Restorasyon, Konsolidasyon ya da Demokratik Cumhuriyet – M. Sinan Mert
Gezi Direnişi ile “Türkiye’nin başına çorap örmeye çalışanların büyük oyununu” ilişkilendiren büyük anlatı dünkü mahkeme kararıyla tuz buz oldu. Güç dengelerindeki değişmenin ve Türkiye’nin Rusya karşısında dengeleyici ilişkiler aradığı bir dönemin kodları ile ilişkili bir mahkeme kararı bu. Ancak Saray’ın güç kaybı algısını güçlendirecek bir gelişme olduğu da açıkça görülüyor.
Suriye’de yaşanan yenilginin Türkiye’deki siyasi ortam üzerine etkileri ne olacak? Erdoğan’ın bu savaşı bir tür “fetih” ile tamamlayıp kurucu lider statüsü kazanmasına dönük fırsat penceresi büyük oranda kapandı. 15 Temmuz sonrasının mutabakatı Cemaat’in devletten temizlenmesi, Suriye’deki Kürt siyasi varlığının ezilmesi ve Suriye savaşından özellikle kimi enerji kaynaklarının kullanımını, yeniden imar sürecinde kallavi inşaat ihalelerini garanti edecek bir kazanımla çıkılması hedefleri ekseninde şekillenmişti. Bunlardan ilki tamamen, ikincisi ise asgari miktarda gerçekleşti. Üçüncüsü ise bu gidişle ikincisinden bile az kazanımla sonlanacak. Sonuç olarak mevcut güç dengeleri içerisinde her üç alanda da olası gelişmelerin sınırına ulaşılmış gibi görünüyor. Suriye’yi Suriye topraklarından geri çekilmeye dönük trajikomik çağrılar bir yana bırakılırsa Saray nezdinde İdlib gündeminin aslında kapandığını, esas meselenin Afrin’de kalmanın meşrulaştırılıp meşrulaştırılamayacağı ya da Rusya’dan bu konuda bir taviz koparılıp koparılamayacağı olduğu tahmin edilebilir. En son IŞİD komutanlarından birisinin İnegöl’de yakalanması, Türkiye’nin açıkça El Nusra’nın hamisi durumunda kalması, buradaki maaşlı cihatçıların Libya’ya taşınması meselesinin de başarılamayışı Türkiye’yi kısa ve orta vadede çok ciddi sorunlar ile karşı karşıya bırakacak, peki bu maliyetlerin siyasi faturasını kim ödeyecek?
Süreç Saray’ın hegemonyasının giderek çözülüşü yönünde ilerliyor. Gezi Direnişi ile “Türkiye’nin başına çorap örmeye çalışanların büyük oyununu” ilişkilendiren büyük anlatı dünkü mahkeme kararıyla tuz buz oldu. Güç dengelerindeki değişmenin ve Türkiye’nin Rusya karşısında dengeleyici ilişkiler aradığı bir dönemin kodları ile ilişkili bir mahkeme kararı bu. Ancak Saray’ın güç kaybı algısını güçlendirecek bir gelişme olduğu da açıkça görülüyor. Erdoğan bu gidişatı tersine çevirebilmek için parlamenter sisteme geçiş restorasyonu seçeneğini devreye sokabilir mi? Saray tüm iktidarını kaybetmemek için iktidarının bir kısmını paylaşmayı göze alabilir mi? Kaybettiği belediyelerle kanlı bıçaklı olma eşiğindeki Saray’ın bu yöne evrilmesi neredeyse imkansız. Ancak böylesi bir olasılığın konuşulmasını tercih edebilir. Verdiği hayati %5 destekle neredeyse tüm post Cemaat ganimete ortak olan MHP, bu seçeneğe karşı kanının son damlasına kadar savaşacaktır. Akşener’in partisindeki çözülmelerin böylesi bir ihtimali daha da güçlendirdiği düşünülebilir. Önümüzdeki günlerde bu konuda bolca tartışma yapılacağı görülüyor. Ancak yavaş akan suların giderek hızlanması şelalenin yakınlarda olduğu izlenimini güçlendiriyor. Tabanındaki çözülme havasını yönetemeyen AKP bildik “darbe geliyor” teraneleri ile konsolidasyon yaratmaya çalışıyor ancak yıllardır askeri vesayetin nasıl da ezildiğini hem dinleyen hem de açıkça gözlemleyen tabanın buna ikna olması kolay değil. Ekonomik kriz koşullarında AKP’nin tüm tabanından trol davranışı içerisinde olunması asla beklenmemelidir. Sultanbeyli Belediyesi’ne karşı yapılan eylem en güvenilen noktalarda bile işlerin oldukça bıçak sırtı bir hale geldiğini gösteriyor.
