Strateji ve Taktiğin Kırılgan Dengesi – M. Sinan Mert
İllustrasyon: Mark Weaver
Stratejik akıl ile taktiksel beden arasındaki bu öncelik farklılıkları arasındaki çelişkiler aşılamazsa, birlikteliği koruyacak yeni bir konak tesisi gerçekleştirilemezse Bütün ölüm tehlikesiyle karşı karşıya gelir. Ancak burada yaşanan ölüm Aklın ve Bedenin ortak ölümü anlamına gelmektedir.
Bir politik aktörün stratejik ve taktiksel aklı arasındaki dengenin bozulması neden kaynaklanır ve ne gibi sonuçlar yaratır?
Taktik, bir siyasi hareketin “şimdi”sini ifade ederken; strateji, “geleceğini” temsil eder. Bu gelecek köklerini bugünden ve geçmiş gelişmelerden, tarihsel genellemelerden ve özgünlüklerden almaktadır. Stratejik aklın gerekçelendirmeleri bir kök nesnelliğe ihtiyaç duyar ve bu nesnelliğin içindeki çelişkilerin açılımı ve gelişimi üzerine şekillenir. Olası senaryolar içerisinde seçeneklerden bir tanesinin gerçeklik kazanması için yapılması gerekenleri tespit etmeye çalışır. Stratejik düşünce Hegelci tarih düşüncesinden beslenir, Hegel’de tarihsel gelişimin Mutlak Tin’in kendisini akıl aracılığıyla gerçekleştirmesine benzer bir biçimde stratejik hedef akıllı müdahaleler ile kendisini ortaya çıkarır. Bu anlamıyla Newton fiziğindeki determinizm ve öngörülebilirlik düşüncesi de stratejik aklın temellerindendir.
Toplumsal olguları Hegelci ikilikler üzerinden okumaya çalışmak gerçeklikle birebir örtüşemeyen düşünsel mimariler üretse de sosyalist hareketlerin tarihsel olarak orta sınıflardan gelen aydınlarla emekçi sınıfların bir kooperasyonu olarak düşünülmesinde şimdilik bir sakınca yoktur. İlk bakışta böylesi bir okuma Akıl ve Beden ikiliğini akla getiriyor. Akıl ve Beden birbirleri arasında tahakküm ilişkisi kurulamayacak bir biçimde özsel bir ilişki sonucunda Bütünü oluşturur. Akıl ve Beden arasındaki bu ilişkinin herhangi bir sebeple sekteye uğraması Bütün’ün organikliği ve canlılığı açısından yaşamsal bir tehdit oluşturur. Bu özsel ilişkinin siyasi organizmadaki eşdeğerini bir politik Bütün’ün stratejik ve taktiksel varoluşları arasındaki süreklilik ilişkisi üretir. Taktiksel akılla bağını kaybeden strateji, Bütün’ün geleceğini temsil etme olanağını kaybeder ve nostaljik bir geçmişe dönüşebilir. Stratejik akılla bağını kaybeden taktik hat ise Bugün’ün önüne serdiği temaşa ve çokluk içerisinde yolunu ve izini rahatlıkla kaybedebilir. Egemen sınıfların zaman ve mekan aracılığıyla sağduyu üzerinde kurduğu hegemonya sayesinde rutinleşebilir, bir fasit çember üzerinde döndüğünü fark etme yeteneğini kaybederek sürekli bir devinim halinde olsa da hareket etme kabiliyetini yitirebilir. Yine klasik fizik terminolojisi ile konuşursak bir nesnenin sürate(speed) sahip olması onun yer değiştirebildiğinin(displacement) ispatı değildir. Yol alınması, zorunlu olarak yer değiştirme anlamına gelmemektedir. Sürekli aynı noktaya dönülen bir yolculukta aslında nesnenin hızı sıfır mertebesindedir. Böylesi durumlarda gündelik taktikler, strateji ile bağını kaybeder. Strateji de geleceği değil geleneği temsil eden bir nostaljiye dönüşür, taktiksel akılla olan bağını pratikte yitirir.
Lenin’e göre sınıfa dışarıdan taşınması gereken bilinç stratejik olandır. Taktiksel olandan stratejik olana geçişin sömürücülere karşı birlikte hakkını savunmaktan mutlak kurtuluş için sosyalizmin zorunluluğu fikrine geçiş bugünden yola çıkarak, merhaleleri tırmanarak geleceğe varabilmeyi gerektirmektedir. Daha ziyade tensellikle, güncel ihtiyaçların, gündelik yeniden üretimin dayattığı koşullarla ilişkilendirilen Beden bugünde ısrarcıdır. Anlık yeniden üretimin sekteye uğraması Bedensel varoluşun kesintiye uğramasına ve belki de ölümüne yol açacaktır. Stratejik akıl ise böylesi bir gerilimde daha ziyade geleceği kazanmak için bugünün feda edilmesine, gündelik gerçeğin bozunmuşluğuna karşı İdeaların ve ideallerin bozulmamışlığına, maddi ihtiyaçların karşılanması yerine çileciliğe (ascetism), dünyevi olan yerine kutsal ve göklere ait olana doğru kaçma taraftarıdır. Stratejik akıl ile taktiksel beden arasındaki bu öncelik farklılıkları arasındaki çelişkiler aşılamazsa, birlikteliği koruyacak yeni bir konak tesisi gerçekleştirilemezse Bütün ölüm tehlikesiyle karşı karşıya gelir. Ancak burada yaşanan ölüm Aklın ve Bedenin ortak ölümü anlamına gelmektedir. Akıl bu ölümünü sırça köşküne çekilerek, Bedenin gündelik ihtiyaçlarından tamamen kopuşarak, dolayısıyla da gerçeklik üzerinde bir etki yaratma kapasitesini kaybederek yaşar. Beden ise tensellik, acilen karşılanması gereken güncel ihtiyaçlar, gündelik zevkler, geçicilik, tatminsizlik biçimlerinde Anın içinde hapsolur, gelecek ile kaygılanma dışında bir ilişki kuramaz hale gelir.
Aydınlanma Çağı’nın yaramaz çocuğu Sosyal Devrim hareketlerinin ve komünist öznenin, giderek bir insanlık krizi haline dönüşen kireçlenmesini bu çerçevede düşünmeye devam edebilir miyiz?