Pamuk İpliği Değil Emniyet Kemeri İstiyoruz – M. Sinan Mert
Krizlerin, büyük iktisadi alt üst oluşların intiharı da tetikleyen anomi durumunu güçlendirdiğini düşünen Durkheim, toplumların sınıflı yapısının ahlaki bir tutkalla bütünleşmeye, organik dayanışmaya dönüştürülebileceğini düşünüyordu.
İntihar olgusu maalesef şoke edici bir olgu olarak hayatlarımıza girdi. Gaziantep’te gencecik bir öğretmen arkadaşımızın intihar notuna “pamuk ipliğine bağlı olduğumuzun sürekli hatırlatılmasına katlanamıyorum” yazması ise gerçek katilin eşgalini ortaya döküyor. Kapitalizm sürekli olarak bir taraftan tüketim arzularını üreterek ve körükleyerek bir taraftan da her şeyimizi her an kaybedebileceğimize dair bir kaygıyı sürekli olarak yayarak ayakta kalıyor. Ankara’da kağıt geri dönüşüm işçilerinin belediye kadrosuna girmesi kimi “sevimli” liberal şahıslar tarafından “toplanan kağıt miktarı aynı kalabilecek mi?” gerekçesiyle eleştirildi. Liberal kafa, insanların kısmen önünü görebilir hale gelebilecekleri bir düzenlemeyi bile rahatlıkla “performans” ve “verimlilik” kriterlerine dayanarak mahkûm edebiliyor. Emekçilerin verimli olabilmesi ne kadar güvencesiz oldukları ve aç kalma potansiyellerinin yükselmesi ile doğru orantılı olarak görülüyor. Piyasa mantığının yaşamın en ince kuytusuna bile sızmasının ne tür bir yıkım yarattığı anlaşılmıyor, aynı kişiler popülizm ve otoriterizm üzerine neoliberalizmin yarattığı tahribat ile hiçbir bağlantı kurmadan uzun uzun konuşabiliyorlar.
2018-19 krizinin toplumsal açıdan çok daha büyük bir tahribat yaratmaya meyilli olmasının en önemli sebebi, AKP’li yıllarda kırdan kente yaşanan büyük göçtür. Türkiye kırlarının kalıcı olarak boşalmasının, tarımsal üretimin büyük oranda çökmesinin kentlerde yaşayan emekçilerin kırsal bağlantılarını koparmasına yol açtığı açık. Ailenin kırlardaki uzantılarının zor günlerde verebildiği destek, kriz koşullarında bile olsa sürdürülebilir bir yaşamı mümkün kılabiliyordu. Bugün bu olanaklara sahip olan kesim 20 yıl öncesine göre çok daha daralmış durumda. Kent yaşamı büyük aileler içindeki dayanışma ilişkilerini hızla erozyona uğratıyor. Kişinin kendisini çok daha yalnız ve çaresiz hissetmesine yol açıyor. Yaşanan genel toplumsal çözülme, aile içindeki dayanışma ilişkilerini zayıflatıyor, kadınlar üzerindeki baskıları da arttırıyor. Toplum kriz alevinde kavrulurken AKP-MHP’li erkeklerin nafakaya savaş açması da bu çözülme tablosu ile uyumlu. Son yıllarda ortaya çıkan İslami orta sınıflar, eski eşlerinden ayrılmayı sınıf atlamanın emaresi olarak görüyorlar. 2013 sonrası daralan kaynaklar ise eski eşe bağlanan nafakayı dünyanın en büyük meselesi haline getiriyor. İstihdamdan dışlanan kadınlar, böylece daha da güvencesiz bir düzleme doğru savruluyor.
İntiharların artması, AKP dinciliğinin dine olan güveni geriletmesinin bir işareti olarak da okunmalı. İslamcılığın, bütün ahlakilik söylemine karşılık büyük bir çürüme ve dünyevi nimetlere batma çabası olarak görülmesi toplumun geniş kesimlerinin dinle olan bağlantısını daha da zayıflatıyor. Zayıflayan dinin, intiharları engelleme kapasitesi de geriliyor.
Durkheim modern toplumlarda intiharın bireyin bir parçası olduğu toplumsal grupların bütünleşme derecesi ile ters orantılı olarak değiştiğini göstermişti. Krizlerin, büyük iktisadi alt üst oluşların intiharı da tetikleyen anomi durumunu güçlendirdiğini düşünen Durkheim, toplumların sınıflı yapısının ahlaki bir tutkalla bütünleşmeye, organik dayanışmaya dönüştürülebileceğini düşünüyordu. Bu onu Kemalizm dâhil muhafazakâr ideolojilerin temel malzemesini sağlayabilen bir düşünüre dönüştürdü. Ancak bireyin kapitalizm koşullarında yaşadığı hızlı yalnızlaşmanın yol açabileceği sorunlar üzerine düşünmesi onu hala önemli kılıyor.
Sınıflı toplumlarda gerçek anlamda toplumsallaşma olanağı sadece ezilenlerin ekseninde ortaya çıkacak toplumsal hareketler sayesinde mümkün olabilir. Egemen sınıflar ya toplumları çözerler ya da milliyetçilik, dincilik gibi sahte ve dışlayıcı birleştirici motifler üretmeye çalışırlar. Egemen sınıflar, sınıfsal ayrımları sürekli yeniden üreterek toplumların gerçek anlamda organik bir bütün, ahenkli bir çokluk olmasını engellerler. Böylece de her türden yabancılaşmayı pekiştirirler. Anomiyi yeniden yeniden üreten, krizlerden ziyade egemen sınıfların varlığıdır.
Solun toplum yapıcı bir politik aktör olarak bir güvence toplumu inşa etme mücadelesini yükseltmesi, risk toplumuna karşı toplumsal zenginliği yeniden paylaşmayı mümkün kılacak bir talepler çerçevesine görünürlük kazandırması bu lanet intihar furyasını aşmanın yegâne yoludur. Güvence ekseninde inşa edilecek bir yeni vatandaşlık, dini ve milli vatandaşlık dayatmasının ötesinde bu toprakların tüm misafirlerine üretilen zenginliği eşitçe paylaştırarak mümkün kılınacaktır.
Pamuk ipliği değil toplumsal emniyet kemeridir ihtiyacımız olan. Sosyalizm, kaybeden olma korkusuyla sürekli kamçılanan, ölümü kurtuluş olarak görmeye itilen milyonların yaşama bağlanabileceği güvence kapısı olarak kendisini ortaya koyabilirse kazanmaması mümkün değildir.
Burada ve her yerde…