortaya çıktığı bir süreç yaşandığı için, bunun üstüne şimdilik “yeni” bir sistem kurulamıyor. Bu nedenle siyaset, bayağılığın çamurunda yuvarlanıyor, kim ne derse desin artık kimse bir “ideale” inanmıyor.
Zaten döneme “post truth (gerçek ötesi)” adı verildi. İnsanlığın gelecekle bağı koptu, günü ise yalanlar yumağı içinde yaşıyor. Ancak yalan, hele büyük yalanlar insanlığa yaşadığı korkunç bir dönemi hatırlatıyor. İnsanlık yalanın sürekli tekrarlandığında ve büyütüldüğünde inandırıcı olduğu bir dönem yaşadı.
Siyasetteki kutuplaşmanın ardında devam etmekte olan dünya paylaşımının etkileri yatıyor. Küreselleşme, bu paylaşımın sosyalizmin yıkılışının hemen sonrasında, insan bilincinin sersemlediği günlerdeki adıdır. Ancak bu paylaşım Trump sonrası farklı bir basamağı tırmanmaktadır. Artık ABD dünyanın tek egemeni değildir, kaybetmekte olduğu mevzileri yeniden kazanmak, başta Çin’i zayıflatmak stratejik hedefidir. Çin listenin en üstünde duruyor, ancak Rusya ve hatta Avrupa da, özellikle Almanya Trump Amerika’sının hedefindedir.
Çin’in dünyayı klasik emperyalist yollardan paylaşmak isteyip istememesi önemli değildir. Büyüyen bir ekonomi olarak varoluşuyla ABD’nin, elbette Avrupa’nın rakibidir. Bu nesnel nedenden dolayı dünyanın paylaşımı 1990’lar sonrasından çok farklı bir niteliğe bürünmek zorundadır.
Amerikan seçimleri bu anlamda önemlidir. Elbette tarihinin en önemlisi değildir. 2001’de George W. Bush’un seçilmesi de önemliydi. “Yeni dünya düzeni” kurulacaktı. Bu düzenin ömrü ancak 20 yıl sürdü. Trump’la başka bir düzene geçişin girişi yapılmıştı.
Trump yeniden kazanamazsa gittikçe sertleşecek dünya paylaşımında ve yeni faşizmin yükselişinde bir değişim olabilir mi? Ayrıca insanlığın pandemiden dersler çıkartarak Trump’ın dünyayı sürüklediği yoldan çevirme şansı var mıdır? Dünyadaki güç dengelerinin ve seviye atlayacak olan paylaşım savaşlarının niteliğinden dolayı Trump’sız bir dünyanın cennet olamayacağı açıktır. Ancak güçler savaşının yürüyeceği yollar değişebilir ve henüz yeterince hız almamış olan yeni faşizm için belli bir kırılma yaratabilir.
Dünya önemli bir kavşak noktasında. Paylaşımın şiddeti sadece Trump gibilere yol açmayacak, 2000’lerde başlayan sonra engellenen Bolivar devrimlerinin; ezilen Arap isyanlarının yolunu da açacaktır. Bunlar için yeterince öfke birikti.
Amerikan seçimleri nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bir dönemin süper gücünün artık gittikçe üçüncü dünyaya benzeyişinin yolunu hızlandıracaktır.