İyimser misin Kötümser mi? – M. Sinan Mert
Oysa içinden geçtiğimiz sürecin konsolidasyon, restorasyon ve demokratik devrim seçeneklerinin tümüne açık olma halinin bilince çıkarılması çok daha önemli. Birçok senaryonun ve olasılığın iç içe geçtiği bir mücadele döneminden geçiyoruz.
Siyasette iyimserliğin ve kötümserliğin, siyaset yürütücüler üzerindeki etkisi nasıl değerlendirilmelidir?
Devrimci faaliyete iyimser beklentilerin sürekli eşlik etmesi gerektiğini düşünen bir yaklaşım var. Bu yaklaşıma göre, sürekli kritik anların eşiğindeyiz, sürekli büyük alt-üst oluşlar yaşanıyor ve artık sürekli “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” momentindeyiz. Egemenler ve sömürücüler sürekli krizde, ezilenler dünyası ise kıpır kıpır. Bir tür hiç bitmeyen bir “suni denge” hali içinde yaşıyoruz. Oysa toplumlar üstyapıları açısından genelde oldukça istikrarlı, bahsedilen boyutlarda değişimler çok sık karşımıza çıkmıyor. Devrimci olmanın mitolojisi aslında bu ajitasyonda değil kazanma ihtimalinin çok da kesin olmadığı, umudun aslında bir iğne başı kadar görünen bir ışık olduğu dönemde ölümüne bağlanabilme kararlılığından kaynaklanır. Devrimcilik, kazanma ihtimali yüksek olduğu için değil onuru korumanın başka bir yolu olmadığı için yapılır. Oysa sürekli büyük altüst oluşlar içinde olunduğu anlatısı böylesi bir zorlu yolculuğa hazırlamıyor, tam tersine kısa bir süre sonra gerçeklerle tuz buz olacak bir beklenti yükseltmenin sağlayacağı kısa vadeli ajitasyona sığınıyor. “AKP’nin her an gitmekte olduğu” beklentisi de bu bilinç halinin güncel formlarından biri. Karşımızda güç kaybetmekte olan ancak bu zayıflamayı çeşitli araçlarla özellikle de baskı mekanizmalarıyla telafi etmeye çalışan, kendi varoluşunu devletin varoluşunun koşulu olarak kurmaya çalışan bir iktidar var. Derin devletle, bir süredir paralı asker gibi kullanılan cihatçılarla, mafya örgütlenmeleriyle, Gladio uzantılarıyla hemhal olmuş bir zor aygıtının varlığı kendisini her gün daha fazla hissettiriyor. Kolin, Limak, Kalyon, Cengiz vs. gibi Hazine’ye doğrudan dolar akıtan boru hattı çekmiş, AKP iktidardan düştüğünde taşra kasabalarında kaldırım ve kanalizasyon işlerine dönmek zorunda kalacak bir sermaye oluşumu var. Yani rejimin konsolidasyonu meselesini, paranın ve silahın iktidarı açısından düşünüldüğünde sandığa bırakılamayacak kadar önemli bir mesele olarak gören güçlü bir blok bulunduğu açık. Dolayısıyla erken seçim ihtimalini düşünmek şu anda meleklerin kaç kanatlı olduğu tartışmasından daha anlamlı değil.
İyimserliğin böyle zaafları var da peki kötümser mi olmak gerekiyor tüm bunlara rağmen? Özellikle ulusalcı kesimlerde muazzam bir devrimci akıl gibi algılanan her olayın büyük resmin bir parçası olarak görülmesi, iktidarın her istediğini yapabilme kapasitesinde bulunduğu, dolayısıyla aslında ne yapılsa boş olduğu bilinci ne kadar anlamlı? Uluslararası ölçekte bunun muadilleri de bol miktarda mevcut. Kadir-i mutlak ABD’nin yıllarca dünyaya dayattığı küreselleşme sürecinde kendisini tuş pozisyonuna getirdiğini anlayıp tornistan ederek içe kapanmaya çalışması bile bu “her şey kontrolleri altında”cıları ikna etmeyecektir. Bunun soldaki yansıması ise faşizmin kurumsallaşması ya da otoriterizmin konsolidasyonu süreçlerini bugünlerde tamamlanmakta ya da tamamlanmaya çok yakın olarak görmek; 31 Mart seçim sonuçlarının iktidar bloğunda yarattığı telaşı, Erdoğan’ın göreli zayıflaması ve MHP’nin temsil ettiği derin devlet uzantılarının daha güçlü bir biçimde ön plana çıkmasının yaratabileceği iç çekişmeleri görmezden gelmek, AKP içinden yaşanan kopmaların potansiyel etkisini önemsememek, iktidarın rıza üretme kapasitesinin zayıflamasının yönetme biçimini de ister istemez istikrasızlaştırmasını ciddiye almamak, otoriterizmin konsolidasyonu meselesinin tereyağından kıl çeker gibi halledilebileceği inancını pekiştirmek. Bu yaklaşımlar da güçlü bir seçeneği olası tek yol gibi gösterme yanlış bilincini büyütüyor.
