Ortalığı Kaplayan Çatırdama Sesleri – M. Sinan Mert
Erdoğan devletin resmi güçleri ile ilgili tedirginlik yaşamaya başladığı her dönemde paramiliter görünümlü örgütlenmenin kendisi açısından ne kadar hayati olduğunu hatırlıyor.
15 Temmuz olayı sonrasında oluşan iktidar bloğu içindeki kıpırdanmalar dikkat çekici seviyelere ulaştı. Cemaatçilerin “yenilgiye mahkûm” bir darbe girişiminin içine çekilmesi, kimi ulusalcı unsurların perde arkasından Erdoğan ile anlaştıkları halde Cemaatçiler ile hareket edeceklerine dair bir görüntü vermeleri ile mümkün olmuştu. Bu hamle sonrasında Ergenekon mahkemelerinin tüm günahı bir tarafa yıkılıp, kumpas kurulan ulusalcı kadrolar iade-i itibar sonrasında iktidar bloğunun bir köşesine sığıştılar (Bu sığışmanın somutlaşma halini Metin Feyzioğlu’nun şahsında takip edebilmek mümkün). Baş tehdide karşı Erdoğan liderliğinde Yenikapı’da bir mutabakat ekseninde bir araya geldiler. Birincil gündem, büyük bir tasfiye sonrasında boşalan devlet kadrolarının ve kurumlarının paylaşılmasıydı. Suriye’de ve özellikle Rojava’da Kürtlerin kazanım elde etmesinin ne pahasına olursa olsun engellenmesi ise temel politik program rolü oynayacaktı. Ülkede faşizmin inşası süreci en kaba hatlarıyla bu AKP-MHP-ulusalcı ittifakı eliyle yaşama geçirildi, tüm sınır dışı operasyonlar milli mesele olarak sahiplenildi.
Bugün bu bloğun iç mimarisinde yönetilmesi zor gerilimlerin yükselmekte olduğu anlaşılıyor. En son Başbuğ’un sıradan çıkışına karşı aniden yükselen tansiyon, enteresan mahkeme kararları, mafya içinde tasfiyeler, Kızılay’da yaşanan vergi kaçakçılığı ile ilgili belgelerin ortalığa hızla saçılması Erdoğan’ın “sokakları kontrol etmekte zorlanacağız” mealindeki açıklamaları, bir tür rejim muhafızı biçiminde bir bekçilik mekanizmasının inşası çabaları bu içeride kaynayan kazanın farklı emareleri olarak okunabilir. Erdoğan devletin resmi güçleri ile ilgili tedirginlik yaşamaya başladığı her dönemde paramiliter görünümlü örgütlenmenin kendisi açısından ne kadar hayati olduğunu hatırlıyor.
Bu kazan neden kaynamaktadır? Çünkü Erdoğan ve çevresinin yerel seçimler sonrasındaki kan kaybı durdurulamamaktadır. Yeni Osmanlı’nın bir tür gerileme çağında olduğu her halinden bellidir. AKP tabanının bile en az üçte biri başkanlık rejimine karşı hale gelmektedir. Yeni rejimin inşası sürecinin kendisi bir kriz kaynağı haline gelmiştir. “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yürürlüğe girdiği 9 Temmuz 2018 tarihinden 26 Aralık 2019’a kadar toplam 55 adet Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılmıştır. Bu 55 adet Cumhurbaşkanlığı kararnamesinden 31’i diğer Cumhurbaşkanı kararnamelerinde değişiklik yapılması hakkında Cumhurbaşkanı kararnameleridir”. (Kemal Gözler, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin Uygulamadaki Değeri, Bir Buçuk Yıllık Bilanço,anayasa.gen.tr) Uzun lafın kısası ortada bir sistem değil tam anlamıyla bir kaos yapısı hakimdir, bir hukuk inşa edilmekten ziyade anayasasızlaştırma ve hukuksuzlaştırma süreci tüm hızıyla devam etmektedir ve tüm iktidarın “aile” ekseninde inşa edildiği bir dönemde ailenin reisi yoğun bir irtifa kaybı içerisindedir. Kaybetmekte olduğu açık bir liderin bu kakafoniyi uzun süre idare etmesi mümkün değildir, mümkün olabilecekse de bu ancak zorun şiddetlenmesi, göreli özerkliğe sahip alanın daha da sınırlanması ile mümkün olacaktır. Bunun da çok ciddi iç gerilimler yaratmadan başarılması imkânsızdır.
