Vitrinleşen Kültürün İşlevsizliği – Özgür Arkadaş
İllustrasyon: Julien Pacaud
Peki vitrinleşen bir kültürün sosyal hayatta bir pazarlama şansından ziyade hayatlarımızı dönüştürebilecek bir momente sahip olduğunu ne zaman fark edeceğiz?
Sanat, bilim, politika gibi konularda gün geçtikçe argümanlarımız daha da çoğalıyor, hatta bir çığ gibi büyüyüp yetişmesi imkansız bir hal alıyor. Bir yıl içerisinde çıkan kitap, film, müzik, albüm sayısının çetelesini tutmak bir hayal artık. Örneğin politik görüşler bölünerek çoğalıyor, kimi tarih oluyor, bazen de yeni akımlar ortaya çıkıyor. Bunu bir kargaşa olarak görenler de var, çeşitlilik olarak görenler de…
Ben çeşitlilik olarak görenlerdenim. Sonuçta bu bir çöplüğe yol açsa dahi iyi şeyler mutlaka kendini evrimsel bir şekilde o çöplükten kurtaracaktır. Lakin benim asıl ilgilendiğim bu çeşitliliğin hayatlarımızı ne denli etkilediği. Ya da diğer bir ifadeyle, biz bu kültürel zenginliği ne kadar hayatlarımızda devrim yapmak için kullanıyoruz?
Vitrinleşme hayatımızda belki de sosyal medya ile ulaşabileceği en üst seviyelere geldi. Artık giydiğimiz elbise, okuduğumuz kitap, dinlediğimiz müzik, sarf ettiğimiz cümleler bizim bir vitrinimiz ve biz artık neredeyse bu vitrini doldurmayı, dükkanın içini doldurmaktan daha çok önemsiyoruz. Ticari bir örnek olacak ama çoğu zaman da dolu bir vitrinle selamlıyor, boş bir içerikle uğurluyoruz. Kazım Koyuncu’nun sevdiğim bir sözü vardır.
“Devrimi düşlüyorsan ona göre yaşarsın. Yürüyüşün farklı olur. Bakkala, manava başka türlü davranırsın. Bunun için sana kimse puan yazmaz tabii; ama anlarlar. Orada birisi farklı yürüyordur.”
İşte biz artık tam da işin o puan kısmındayız sanki. Farklı yürümek karakterimizin doğal bir sonucu değil, planlanmış bir gösteriye davet adeta. Sonuçta tüm kültürel birikimimiz ve bilgiye olan açlığımız hayatı anlamaya ve onu iyileştirmeye yarayan iyi bir araç. Ama burada kültür bir araç değil amaç halini almış ve bununla da kalmayarak bir vitrin malzemesine dönüşmüş.
Peki vitrinleşen bir kültürün sosyal hayatta bir pazarlama şansından ziyade hayatlarımızı dönüştürebilecek bir momente sahip olduğunu ne zaman fark edeceğiz? O güzel sohbetlerimizde geçen unutulmayan kitap sonları, etkilendiğimiz film karakterleri, az bilinen müzikler, dünyanın farklı yaşam tarzları, ekomoni politikaları, çevre sorunları… Bunlar bilinmenin ve paylaşılmanın ötesinde etrafımızda ne denli değişim yaratıyorlar?
OKuduğumuz kitaplarda, izlediğimiz filmlerde, temas ettiğimiz hayatlara karşı hala empati geliştiremiyorsak, dinlediğimiz müziğin evrenselliğini keşfedip bizi etkileyen şeylerin ortaklığını göremiyorsak, çevre kirliliği hakkında bir belgesel izleyip hala atık sorununa kafa yormuyorsak… Yani bildikten, öğrendikten sonraki yaşam tarzımız ile önceki aynı ise pek de anlamı yok sanki tüm bunların.
Kültür artık bu noktada işlevsizleşmiş ve bir tüketim malzemesi halini almıştır. Ya da gerçekte olmayan bir Noel Baba’nın şapkası gibi dolaşır ortalıkta. V For Vendetta filminin repliğini hatırlayalım: “Bu maskenin altında bir fikir var ve fikirlere kurşun işlemez”. Ama hayata geçirilmeyen bir fikir hiçbir kurşuna ihtiyaç duymadan kendi kendini öldürür zaten.