Demokratik Anayasa mı Krizle Mücadele mi? – M. Sinan Mert

Resim: Refugees, Jan Rembowski

Tarihinin en ağır krizlerinden birisini yaşayan bir ülkenin sosyalistleri olarak eğer ortaya hala net bir anti-kapitalist krizle mücadele programı koyamadıysak burada üzerinde çok ciddi kafa patlatılması gereken bir sorunumuz var demektir.

İhracatın %14.7 azalması, sanayide kapasite kullanım oranlarındaki düşme, işsizliğin %15’lere demir atması krizden kısa vadede çıkışın mümkün olmadığının en açık ifadeleri. 1980 sonrasının en yapışkan, etkileri en kalıcı olacak krizinin içinden geçiyoruz. Halk, krizin faturasını 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde kısmen hükümete çıkardı. Ancak son günlerde belirgin bir biçimde yükselen ve yükseltilen Suriyeli karşıtlığı, geniş yığınların krizin sorumlusu olarak sermaye sınıfını ya da hükümeti değil de Suriyelileri gördüğünü ifade ediyor. Bu tablonun ortaya çıkmasında bizim de bir sorumluluğumuz var.

Tarihinin en ağır krizlerinden birisini yaşayan bir ülkenin sosyalistleri olarak eğer ortaya hala net bir anti-kapitalist krizle mücadele programı koyamadıysak burada üzerinde çok ciddi kafa patlatılması gereken bir sorunumuz var demektir. Net bir programdan kastım, acil sorunlara çözümler önerirken aynı zamanda krizin sorumluluğunu sermaye sınıfının üzerine yıkan ve zenginden yoksula ciddi bir kaynak transferi politikası geliştiren bir çerçeveyi ortaya koyabilmek. Bu çerçeveyi ortaya koymakla yetinmeyip özellikle büyük kentlerde, işçi havzalarında güçlü bir propaganda-ajitasyon çalışması gerçekleştirebilmek, bunu yapabilmek için hem sosyalistlerin yerel birliktelik platformlarını inşa edebilmek hem de HDP’yi mümkün olduğu kadar bu yönde iteklemek. Krizin ilk günlerinde DİSK eksenli bir çalışma yürütüldü ancak burada ortaya konan program bir itirazı dillendirmekle birlikte kurucu bir içeriğe sahip değildi, bu yüzden de biraz da ısrarcı olunamayışından dolayı yeterli etkiyi yaratamadı. KESK’in bu hafta başlattığı toplu sözleşme eylemi ise bir kriz karşıtı program ortaya koymaktan ziyade kamu çalışanlarının güvenceli çalışmasını temel eksene alıyor. Sınıfın geneli işsizlik ve güvencesizlik sarmalında yuvarlanırken başarılı olması oldukça zor bir talep bu.

Toplumun en azından siyaseti belli bir seviyede takip eden kesimleri nezdinde “solun kriz karşıtı programı” olarak tarif edilebilecek bir çerçeveyi net bir biçimde dövüştüremediğimizde yarın Suriyelilere dönük öfkenin çok daha kontrolsüz seviyelere ulaşabileceğine tanık olacağız. Sosyalistlerin gerçek görevi sınıf içinde göçmen işçilere karşı gelişen yanlış bilinç durumunu “ırkçı, faşist” diye tespit etmekle yetinmeyip ortaya koydukları anti-kapitalist krizle mücadele programı ekseninde bugün ırkçılık eğilimleri gösteren işçilerle en ağır koşullarda, en güvencesiz biçimlerde çalışan göçmen işçileri omuz omuza mücadele etmeye ikna edebilmektir.

Böylesi bir programın temel ekseni zenginden yoksula kaynak transferi ile işçileri neo-liberalizmin ve krizin yıkıcı etkilerine karşı korumak olmalıdır.

1- Sosyal ücretin arttırılması kapsamında işsizler ve asgari ücretle çalışanlardan başlayarak ülkedeki yaklaşık 20 milyon hanenin ihtiyacı olan su, elektrik, doğalgaz, internet merkezi belli bir kota oranında bütçeden finanse edilmelidir. Giderlerin finansmanında başta 29 dolar milyarderi ve 180.000 dolar milyonerinin ödeyeceği ek vergiler kaynak olarak kullanılmalıdır.

2- İşsizlik sigortası fonunun işverenleri teşvik etmesi uygulamasına son verilmeli, tüm işsizler fonun işsizlik ödeneğinden yararlandırılmalıdır.

3- Artan oranlı veraset vergisiyle, zenginlerin miraslarının %70’i toplumsal eşitsizliği giderme fonuna aktarılmalı, bu fon asgari ücretle geçinenlerin maaşlarının %5’ini geçmeyecek kiralarla yaşayabilecekleri sosyal konutlar üretmelidir.

4- İşsizler ve asgari ücretlilere belediyeler ücretsiz ulaşım kartları sağlamalıdır.

5- Kamu-Özel İşbirliği adı altındaki yandaşlara kamusal kaynak aktarma amaçlı üretilen projeler derhal kamulaştırılmalı ve bunlara kaynak transferi sona erdirilmelidir. Son kertede özel hastanelerin hasta sayısını arttıracak Şehir Hastaneleri projeleri rafa kaldırılmalıdır.

6- Yeniden yapılandırmalar yoluyla büyük şirketlerin zararlarının toplumsallaştırılması uygulamasına son verilmelidir, iflas eden şirketlerin işçileri tarafından kooperatifleşerek üretimi sürdürmelerine destek verilmelidir.

7-Kentlerde kurulan tüketim kooperatiflerinin nakliye masraflarının yarısının devlet tarafından  karşılanması sağlanarak kır ve kent nüfusları arasında halkın kendi inisiyatifine dayanan bağların kurulması ve tarımı bitiren aracı rantını ortadan kaldıracak piyasa-dışı ağların kurulması sağlanmalıdır. 

8-Şirket karlarının %5’inin ayrılacağı işçi sandıkları kurulmalı, buralarda biriken kaynaklarla işçilerin şirketin yönetiminde pay sahibi olacağı ortaklık sistemlerinin oluşması sağlanmalıdır.

9- İş cinayetlerinin önüne geçilmesi için işyerlerindeki iş güvenliği uzmanlarının maaşları devlet tarafından ödenmelidir.

10- Emekli maaşları yoksulluk sınırının üzerine çıkarılarak emeklilerin çalışması engellenmelidir.

Burada ortaya konan çerçeve taslaktır ancak temel mantık sadece eldeki sınırlı hakları korumak değil servet paylaşımını ve güvence inşasını gündeme getirecek yeni taleplerin ortaya konması olmalıdır. Sermayenin kriz koşullarında daha da zenginleşen kaymak tabakasından en alttakilere kaynak transferini gerçekleştirecek güncel talepler üretebilmektir. Güçlü bir anti-kapitalist krizle mücadele programını emekçi kitlelerle buluşturmak soyut ve güç dengelerinin gerçeğine uymayan bir demokratik anayasa tartışmasında sürüklenmekten çok daha öncelikli bir görevdir bizler açısından.

Kriz koşullarında böylesi bir hamleyi başaramamak sosyalistlerin toplumsal konumunu tartışmalı hale getirecek, bizlere duyulan hali hazırda sınırlı güveni daha da erozyona uğratacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları