İsyanların Yumuşak Karnı: Doğrudan Demokrasicilik – M. Sinan Mert
Solun kitlesel eylemlerin coşkusuna kendisini hızla kaptırması anlaşılır ancak kitlelerin harekete geçmesi, devrimci örgütün inşasını ve onun siyasi/ideolojik hegemonyasını büyütme mücadelesini gereksizleştirmiyor tam tersine çok daha acil bir ihtiyaç haline getiriyor.
Geçtiğimiz hafta çok önemli iki araştırmadan haberdar olduk. Bunlardan birincisi, toplumsal hareketlerin demokrasi doğurup doğuramamasının sokağa çıkan kitlelerin sınıfsal bileşimiyle son derece ilişkili olduğunu tespit ediyordu. Araştırmanın sonuçlarına göre, endüstriyel işçi sınıfının merkezinde olduğu eylemlerin demokrasiyi geliştiren sonuçlar yarattığı görülüyor. İkinci önemli araştırma ise büyük çaplı toplumsal hareketlerin hükümet değişikliklerine yol açma oranını inceliyor. Buna bakıldığında da 30 yıl önce toplumsal hareketler, ortaya çıktığında %70 oranıyla hükümet değişikliğine yol açabiliyorken bugün bu oran %30’lara gerilemiş durumda.
Bu iki olgu arasındaki bağ aslında açık. İşçi sınıfının Fordist dönemdeki yapısı, güçlü sınıf örgütlenmelerine ve bunların destekledikleri siyasi partilere önemli bir taban sağlıyordu. Neoliberal hegemonya, işçi sınıfının bu katı ve bütünleşik yapısını çözdü, onu bir araya getirilmesi son derece zorlu bir yapısal biçime büründürdü. Aynı hegemonya, sınıf siyasetinin rasyonalitesini de büyük oranda sarstı. Dünya solunun yaşadığı 1989 şoku bu sarsılmayı daha derinleştirdi. 1968 Devrimlerinin özgürlük ile ilgili talepleri eşitlik ile bağları kopartılarak düzen tarafından büyük oranda sahiplenildi. Bu sahiplenme neoliberal özgürlükçülüğün, kendisine bir tür ilericilik atfedebilmesini de mümkün kıldı. Siyasi taleplerin odak noktasının ekonomik eşitlik alanından kimlikler sahasına kayması da bu sürecin hem bir sonucu hem de hızlandırıcısı oldu.
Bu özgürlükçülüğün bir uç hali de temsilin neredeyse her türlüsüne tereddütle yaklaşan bir doğrudan demokrasicilik oldu. Temsilin meşruiyetinin ortadan kalkması kitlesel hareketlerin bir gücü gibi görünse de aslında bunun gerçeği yansıtmadığı, yukarıda bahsi için ikinci araştırmanın sonuçları tarafından da ortaya konuluyor. Temsili organlar yaratmakta zorlanan isyanlar kendi elleriyle kurumsal kapasitelerini de dinamitliyorlar. Çünkü isyanların sonuç alıcı olabilmesi büyük oranda harekete geçirebildikleri örgütsel kapasiteleri ile doğru orantılı. İsyanların iktidar değişikliği üretebilme kapasitelerinin bahsi geçen düşüşü, devletlerin örgütsel kapasiteleri savaş benzeri etkenler dolayımında büyük oranda çökmedikçe toplumsal hareketlerin var olan sınırlı örgütlenme seviyelerini yönetebilme kapasitelerini korumalarından kaynaklanıyor.
Sosyalizm deneyiminin kendi içinde güçlü bir demokrasi deneyimi yaratamamış olması; bugün aşırı yataylaşmış bir örgütsel mimari inşası ihtiyacını, solun geniş öbekleri içinde neredeyse tartışılmaz bir tabu haline getirdi. Oysa neoliberalizmin otoriter/neofaşist devlet uygulamalarına yaslanarak kendisini yeniden üretme azmiyle gündelik yaşamları dahi büyük bir kuşatma ile sarmalıyor. Cambridge Analytica gibi uygulamalar, Big Data analizleri finans kapitalin zenginliğini devasa bir Panoptikon inşası ile sürdürme arzusu karşısında özgürleşme mücadelelerinin kurumsal kapasitelerini geliştirmesi büyük bir zorunluluk. Solun kitlesel eylemlerin coşkusuna kendisini hızla kaptırması anlaşılır ancak kitlelerin harekete geçmesi, devrimci örgütün inşasını ve onun siyasi/ideolojik hegemonyasını büyütme mücadelesini gereksizleştirmiyor tam tersine çok daha acil bir ihtiyaç haline getiriyor. Örgütsel bir birikime dönüşemeyen isyanlar büyük umut üretmelerine rağmen hızla geri çekilerek sonrasında tam tersi ruh hallerine de yol açabiliyorlar. Hiyerarşi karşıtlığını uç noktalara vardırmak, yataylaşma arayışını karar alamayan kolektifler inşasına abartmak neoliberalizme ve baskıcı rejimlere karşı büyük bir öfkeyle ayağa kalkan milyonları felç eden etkiler yaratabiliyor. Bugün insanlığın ihtiyacı devlet adı verilen, finans kapital tarafından bir zırh olarak inşa edilen ve teknolojik gelişmeyle toplumla arasındaki güç dengesini asimetrik bir biçimde geliştiren zorbalık aygıtına karşı bu asimetriyi ortadan kaldıracak güç ve kapasitede bir devrimci örgüt inşasını gerçekleştirmek ve kurucu rol oynayabilmektir. Aşırı yataylaşmış, löse, profesyonellik eksiğini kitlesellik ile ikame etmeye çalışan yapılar bu görevin altından kalkamaz.
İlkel toplumlarda savaş şefi ile barış günlerinin bilge lideri arasında bir iş bölümü vardı. Sosyalistler de siyasi tahayyüllerini bu örnek üzerinde düşünerek geliştirebilir. İsyan ve özgürleşme günlerinde sıkı bir hiyerarşi ve disiplin içerisinde işleyebilen bir Leninist örgüt ile inşa ve barış günlerinde iktidarını dengeleyecek mekanizmaları gerekirse kendi eliyle yaratacak bir iktidar partisi pratiği prensip olarak birbiriyle çelişmez.