Kulturkampf Çağrısına Yanıt Güvence Mücadelesini Yükseltmek Olmalı
Kültür savaşları alanına yığınak yapmak solu ister istemez burjuvazinin bir kanadının kuyrukçusu haline getirecektir.
Saray rejiminin Kulturkampf çağrısını sol nasıl yanıtlamalıdır?
Ayasofya’nın açılması sonrasında yaşanan gelişmeler; Saray’ın iktisadi krizden kaynaklanan erimesini durdurmak için siyasi hesaplaşmanın temel alanını, ekonomi ve yeniden paylaşım meselelerinden kültürel alana çekme çabasının bir ürünü olarak değerlendirilmelidir. Temel tartışmayı kültür çatışmaları alanına çekme girişimi, esas olarak AKP’nin işçi sınıfı üzerindeki hegemonyasını çözecek bir yeniden paylaşım mücadelesinin etkinliğini zayıflatmayı, bu potansiyeli boğmayı, böylece tabanındaki erimeyi durdurmayı hedeflemektedir. Kendi tabanından çıkan siyasi hareketlerin manevra alanını daraltma ve kendisini eleştirme kapasitesini zayıflatmayı amaçlamaktadır. Temel çatışmanın kültür ekseni etrafında kurulması, CHP’nin diğer sağ partilerle yürüttüğü Millet İttifakı çalışmasını da sekteye uğratacaktır. AKP-MHP ittifakı sağ kanadın tümünü kanatları altına alma kapasitesini kaybettikçe iktidarlarının sorgulandığının farkındadırlar. Ayasofya hamlesi bu yarığı kapatma niyetinin sonucudur. “Cumhuriyet elden gidiyor”( ki zaten çoktan gitmiştir!) yaygarasının ajite ettiği kitlelerin “Bu CHP’den hayır gelmez” duygusunun yükselmesi de Muharrem İnce gibi figürlerin muhalefete çentik atma çabalarına da yol verecektir.
Ortada niyetleri bu kadar sarih, bu kadar açık, bu kadar belirgin bir politik hamle varken sol nasıl bir karşı çıkış örgütlemelidir? Yığınak doğal bir tepkinin ve tedirginliğin oluştuğu kültür savaşları alanına mı yoğunlaşmalıdır yoksa tüm yaşananlara, işçi sınıfına çektirilen tüm eziyete rağmen yeterli momentumu sağlayamayan ekonomik temelli mücadele gündemlerine mi yoğunlaşmak gerekmektedir?
Biz ısrarla güvence temelli ekonomik eksenli mücadelenin doğru olacağını düşünüyoruz.
Kültür savaşları alanı dışında bir mücadele sahası yaratamamak ve bunun oluşmasını engellemek için ne gerekiyorsa yapmak bugünkü rejime yol veren Erdoğan-Baykal konsensusunun temel ölçütüdür. Gezi sonrasında Erdoğan’ın kentli orta sınıflardan rıza üretemez hale gelmesinin bir toplumsal dönüşüme yol açamaması AKP’nin işçi sınıfı üzerindeki hegemonyasını zayıflasa bile korumayı başarmasındandır. Bu zayıflamanın izlerini son birkaç seçimde yaşadık. Büyük şehirlerde yaşayan emekçilerin AKP’ye desteğinde bir gerileme var. Virüsün en çok yayıldığı ve mavi yakalı, güvencesiz işçilerin en yoğun biçimde ikamet ettiği ilçelerde AKP’nin hala güçlü olması ise hegemonyanın zayıflamasına rağmen ayakta olmasının bir sonucudur. Ancak kimi kriterlere göre %50’lere yaklaşan bir işsizliğin, zar zor elde edilen günlük 39 liralık nakdi geçim desteğinin, fabrikalarda emek rejiminin pandemi gerekçesiyle giderek kölelik görüntüsü veren dönüşümünün etkileri önümüzdeki günlerde çok daha belirgin olarak yaşanacaktır. Böylesi bir konjonktürde güçlü bir güvence ve yeniden paylaşım kampanyası dönüştürücü etkiler yaratacaktır. Sosyalistlerin önümüzdeki dönemde etkin bir rol oynayabilmesi ise işçi sınıfı üzerindeki Saray hegemonyasını kendi yarattıkları araçlarla kırabilmesine bağlıdır. İddialı bir hedef gibi görülse de kararlı ve olabildiğince birleşik bir mücadelenin olası sonuçları oldukça vaatkardır.