Oysa içinden geçtiğimiz sürecin konsolidasyon, restorasyon ve demokratik devrim seçeneklerinin tümüne açık olma halinin bilince çıkarılması çok daha önemli. Birçok senaryonun ve olasılığın iç içe geçtiği bir mücadele döneminden geçiyoruz. Konsolidasyon anlamına gelecek bir biçimde rejimin sürekliliğini garanti altına alacak yeniden üretim mekanizmalarının hala oluşmadığını görmek zor değil. Ancak bu mekanizmaları oluşturmak isteyen güçlerin “demokratik meşruiyet” gibi bir takıntıya sahip olduklarını düşünmek için ise saf olmak gerekiyor.
Peki demokratik devrim seçeneğini buraya bir ajitasyon ihtiyacı sonucu mu ekliyoruz?
Faşizmi teyakkuza geçiren, derin devletin uzantıları ile teçhizatlanmasını sağlayan neydi hatırlıyor muyuz acaba? Sanki çok eskilerde kalmış gibi düşünülebilir ancak 31 Mayıs 2013-7 Haziran 2015 arasında yaşadığımız demokratik devrim seçeneğinin kendisini adım adım gürbüzleştirmesiydi. Otoriterizmin konsolidasyonu meselesinin Erdoğan için özel anlamları olabilir ancak şu andaki iktidar bloğunun temel birleştirici gücü, 2013-2015 arasındaki gördükleri kabusu bir daha görmeyeceklerini garanti edecek bir ülke tablosu ortaya çıkarma arzusudur.
Bizim tarafın işinin 2015’e göre çok daha zor olduğunu görmemenin saçma olduğu açık ancak bu seçeneğin tümden masadan kalktığını düşünmek de fazla realist bir yaklaşım olur. Bizim tarafın yapabileceği ve yapması gereken çok iş var bu seçeneği büyütmek için.
Sosyalistlerin kendi tikellikleri içinde bu dönemin görev ve sorumluluklarının altından kalkmaları çok zor. Azalan insan kaynakları, faaliyet alanlarının baskılanması sosyalistlerin artık kendilerini daha büyük bir ortak özne olarak inşa etmelerini bir zorunluluk haline getiriyor. Eldeki olanakları çok daha verimli kullanmak ve görünürlük kazanacak bir ölçek yaratmak için bu konuda adım atmalıyız. Atılacak bu adımın yanı başımızdaki işsizlik tsunamisi kıyılara bütün şiddetiyle vurmadan ortak bir mücadele programıyla işçi ve işsiz havzalarına akacak bir ritmi olmalı. Bunun geleneksel sol içi hegemonya savaşlarının bıktırıcı ve tüketici atmosferini aşan bir ruh ve bilinç halinde yapılması sağlanmalı. Faşizmin yakıcılığını bu anlamda zaaflarla hızlı hesaplaşma amacıyla bir kaldıraç haline getirmeli. Bunu başarsak şu andaki en kötümserlerin bile nasıl bir enerjiyle dolacağını anlatacak kelime bulamıyorum.
HDP’nin de bu kendisini bunaltan kuşatmayı sadece varlığını koruyarak sürdürmeyi aşacak bir taktik hamle geliştirmesi zorunluluk haline geldi.
İşimiz hiç kolay değil ama seçenekler bol, bunu akıldan çıkarmamak gerekir. Durulacak en iyi nokta: Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği!
İbrahim Kaypakkaya’nın anısı ve devrimci mirası önünde saygıyla eğilerek…