Evde Kalamayanların Evi Olarak Sosyalizm – M. Sinan Mert
Kapitalizmin o veya bu sebeple yaşadığı krizlerin olumlu herhangi bir sonuç yaratabilmesi onu aşmayı kendisine dert edinen bir sosyalist aktörün inşasına yol açabildiği kadar mümkündür.
İçinden geçtiğimiz pandemi günleri birçok yalın gerçeği çok daha görünür hale getirdi. Kapitalizmin sergilediği görkemli zenginliğin milyarlarca insanın hiç durmadan çalışması ve tüketmesine dayanan bir çarkın sonucu olduğu, çarkın durması ile bir kez daha buz gibi ortaya çıktı. Finansal servetlerin kendilerinden menkul bir anlamlarının olmadığı ancak üretimin devam etmesi koşullarında büyümeye devam edebileceği görüldü. Sermaye döngüsü adı verilen çarkın hiç durmadan dönebilmesi için harcanagelen yeniden üretim emeğinin toplumların varoluşu açısından bir CEO’dan, gayrimenkul zenginlerinden, finans devlerinden, ekranları her daim dolduran şöhret budalalarından, milyarder futbolculardan çok daha hayati olduğu idrakı körelmemişler açısından malumun ilamına dönüştü. Bu asalak sınıfların kendilerini yaşamdan izole etmeleri, fiilen “yok olmalarının” hiçbir toplumsal kayba yol açmadığı, hayatı omuzlarında taşıyanların kahramanca sundukları, aslında bir lütuf değerindeki emeklerinin yaşamın idamesi için yeterli olduğu ve olacağı gün yüzüne çıktı. Buz dağının altındaki gerçek, geminin makine dairesindeki emek, hayatı çekip çeviren milyonlarca Kibele yaşamın gerçek taşıyıcısı olarak görünürlük kazandı.
Bu görünürlük kazanmanın ve asalak sınıfların yaşamın sırtına yük varlığının bilince çıkmasa bile göz önüne gelmesinin kendi başına dönüştürücü bir gücü olabilir mi?
Sermaye döngüsünden rant sağlayanlar böylesi bir aydınlanma halinin her zaman olası olduğunu bildikleri için Devlet’e ihtiyaç duyarlar. Devletler “egemen sınıfların ortak işlerini yürüten bir komite” olarak farklı yordamlarla da olsa işe koşularak sermaye düzeninin normallerini geriye getirmek üzere harekete geçer. Yaşamlarımız devlet ve kurumlar adı verilen demir kafesler içerisinde akıp gidiyor, bu mengeneler tarafından yapılandırılıyor. Krizin ilk şokunun atlatılması ile birlikte normalleşme adı altında yaşananlardan neredeyse hiçbir ders almamamızı, bütün o gördüklerimizi ve idrak ettiklerimizi kötü bir rüya gibi algılayıp unutmamızı vazeden, gerçeği görünür kılmaya çalışanları da fitneci olarak yaftalayanlar ortalığı dolduracaktır. Yaşamlarımızı gerçekler, sırt dönülemez hakikatler, görülmemesi mümkün olmayan olguların ışığı değil bir avuç asalağın, sosyal varlığı anlamını yitirmiş rantiyenin çıkarlarına ayarlanmış güç ve iktidarlar yönetmektedir.
İktisadi krizlere de doğaüstü bir yıkıcılık atfeden açıklamaların daha sonrasında en sıradan “normalleşme” haberinde iktidarların elini nasıl güçlendirdiğini çok iyi hatırlıyoruz. Pandemiyi de yaşanan en olumsuz örnekler üzerinden okumaya çalışan akıl sahibi “felaket devrimcileri”, düzenin işleyişinde köklü bir değişiklik doğurmadan işlerin eski haline dönmesine isyan edecek ve kabullenmeyecektir. Ancak bu felaket tellalları, bu her fırsatta kolalanmış “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” nakaratlarını sandıklardan çıkarıveren kriz sevicilerin yarattıkları aşırı beklentilerin karşılıksızlığı iktidarların “normalleşme” söylemlerinin daha fazla alıcı bulmasını sağlamaktan öte bir sonuç vermiyor.
Bu söylediklerimizden içinden geçtiğimiz ve geçmeye devam edeceğimiz krizi hafife aldığımız sanılmasın. Sermaye döngüsünün sekteye uğramasından kaynaklanan devasa işsizlik, üretim ve meta zincirlerinde yaşanan kırılmaların kısa sürede telafi edilemeyecek sonuçları, özellikle gıda üretiminin ve dağıtımının sekteye uğramasından kaynaklanacak belki de uzunca bir süredir görülmeyen boyutlarda ve yaygınlıkta bir açlık tehlikesi insanlığı her seferinde olduğu gibi yıkımın eşiğinden, uçurumun kenarından bir kez daha alan emekçilerin yaşadığı cehennemin alevini daha da harlayacak.
Sadece şunu söylemek istiyoruz: Kapitalizmin o veya bu sebeple yaşadığı krizlerin olumlu herhangi bir sonuç yaratabilmesi onu aşmayı kendisine dert edinen bir sosyalist aktörün inşasına yol açabildiği kadar mümkündür. Bütün bu krizlerin, zombileşen kapitalizmin yıkımına tahvil edilebilmesi sosyalist öznenin tutkulu ve yıkıcı bir faaliyeti inşa edebilmesine, bir süredir giderek içine hapsolduğu orta sınıf habitusundan kurtulabilmesine, ezilenlerin yaşadığı normalin gerçekte dayanılmaz bir kriz hali olduğunun bilinçlere çıkarılabilmesi ile mümkündür. Abdestimize inancımızı tazelemek için krize ve felakete ihtiyacımız yok, kapitalizm koşullarında kriz ve felaket ezilenlerin göbek adıdır.
Sizin normaliniz bizim cehennemimiz!
Sermaye döngüsünün temsil ettiği “canlılığın”, “yaratıcı yıkımın” dünyanın ve yaşamın ölümü anlamına geldiğini anlamaya çok yaklaştığımız bu anın hakkını verebilmemiz için sosyalizmi içine hapsedilmeye çalışıldığı akademik akıldan özgürleştirip pandemi koşullarında 14 saat karın tokluğuna çalıştırılan market çalışanının öfkesinin ve acısının ifadesi haline getirebilecek miyiz? Sözümüzün keskinliğini reklamcıların yaratıcı dokunuşlarından ziyade ortak cehennemimizin her gün binlercesini sahnelediği Bosch, Goya, Rapin tablolarından devşirebilecek miyiz?
Sosyalizmin bir hızlı kalkınma hikayesi, devletlerin realist dünyasının kör kapışmalarının sabık bir gerekçesi, nostaljik bir hayal değil her nimeti yaratan ancak yine de cehennemine mahkum edilen kadın ve erkek, yaşlı ve genç insanların, doğanın ve yaşamın her veçhesinin tek güvencesi olduğunu gösterebilecek miyiz?
Yaşasın 1 Mayıs! Bijî Yek Gulan!