Kültür savaşları alanına yığınak yapmak solu ister istemez burjuvazinin bir kanadının kuyrukçusu haline getirecektir. Kıvılcımlı’nın her daim vurguladığı Osmanlı dünyasının maddesinden ve maneviyatından kurtulamamanın sosyal ve ideolojik boyutlarını tam anlamlandıramayan solun kafa göz yaran söylemleri kırlardan kente son 10 yılda akan kitleleleri yabancılaştırmaya devam edecektir. Sosyalistler içinde yaşadığı toplumun tarihiyle ithal teorilerin marifetiyle ilişkilenmenin bedelini böylesi dönemlerde maalesef yoğun biçimde ödemektedir. Umarız Osmanlı Tarihinin Maddesi’nin son baskısı, ülke tarihine sınıf çizgisinde bakma amacında olanlara taze bir başlangıç sağlayacaktır.
Bütün bu söylenenlerden demokratik bir laiklik mücadelesine sırt dönmenin gerektiği sonucu çıkarılmamalıdır. Ancak toplumun bir kesiminin 1923 Cumhuriyeti’nin tarihe karıştığını anlamama konusundaki ısrarını paylaşmak ve ortada korunacak bir varlık kaldığına inanmak sosyalistlerin işi olmamalıdır. Toplumun her kesiminin inanç özgürlüğünü ve eşit vatandaşlık haklarını savunmak, toplumsal yaşamın dini ilkeler ekseninde örgütlenmesine karşı mücadele etmek tabii ki güvence mücadelemizin ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak bugün bunların güvence altına alınması arayışı ancak yeni bir cumhuriyetin inşası mücadelesiyle ve bir demokratik devrim perspektifi ile büyütülebilir. Erdoğan’ın ulusalcı Kemalistleri iki adım ileri bir adım geri temposuyla kendi uygun gördüğü ideolojik çerçevede tutmayı başarıyor olması bir devrin köklü bir biçimde kapandığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Sonuç olarak ülkemizde bu özgün konjonktürde yaşananları “kapitalizm”i aşkın bir özne konumuna yerleştirerek anlamlandırabilmek mümkün değildir. Kapitalizm doğduğundan beri birçok coğrafyada kendine özgü biçimler alarak ve kendine özgü mücadeleler ve karşıtlıklar içinde gelişerek olgunlaşıyor. Bugün dünyanın dört bir yanında sağ popülist ve neo-faşist liderlerin Kulturkampf’a sığınmaları ve bunun finans kapital tarafından da büyük oranda mazur görülmesi neoliberalizmin bu tarz kültürel çıkışlar yapmadan ayakta kalamayacak bir mecalsizliğe sürüklenmesine rağmen ezilenlerin öfkesinin birleşik ve kapitalizmi aşacak perspektife sahip bir mücadele hattına akıtılmasının bu yolla engellenebilmesidir.
Tarih tekerrürden ibaret değildir. Her tıkanma noktasında geçmişe dönüp bakmak, gereksiz analojilerle zihin kireçlenmesini teşvik etmekten öteye anlam taşımıyor.
İçinden geçilen anı, gerçek güç ilişkileri ve çatışmalar ekseninde anlamlandırmak ve ona göre dönüştürücü konumlar alabilmek ileriye doğru biçimde atılabilmenin ön koşuludur.
Sarayın oyunlarını bozmak için güvence mücadelemizi yükseltelim!