Ahmet Şık’ı Yedirmeyiz – M. Sinan Mert

Ezilenlerin politik anlamda özneleşmesi onun politik temsiline soyunmuş politik öznelerin çoklu varlığının inşasının sorunlarından ayrı düşünülemez.

Bir politik aktörün mağdurluğu, direngenliği ve tarihsel anlamda meşruluğu onun her siyasi karar ve adımının doğruluğu ve haklılığının güvencesi, mutlaka desteklenmesi gerektiğinin bir delili olabilir mi?

Politikanın kendi dinamikleri yerine, yaşanan ana ve ilişkiye görece dışsal olan tarihsel haklılık gerekçesinin ya da düşmanlar karşısında birlik ve beraberlik görüntüsünün bozulmaması gerektiği önermesinin gereğinden fazla işe koşulmasının, gereğinden fazla sorunu çözmek için kullanılmasının aslında çoğu durumda giderek birikmekte olan sorunların halının altına süpürülmesinin ifadesi olmaktan başka bir anlamı bulunmamaktadır. Siyasetin bir meydan savaşı olarak yaşandığı anlarda konsolidasyonu sağlamak amacıyla kullanılabilecek bu gerekçe işlerin mevzi savaşı biçiminde ilerlediği dönemlerde rutin bir birleştirme aracı haline geliyorsa yapının giderek kronikleşmiş sorunlarının oluşmaya başladığı görülmek durumundadır. Bu durumun görünmez kılınması çabasının yapıya herhangi bir katkısı yoktur. Yapının kendi kamusallığı içinde hamasete düşmeksizin, tribünlere oynama rahatlığına kapılmadan, izolasyon ve aforoz tedirginliğiyle dilini yutmadan konuşabilmesi, kendi varoluşunu tartışmaya açabilmesi geleceğinin en önemli güvencesidir. Böylesi bir konuşma halinin bir dönemin meşhur “tartışma süreçleri” gibi giderek bir keçiboynuzu kemirme haline dönüşmesi ihtimal dâhilindedir. Eyleme ve öne atılma iradesinin tamamen tükendiği kolektiflerde böylesi sonuçların oluşmasına sıklıkla rastlanmaktadır. Ortak bir kendi mezarını kazma ayinine dönüşen benzer süreçler solumuzun hafızasında yer etmiştir. Ancak bahis konusu ettiğimiz politik aktörün ne böylesi bir politik gerçekliği ne de böylesi bir lüksü vardır. Tam bir kurtlar sofrasında, dört bir yandan abluka altında ölümüne bir kavganın ortasındaki bir aktörün böylesi bir enerjisizlik ve tükenmişlik halinden uzaklığı; bu koşulların kendisini mecbur ettiği pragmatizmi, çabuk anlama ve tepki verme yeteneği bahsi geçen politik aktörün, dolayısıyla onun merkezinde yer aldığı çoklu aktörün en önemli olanaklarından biridir.

Sorun aslında politik aktörün kendisini birçoklu özne olarak ifade etmeyi ne amaçla murat ettiği üzerine düşünerek netleştirilebilir. Murat edilen, bir merkezi özneye çoklu bir görüntü kazandırmak mıdır yoksa sahici birçoklu özne inşası mı arzulanmaktadır? İpleri sürekli elinde tutma arzusu ve kestirmeden kolayca yürüme alışkanlığı, siyasetin ihtiyaç duyduğu tartışmanın kararları değiştirebilme yeteneğini ortadan kaldırırsa çoklu öznenin sadece lafta kalması kaçınılmazlaşır, yabancılaşma artar. Özellikle devasa bir güç asimetrisine yaslanan öznelerin bu anlamda gerçekten birçoklu özne içinde davranabilmesi hiç de kolay değildir. Güç dengesi belirleyicidir, güç dengesinin maddi etkilerini kontrol altında tutmak ve birçoklu öznenin gerektirdiği demokratik ve simetrik ilişkileri sürekli kılabilmek ister istemez merkezi öznenin iradesine ve bilincine bağlı kalmaktadır. Bu irade kendisini bir hukuk aracılığıyla tanımlayabilirse, çoklu öznenin gerektirdiği kurumsal yapıyı inşa edebilir ve bu yapıyı gerçek anlamda iktidar kılarsa işleyişin güvenceli bir gelişimi söz konusu olabilir. Yoksa her seferinde merkezi öznenin kendi ihtiyaçları doğrultusunda yoğurabildiği ve şekillendirebildiği, istediği görüntüyle öne çıkarabildiği bir özne çoklu görüntüsünü uzun süre muhafaza edemez. Siyasi yapılar, kendi içlerindeki gerilimleri dengeli bir biçimde yönetemezlerse, çelişkiyi Maoist anlamda ilerletici bir güç olarak kullanamazlarsa varlıklarını sürdürebilseler de giderek kötürümleşirler, kendilerine atfedilen kimliği bir eklenti gibi taşır hale gelirler, kendileri hakkındaki imgeleri ile kendi gerçek varlıkları arasındaki ayrışma giderek büyür.

Böylesi bir tablonun oluşmasında bütün sorumluluk en güçlü aktörün olabilir mi? Aslında birçoklu yapıyı kendi istediği içerik ve biçime dönüştürme, orada bir hegemonya inşa etme isteği her politik aktörün doğal bir güdüsüdür. Var olan büyük güç asimetrisine rağmen kurucu aklın kendisine açtığı alanı yeterince kullanamayan, bunu kullanmamayı bir politik tercih olarak ortaya koyan özneler de kireçlenmenin sorumluluğunu paylaşmak durumundadır. Bu tercihin bir peşe takılma, sürüklenme ya da pragmatik bir ilişki kurma biçimi olmasının sonuç açısından bir fark yaratmadığı ortadadır.

Devrim ve demokrasi güçlerinin çoklu varlığının bir veri olduğu koşullarda bu sorunun çözümü üzerine düşünmenin ezilenler açısından bir gelecek sorunu olduğu açıktır. Ezilenlerin politik anlamda özneleşmesi onun politik temsiline soyunmuş politik öznelerin çoklu varlığının inşasının sorunlarından ayrı düşünülemez. Burada kilit konu ezilenlerin ortak çıkarlarının ifadesinin çokluğun öğelerinin anlık ihtiyaç ve beklentileri ile uyumunu sağlayacak mekanizmaları garanti edebilmektir ki bu büyük oranda çokluğun kendi arasındaki ilişkilerde mutlak bir demokrasiyi, kurumsallığı ve çoğunluğun ihtiyaçları kadar azınlığın vazgeçilemez haklarını da güvence altına alacak bir hukuk inşa etmekten geçer. Demokratik bir işleyişi kurumsallaştırmak genişleme adına yazılan milyonlarca kelimeden, atılan yüzlerce politik taktikten çok daha sonuç alıcı olacaktır hiç kuşku yok ki…

Böylesi kopuşma anlarında  “vekillik, maddi olanaklar, sırtında taşıma” çerçevesinde ortaya dökülen cerahat aslında sorunun gerçek kökenlerine işaret etmektedir. Türkiye’nin “güvenceli sol” sularında kulaç atmaktansa ısrarla, inatla, bedeller ödeyerek ezilenlerin gerçek bileşiminin bir parçası olma noktasında irade gösterenlere her tartışmada kapıyı gösterme nezaketsizliğine karşı çoklu öznenin merkezi bir tavır geliştirmesinin gerekliliği açıktır.

Biraz trolleşerek bitirme pahasına ve ilgilisine açık olabilmek adına sonuç olarak ne Ahmet Şık’ı ne de HDP’yi yediririz!

Yazarın Diğer Yazıları