Kredi patlamasının Türk lirasını yeniden spekülasyona açık hale getirmesi ve faiz indirimleri sonrasında sermaye çıkışlarının artması ekonomide toparlanma görüntüsünü bozuyor. Yoksullaşma işsizliğin ve artan enflasyonun kaçınılmaz bir sonucu olarak çok daha belirgin bir görünürlük kazanıyor. Günümüz işsizliğinin çok önemli bir boyutu yoğun bir borçluluk ile birlikte yaşanıyor olması. AKP enformel kırsal emeği kentlere çok hızlı bir biçimde boşaltarak işçi ailelerinin geleneksel kimi güvencelerini de çok hızlı bir biçimde çözerek yerine kendi patronaj ağlarını geçirdi. Ancak büyükşehir belediyelerinin kaybı, patronaj ağlarındaki kan dolaşımını çok ciddi anlamda sekteye uğrattı. İşsizlik, şiddetli borçluluk ile birlikte sürdürülebilir bir yaşam tarzı değil. Dolayısıyla bugün yaşanan toplumsal buhran çok daha yıkıcı sonuçlar yaratıyor. Türkiye tarihinde ilk kez ekonomik kriz intihar olaylarında bir patlamaya yol açıyor. Yoksulluk ve işsizlikten ziyade toplumsal olanın “muhafazakar, maneviyatçı, aileci” AKP döneminde neredeyse tamamen çözülmesi ve çok geniş boyutlu yalnızlaşma birçok insanımızı bu korkunç karara sevk ediyor. Oysa yok edilmesi gereken kendi bedenlerimiz değil her açıdan insanlık düşmanı haline dönüşen bu pederşahi sömürü düzeni.
Tarihin hızlandığı bu dönemde toplumun ayağa kalkabilmesi ve kendisini bir çözüm olanağı olarak örgütleyebilmesi için gerçek bir sosyalist aktöre ihtiyaç olduğu açık. Ancak solun kafa karışıklıkları artık akıl almaz noktalara savruluşa yol veriyor. Sol bir partinin yayın organı diyebileceğimiz bir gazetenin genç ekonomisti, Türkiye finans kapitalinin amiral gemisi Koç ailesine işçi düşmanı denmesine ne kadar içerlediğinden dem vuruyor. Finans kapital karşısında öfkesini kaybeden bir solun ısıtamayan bir ateş haline dönüşmesi şaşırtıcı mı? Gezi davasını bile bir “liberalsavar” içgüdü ile okumaya çalışan ve son ana kadar ciddi bir sahiplenme ortaya koyamayan bir solun toplumun özgürlük mücadelesine önderlik edebilmesi mümkün olabilir mi? Bu saplantılı içgüdünün faşizm tarafından istismarı şaşırtıcı olmayacaktır.
Hendazeyi güçlü bir biçimde ortaya koyacak ve çevresinde ümitvar bir toparlanma yaratacak bir iradeyi el birliğiyle inşa etmeliyiz, el birliğinin altı çizili… Yoksa restorasyonun da konsolidasyonun da ancak emekçilerin daha da ezilmesi ortak paydasında buluşacağı gerçeği ile burun buruna gelmek kaçınılmaz.