Sırada Hilafet mi Var?
Çoklu baro, sosyal medyanın sindirilmesi adımları atılırken Ayasofya gibi adımların atılması da kaçınılmazdır. Hatta bölgede üç cephede savaş yürütmek kaybedilen yirmi yılın yarattığı yıkımların örtülmesi için bir anlamda zorunlu hale gelmiştir. Emperyalizmin sofrasından bir artık kapmak hiç de kötü olmazdı.
Ayasofya’dan sonra en hararetli tartışma konusu budur. Konuyu sadece iç politika için yeni bir yatırım olarak görmek hatalı olur. Kapitalizmin geldiği nokta açısından konuya bakmak yararlı olur. Kapitalist sistem ileriye gidemedikçe geriye sıçramalar yapıyor. Burjuva devrimleri sonrasında hemen her ülkede restorasyonlar yaşanmıştır. Fransa ve Almanya’da bu restorasyonları ise genellikle işçi ayaklanmaları izlemiştir. Sonra burjuva devriminin gelişimi için yeni güç dengeleri oluşmuş, olaylar bu yeni dengelerin kanallarından akmıştır. Siyasi olarak burjuva demokrasilerinin gelişimi hep bu restorasyon-devrim denkleminde ilerlemiştir.
Bu dalgalanmalar sırasında burjuvazi yıkmaya çalıştığı derebeylikle uzlaşmış, işçi sınıfı da köylülükle daha doğrusu yoksul köylülükle ittifaklar kurmuştur. Bu ileri geri gidişler tarihin genel akışı açısından sonunda kapitalizmin gelişmesi anlamına gelmiştir. Ancak bu gelgitlerin tarihsel olarak önemli bir sınırı vardır. Bu da proletarya devrimleri ya da faşizmdir. 1917 Ekim’inde dünyanın ilk proleter devrimi yaşanmıştır. 1920’ler sonrası ise Avrupa’da proleter devrimleri başarısız oldukça ardından adeta intikam dalgası olarak faşizm gelmiştir. “Dünün Dünyası”nda Stefan Zweig parıldayan Batı medeniyetinin nasıl çöküşe doğru gittiğini büyük bir düş kırıklığı ile anlatır. Bir yüzyıldan fazla parlayan Batı uygarlığının 20. yüzyılın başlarından itibaren nasıl bir çöküşe yürüdüğünü hüzünle anlatır.
İleriye, yani sosyalizme gidemeyen kapitalizm faşizmle büyük bir geriye sıçrama yaşamıştır. Ancak bu sıçrayış kapitalist sistem açısından bir yıkılış anlamına gelmemiş, işçi ve halk örgütlenmeleri sindirildikten sonra yeniden yoluna devam etmiştir. Ancak çok önemli bir farkla! Sosyalist sistemin varlığı kapitalizmi “refah devletleri” biçiminde kısmen ehlileştirmiştir. Kapitalizmin bu kabusu Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile ortadan kalkmış, böylece artık en vahşi yanlarını ortaya koymasında bir sınır kalmamıştır.
Tarih yeniden 21. yüzyılın başlarında bir kavşak noktasına gelip dayandı. Kapitalizm büyük bunalımlarla boğuşmaya başladı. İlerisi 21. yüzyıl sosyalizmiydi. Yıpranan temsili demokrasi yerine doğrudan demokrasi talepleri kitlelerden yükselmeye başladı. Üretimde Fordizm çökmüştü, “team work” işçi sınıfına daha fazla bilgi ve inisiyatif veriyordu. Bu açmaz neoliberal soygunlarla ertelendi, ancak 2008’lerden beri bu yol da tükendi.
Kapitalizm 21. yüzyıl sosyalizmi dalgasını sindirmeye çalışırken Trumpvari popülizme vardı. Konuyu Trump’ın ismi ile ansak da bu dalga İngiltere, Polonya, Macaristan, Brezilya ve Türkiye gibi ülkelerde yaygınlaşıyor.
Ülkeye dönersek, Kemalizm’in yarattığı tıkanmadan çıkış için Erdoğan iktidarı neler vadetmemişti! “İleri demokrasi”, “üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü”, Kürt sorunu için açılımlar… Ancak bir noktayı yeniden hatırlatmak gerekiyor. Bunları vadeden Erdoğan hiçbir zaman yüksek teknikli bir sanayi gelişmesi vadetmedi. “İnşaat ya Resulullah” yolundan ilerledi ve sonunda ördüğü duvarların dibine geldi. İleriye doğru gidemedikçe, bu bir anlamda kendisinin inkârı olacaktı; geriye gitmek zorunlu hale geliyordu.
Ekonomik olarak yüksek tekniğe yönelse, hiçbir zaman arasının iyi olmadığı “İstanbul sermayesi”nin yolunu büyütecekti. Ayrıca böyle bir gidiş ancak uzun vadede sonuçlar yaratabilirdi. Oysa AKP “yüzyılın fırsatını” yakalamıştı, kendi sermayesini büyütmek zorundaydı. Bu da kısa sürede ancak inşaat ve yağma ile olabilirdi; öyle de oldu. Siyasi olarak “ileri” gitmeye kalktığında 7 Haziran 2015 seçimlerindeki gibi “dehşetli” sonuçlarla karşılaşabilirdi. Bu nedenle “hedefe varmak için binilen demokrasi tramvayı”ndan inme zamanı çoktan gelmişti. Artık bunun gerektirdiği adımlar atılmalıydı. Çoklu baro, sosyal medyanın sindirilmesi adımları atılırken Ayasofya gibi adımların atılması da kaçınılmazdır. Hatta bölgede üç cephede savaş yürütmek kaybedilen 20 yılın yarattığı yıkımların örtülmesi için bir anlamda zorunlu hale gelmiştir. Emperyalizmin sofrasından bir artık kapmak hiç de kötü olmazdı.
Günümüz dünyasının egemen sistemi kapitalizmin artık “ileriye” gidecek gücü ve cesareti kalmamıştır. O nedenle bir geriye kayış dalgası yaşanıyor. Güç yitiren aracın yokuşta geri kayması gibi… Bu gerçekliği Türkiye gibi ülkeler çok daha şiddetli yaşamak durumunda kalacaklardır. “Sırada hilafet mi var?” Onu bilemeyiz! Ancak tüm ülkeyi büyük bir anafora sokacak bir geriye kayış kapıdadır.