Yaşanan kaosun şiddeti sadece var olan hukuksuzlaşma tablosundan kaynaklanmıyor. İçinden geçilen iktisadi kriz alt sınıflar açısından tahammül edilmesi mümkün olmayan koşullar yaratıyor. İntiharların ve işsizlikten kendini yakmaların bu biçimde yoğunlaştığı bir buhran hali daha öncesinde yaşanmamıştı. İşsizliğin kalıcı hale gelmesi -100 işsizden otuzu 1 yıldan uzun zamandır iş arıyor- ucuz kredi musluklarının hızla açılmasının reel faizi negatif bir hale getirmesi sonrasında yeni bir döviz şokunun ayak seslerinin duyulmaya başlaması- devlet bankalarının yabancıların elindeki Türk Lirası kaynaklarını sınırlamasına dayalı SWAP numaralı doların 6 lirayı geçmesini engelleyemedi- genel tedirginliği arttırıyor. 2019 3. çeyrek istatistiklerine göre çalışabilir nüfusun sadece %50.1 oranındaki kısmı istihdam ediliyor. Kriz ve olumsuz yaşam koşulları iktidar bloğunun toplumsal tabanını istikrarlı bir biçimde aşındırıyor. Özellikle gençlerdeki yabancılaşma çok daha belirgin bir biçimde gözlemlenebiliyor.
İktidar bloğunu birbirine lehimleyen dış savaş konjonktüründe ortaya çıkan çatallanma ise muhtemelen devlet içindeki tansiyonun bu seviyelere çıkmasının en önemli belirleyicisi. Türk devleti çok da alışık olmadığı bir biçimde kendi içinde çok ciddi zaaflara, yumuşak karınlara sahip olmasına rağmen tüm dünya nezdinde El Kaide ve türevlerine alenen destek vererek egemen bir devletin topraklarında savaşa girişmenin eşiğinde. Yanlış anlaşılmasın bu savaş son 9 yıldır devam ediyor ancak bugün gelinen noktanın bir adım ötesi esas olarak bir iç savaş devleti olarak kurulmuş ve dış güvenliğini NATO’ya emanet edegelmiş bir devlet için fazlasıyla iddialıdır, bunun devlet içinde fikir aykırılıklarına, çatışmalara yol açmaması da beklenemez. Erdoğan’ın geleceğinin kalmadığı görüntüsü tüm bu gerilimlerle beraber konsolidasyonu giderek zorlaştıran koşulları yaratıyor. Ümit bağlanan J. Jeffrey ziyareti esnasında ABD’den gelen “İdlib’e müdahil olmayacağız” açıklaması da çakallarla dansın sınırlarını göstermesi açısından önemli. ABD ziyaretinden Kürt sorunu konusunda yeni bir açılım beklentisi çıkarmak ise gerçekçi değil. Erdoğan kurucu bir lider seviyesine çıkabilmek için toprak fethetme meselesini bir takıntı durumuna getirmiş halde, arkasındaki inşaatçı sermaye de onu bu noktada baskı altında tutuyor. Emperyalist ihtirasların tehdidini ensesinde hisseden KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın açıklaması bu gerçeğe dokunduğu için de tüm istila heveslilerinden büyük tepki aldı.
Solun bu derinleşen kriz koşullarında seyirci olmaktan çıkması, özgüven kazanması, halkın geniş kesimlerinde ortaya çıkan öfkeyi politika kanallarına çekebilmesi, özellikle zamlara karşı güvenceli yaşamı öne çıkaran bir program ekseninde harekete geçmesi için hepimiz elimizi taşın altına koymalıyız. Zamların da açıkça gösterdiği gibi egemen sınıfların iki kanadı iktidar nimetlerinden öncelikle yararlanmak için kapışsalar da krizin faturasını halka çıkarma noktasında sonuna kadar uzlaşıyorlar.
Otoriterizmin konsolidasyonundan ziyade ülkenin önümüzdeki on yıllarını bekleyecek bir kritik kırılma anına hazırlanmak daha gerçekçi bir senaryo gibi gözüküyor.