Güvence Mücadelesiyle Güzel Güneşli Günlere…
“Virüsün üretildiği laboratuvar” sermayenin doyurulamaz kar anlayışıdır, hepimizin hayatlarını da rahatlıkla buruşturup bir kenara atabilecek bir “araştırma merkezi”.
“İşçi dediğin insan kiracı. Faturaları var. Kredi kartı borçları var. Ben dokuma kalfası için 3 bin lira üzerinde maaş alıyorum. Benim yardımcım benden 700-800 TL daha az kazanıyor. Üç çocuğum var evde, beş kişiyiz. Bizi kredi kullanmaya, borçlanmaya mahkûm etmişler. Köleleştirmişler.”
Sermayenin, devletin, erkek egemenliğinin ölümcül egemenliği karşısında yaşamı güvence altına almak için güçlerimizi birleştirmeye çağırıyoruz hepinizi! Hiçbir şey yaşanmamış gibi yaşamlarımız üzerinden yeni normal planları yapanları durdurmamızın başka yolu yok çünkü.
Tablo ortada. Devletin ve sermayenin dönmeye can attığı normal bizim cehennemimiz.
Pandemiyi sermayenin tatmin edilemez kâr hırsının, doğanın her santimetrekaresini şuursuzca sömürme telaşının kentlerimize taşıdığı virüsler yarattı. Avustralya’nın tüm ciğerlerini kurutan devasa yangın, küresel ısınmanın sermayenin çıkarlarını önceleyerek görmezden gelinmesi, tropikal ormanlara ve vahşi yaşamın son rezervlerine kâr hırsıyla işgal seferleri düzenleyenler olmasaydı bunu yaşamayacaktık. “Virüsün üretildiği laboratuvar” sermayenin doyurulamaz kâr anlayışıdır, hepimizin hayatlarını da rahatlıkla buruşturup bir kenara atabilecek bir “araştırma merkezi”.
Küresel salgın devletlerin, sermayenin ve erkek egemenliğinin, yaşamlarını sonu gelmez bir korku filmine çevirdiği milyarlarca insanın yaşamının içinde bulunduğu belirsizliği, geleceksizliği, güvencesizliği daha da derinleştirdi.
Yaşadıklarımız her şeyin, tüm yaşamın omuzlarımızda yükseldiğini ortaya koydu. Bizlerin çalışamaz hale gelmesi sermaye döngüsünü çöküşün eşiğine getirdi. Zenginler korunaklı kuytularına çekilirken bizler kargo emekçisi, sağlık çalışanı, bakım emekçisi, market çalışanı erkekler ve kadınlar olarak yaşamı omuzlamaya devam ettik. Toplumun kendisini idame ettirmesi için hiç durmaması gereken işlerin %70’inin kadınlar tarafından hayata geçirildiği ve çok düşük maaşlı işler olduğu ortaya çıktı. Dünyamız CEO’lar olmadan çok daha rahat dönüyor ama biz olmadan asla…
Milyonlarcamız ise işlerini kaybetti. İşsiz sayısının 13-14 milyona yaklaşacağı bir döneme giriyoruz. Oysa İşsizlik Fonu öncelikle sermayeyi desteklemek için çalışıyor. İşçilerin ve işsizlerin desteklenmesi, güvenceye kavuşması konusunda dilsiz olanlar “tedarik zincirlerine” sıçramak adına işçileri toplama kamplarına kapatmayı planlıyorlar.
Bir kez daha asla sorumlusu olmadığımız bir felaketin tüm yükü omuzlarımıza yıkılmak isteniyor.
Yapılan bir araştırmaya göre özel sektörde ücretli çalışanların %47’si önümüzdeki iki ay boyunca temel ihtiyaçlarını karşılama konusunda kaygı yaşadıklarını belirtmişler.
Hükümetin İstikrar Kalkanı adı altında açıkladığı ekonomik paketin sadece %4’ü ihtiyaç sahiplerine nakit desteği olarak verildi.
Liberalizmin toplumsal sözleşmeci anlayışına göre bireyler devletlerle girdikleri ilişkide özgürlüklerinden verdikleri taviz karşılığında devletten güvenlik hizmeti alırlar.
Oysa devletin tüm adımları sadece sermaye için güvenlik üretme telaşında. Sermaye ve devlet toplum için en önemli tekinsizlik kaynağı. Bayram günlerinde sokaklarda sergilenen bekçi ve polis terörü de bu kaynağı en açık biçimde sergiledi. ABD’de bir Afro-Amerikan emekçiyi diziyle boğarak öldüren faşist polis tüm dünya şehirlerinde kol geziyor. Açlığımız ve yoksulluğumuzdan korktukça daha da saldırganlaşıyorlar.
Keyfiliğin olduğu yerde halk için güvence olmaz. Sermayenin fütursuzluğu virüs kapan işçiyi para cezası vermekle tehdit eder. Kendi sözünü kanun sanan polisin keyfiyeti kurye kardeşimizin suratına inen tokat olur, Batman’da küçük bir çocuğumuza sıkılan kurşun.
Bu keyfiyete son verebilecek tek güç ise bu tekinsizliğin tüm mağdurlarının bir araya gelerek yaratacağı güçtür. Birlikte değilsek bu tekinsizliğin içinde yalnızız. Birlikte değilsek sözümüz yok. Birlikte olmadığımızdan geceleri kabuslarla uyanıyor, sırtımıza dünyanın yükü bindiriliyor, suratımıza tokat.
Zulme sessiz kalmanın en önemli gerekçesi güvencesizliktir.
O zaman yapılması gereken hepimizin güvence talebi ekseninde bir araya gelmesidir.
Temel ihtiyaçlarını karşılamaktan korkan bir kişinin kalmadığı bir toplum yaratmaktır. Suyun, elektriğin, doğalgazın, internetin, ulaşımın bir hak olduğu bir yaşamı birlikte inşa etmektir.
İşsiz kalmanın korkutucu sonuçlarına karşı bir araya gelmektir. Gelir elde etme ile çalışma arasındaki zorunlu bağı ortadan kaldırmaktır. İşsizliğin, işsizin değil sömürü düzeninin kusuru olduğunu birlikte haykırmaktır. İş sağlayamayan düzeni gelir güvencesi sağlamaya mecbur bırakmak için güçlü bir hareket yaratmaktır.
Kârı yaşamın üzerinde görenlere hadlerini bildirmek için güç haline gelmektir.
Kız çocuklarının evlenme yaşını tartışmayı bir milli spor haline getiren, her kadın cinayetine bir mazeret üretmek için hepimizi çileden çıkaran, kadını eve kapatmak, köleleştirmek amacıyla İstanbul Sözleşmesi’ni ortadan kaldırmak için gün sayan zevata karşı rezilliklerini hep birlikte haykırmaktır.
Her güvence dediğimizde “Kaynak nerede?” diye soranlara büyük bir kararlılıkla zenginlerin servetlerini işaret etmektir. “Üzerinden araç geçmeyen köprülere ödenen paralarla milyonlarca emekçinin her gece kâbuslarla uyanması engellenebilirdi.” diyebilmektir. “Üç günlük bayram tatili nedeniyle uygulanan sokağa çıkma yasağıyla beraber her iki köprü için hazineden ödenecek bedel en az 72 milyon lira oldu”.
Aynı gemide olmayanlar olarak kendi gemimizi birlikte yüzdürmeye, maviliklere açılmaya ve güzel güneşli günlere varmaya var mısınız?