Kriz, Sınıf Ve Kenan – M. Sinan Mert

Genel bir demokrasi cephesi faşizme karşı mücadele açısından önemlidir ancak proletarya sosyalizminin güçlenemediği koşullarda bu demokrasi cephesi lakırdısı, işçileri bir sermaye fraksiyonunun treninden indirip bir diğerininkine bindirmek anlamına gelir.

2019’un 25 Temmuz’larının birincisinde ana gündem Merkez Bankası’nın faizleri ne kadar indireceği olacak. Malum, Erdoğan’ın “ya herru ya merru” siyasetinin en açık hamlesi Merkez Bankası Başkanı’nı görevden almakla gerçekleşmişti. İktidar çevreleri bu aralar doların değerindeki görece sükûnetten mütevellit huşu içindeler ve bunu bir başarı olarak satma derdindeler. Oysa dünyada 2019’da ABD doları karşısında en fazla değer kaybeden 2. para birimi TL. Faizlerin düşürüleceğinin ayan beyan sergilenmesi en çok yabancı sermayeyi memnun etti, şu anda yüksek faizli devlet tahvili toplamakla meşguller. Faizlerdeki düşme oranı kadar karları artmış olacak, yani cari açığın ekonomik daralma sebebiyle daralmış olmasının yanı sıra sermaye girişlerindeki göreli artış doları bu seviyede tutuyor. Ancak 2013’teki ekonomi rakamlarını 2023 hedefleri olarak ilan eden hükümet zaten başarıdan ne anladığının da tanımını yapmış durumda. 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının 7 bin liraya, yalnız işçinin ihtiyaçlarını asgari düzeyde karşılayabilmesi için gereken rakamın 2.7 bin liraya çıktığı koşullarda borç batağına saplanan halkımızın bir taraftan da işsizlikle sınanması toplumu barut fıçısına çeviriyor. Faşist iktidar koalisyonu bu ekonomik koşullarda uzun süre ayakta kalamayacağının farkında.

AKP’nin zamanında el verdiği herkese bir süre sonra en büyük kazığı attığını en iyi bizim YAE’ciler bilir. Benzer biçimde şu anda Suriyeli göçmenlere dönük giderek hızlanan sınır dışı etme operasyonu ile de bir taşla iki kuş vurmak istiyorlar. Bir türlü durdurulamayan işsizlikteki artış kaçak çalışan Suriyeli işçilerin sınır dışı edilmeleri ile kontrol altına alınmak isteniyor. Bir taraftan da toplumun en Atatürkçüsünden en ümmetçisine nüfuz etmiş “Suriyeli” paranoyasından beslenmek için de adım atılmış oluyor. Bir dönem sayıları 1 milyonu geçsin de Obama Suriye’yi bombalasın diye hararetle çağrılan “Suriyeliler”, bir taraftan hala AB’ye karşı tehdit unsuru olarak kullanılırken diğer taraftan da elleri kolları bağlanarak sınır dışı ediliyorlar. Hazır Soner Yalçın’dan sonra TKP şefi Kemal Okuyan da S-400 hamlesinin anti-emperyalistliği üzerine nağmeler döktürürken bu sınır dışı etme gösterisi “normalleşme” yanlısı orta sınıflarda ne etki yaratacak hep birlikte göreceğiz. Ancak bu hamleler, AKP-MHP ittifakının erken seçimi güçlü bir olasılık olarak gördüğünün de itirafı olarak değerlendirilmeli. Biz ise elimizden geldiğince Suriyeli emekçi kardeşlerimizle dayanışmayı görev bildiğimizin bir kez daha altını çizelim.

2019’un 25 Temmuz’larının ikincisinde ise Kenan Budak var. Zeytinburnu-Kazlıçeşme deri işçilerinin yiğit evladı, 12 Eylül faşizminin diz çöktüremediği DİSK’e bağlı İlerici Deri İş Sendikası Başkanı Kenan Budak. 10 Ekim 1951’de Erzincan’ın Tercan ilçesinde, topraklarının elinden alınmasına karşı direnişe öncülük eden bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Budak, 30 yıllık kısa zaman dilimine bugün sınıf adına siyaset yapmak isteyenler için büyük dersler barındıran dopdolu bir yaşam bırakarak aramızdan ayrıldı. Aslında aramızdan ayrıldı tabiri de yanlış çünkü bir yandan da hep yanımızda. Yaşadığı dönemde nasıl kendisi ile birlikte mücadele eden yoldaşları için sırtlarını yaslayabilecekleri, güç alabilecekleri bir kaya anlamına geliyorduysa bugün de faşizm koşullarında sınıf siyaseti dersleri açısından mutlaka okunması, feyz alınması gereken bir hayat onunki. Ben devrimciliğin ne anlama geldiğini, ölümünden belki de 15-16 sene sonra kapısını çaldığımız Zeytinburnulu Elif Ana’nın, onun fotoğrafını görür görmez gözyaşlarına boğularak resmini öpmesine tanık olduğumda anlamıştım. Kenan, Zeytinburnu-Kazlıçeşme hattında yaşayan Türkiye işçi sınıfının o dönemki kalbinde neredeyse tüm işçilerin ruhuna sinmişti.

Bugün “siyasetin sınıfsızlaştırılmasına” karşı yükseltmek için çırpındığımız politik çizgi, ajitasyon seviyesinden işçilerin ruhuna sinen bir aşamaya geçmeden Türkiye işçi sınıfının öfkesinin çerçevesi ve içeriği büyük oranda finans kapital tarafından belirlenen “demokrasi mücadeleleri” anaforunda ziyan edilmesine engel olamayız. Genel bir demokrasi cephesi faşizme karşı mücadele açısından önemlidir ancak proletarya sosyalizminin güçlenemediği koşullarda bu demokrasi cephesi lakırdısı, işçileri bir sermaye fraksiyonunun treninden indirip bir diğerininkine bindirmek anlamına gelir. Faşizme karşı mücadelenin görevlerini aksatmaksızın “sınıfa karşı sınıf” konumunu daha görünür kılacak bir mücadeleye ihtiyacımız var.

Kıvılcımlı’nın VP programında yazdığı gibi “Özgürlük bir küçük burjuva mistisizmi değildir. Halka inanç ve züğürde bolluk anlamını taşır”. Türkiye toplumunun içinden geçtiği kapsamı ve derinliği her geçen gün artan krizin çözümüne dair emeğin konumunu inşa etmek ve belirginleştirmek için gözümüzü ikinci 25 Temmuz’a dikmekte büyük faydalar vardır.

Yazarın Diğer Yazıları