Stratejik Zorlanmalar II – Mehmet Yılmazer

Dünya güç dengeleri yeni bir kuruluşun eşiğinde olmasaydı Türkiye’de yaşanan S-400 krizi bu ölçüde önem kazanmazdı. “Türkiye Batı’dan kopuyor mu?” klasik sorusunun içine sıkıştırılan sorun, dünyadaki yeni gelişmelerden dolayı daha geniş bir anlama sahiptir.

S-400’ler gelmeye başladı. Tamamının gelişi 2020’nin ortalarını bulacak. Bu zaten bekleniyordu. Ancak G20 toplantısında Trump’ın verdiği sinyallerden sonra Saray F-35’lerle ilgili askıya alma kararını beklemiyordu. F-35’lerin savaş kapasitesi ve maliyetiyle ilgili pek çok tartışma ortada dolaşıyor. Bunlar bir kenara, F-16’ların “gövde ömrü”nün on yıl içinde dolacağı dikkate alınırsa Türkiye’nin havada savaş gücünün ciddi bir sorunla yüz yüze geleceği artık “devlet sırrı” değildir. Bu durumu iyi bilen Rusya hemen yeni teklifini yaparak savaş uçağı satabileceğini açıkladı. Anlaşılan bu satranç oyunu daha devam edecektir.

Bu gelişmeler karşısında en temel soru Ankara-Washington ilişkilerinin geleceği üzerinedir. Hatta Türkiye-NATO ilişkilerinin geleceği de tartışma konusudur. Bu konularda Pentagon ve Brüksel’den Türkiye’nin önemi üzerine çok dikkatli açıklamalar yapıldı. Taraflar ilişkilerin kopmasını istemiyor. Öte yandan işlerin bu noktaya geleceğini Ankara da Washington da beklemiyordu. ABD Türkiye’nin S-400 adımını sonuna kadar götürebileceğini ummuyordu; Ankara ise çok kutuplu dünyanın kendi çıkarlarına yakın yönünü görüp davranırken, bu dünyanın gerilimlerinin seviyesini okumada önemli hatalara düşüyor.

Dünya güç dengeleri yeni bir kuruluşun eşiğinde olmasaydı Türkiye’de yaşanan S-400 krizi bu ölçüde önem kazanmazdı. “Türkiye Batı’dan kopuyor mu?” klasik sorusunun içine sıkıştırılan sorun, dünyadaki yeni gelişmelerden dolayı daha geniş bir anlama sahiptir.

Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra ABD’nin bölge planları başından beri Ankara’nın çıkarlarıyla çatışıyordu. Bu kapsamda Ankara-Washington arasında son yirmi yılda büyük kırılmalar yaşandı. İlki, Irak’ın işgali sırasında Pentagon ve Genelkurmay arasında yaşandı. İkincisi, 15 Temmuz darbe girişiminin üzerine ABD’nin gölgesinin düşmesiyle devlet yapısını alt üst eden bir kriz olarak yaşandı. Üçüncü olarak, bütün bu süreçlerde Kürt sorunu üzerinden ABD ile ilişkiler hep gerilimli oldu; Kobani direnişiyle birlikte bu gerilim hem en yüksek noktasına ulaştı hem de bölge ölçüsünden yaygınlaşarak Ankara’nın hesaplarını çok zorlaştıran seviyeye çıktı.

Bu süreçte ordu içinde ve politik ortamda Türkiye-Amerika ilişkileri ciddi olarak sorgulanır hale geldi. Hatta ordu içinde “Avrasyacı” görüşler oluşmaya, ittifak hattının İran ve Rusya üzerine döndürülmesi gerektiği görüşleri Harp Akademisi’nde dillendirilmişti. Dolayısıyla Türkiye’nin stratejik konumu 2000’li yılların başından beri bulanıklaşmaya başlamıştı ve olaylar o günlerden beri bu bulanıklığı derinleştirecek yönde aktı.

2007’lerde dillendirilen çok kutuplu dünya son on yıldır hızla derinleşmeye başladı. Bu zaman aralığında üç genel eğilim açıklık kazandı. Çok kutuplu dünyanın bir kutbunda Çin ve Rusya yükselmeye başladı. Aynı zamanda Atlantik’in iki yakası açılırken Almanya Başbakanı Merkel’in ağzından “Amerika’ya güvenilemeyeceği” ilan edildi. Üçüncü eğilim Amerika’nın belirgin güç kaybıdır. II. Dünya Savaşı sonrası olduğu gibi artık dünya kapitalizminin bir lideri yoktur.

Çok kutuplu dünya on yıldır bir gerçekliktir ancak Trump sonrası kutuplar arası gerilim hızla yükselmektedir.  Trump Amerikası önemli bir çelişki ile birlikte yürüyor. Bir yandan yeniden büyük Amerika olmak için dünyanın yükünden kurtulmak istiyor, öte yandan gücü zayıfladıkça dünyayı yönetemediği için zikzakları ve tutarsızlığı artıyor.

Bu noktada Ankara’nın S-400 manevrasının kendinden öteye anlamına gelinir. Çok kutuplu dünyada gerilimin yükseldiği bir dönemde Ankara’nın tavrı ABD’nin zayıflayan dünya liderliğine bir darbe olmuştur. Hindistan, Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkeler Rusya ile ilişkilerini genişletme yolundalar. ABD’nin dünya liderliği sürekli yeni bir olayla sınavdan geçiyor. Bu anlamda Ankara’nın S-400 manevrası dar bir silah sistemi pazarlığından öteye yeni dünya dengeleri içinde bir anlama sahiptir.

Dünya güç merkezleri arasındaki gerilim yükselmektedir. ABD liderliği olayları yönetemedikçe tutarsızlığı artmakta, buna bağlı olarak saldırganlaşmaktadır. Türkiye, Washington ve Moskova arasındaki taktik oyunlara başladığından beri dünya ve özellikle bölgede gerilim artmaktadır. İran’la bilek güreşi ve Doğu Akdeniz gerilimi ardında tehlike biriktiriyor. Böyle bir ortamda Ankara’nın oynadığı taktik oyunlar kendi sınırlarına gelip dayanmakla kalmıyor, çekme ve itme güçleri arasında niyetinden öteye adımlar atmaya zorlanıyor. ABD, Ankara’yı “çok önemlisin” diye diye sıkıştırıyor.

Bu gerçeklik karşısında çoktandır “ulusal savaş sanayi” kurulması için ajitasyonlar ortalığı kapladı. Ancak bu yolun çok uzun, hatta neredeyse imkansız olduğunu en iyi Ankara’daki kurmaylar bilirler. Kısa zamanlı çözüm için bu kez Rusya’dan savaş uçakları alınırsa, durum artık taktik oyun olmaktan çıkar ve Ankara’yı yeni stratejilerin kıyısına getirir. Ankara ya ABD’nin kuşatmaları ile iyice sıkışacak ve güçsüzleşecektir; ya da Rusya’ya doğru adımlar atarsa yeni bir stratejik maceraya girmiş olacaktır. Oyun büyümüş, riskler çok artmıştır.

ABD, Türkiye’yi kaybetme riskiyle nasıl baş etmeyi düşünüyor?

“2014-2017 yılları arasında ABD ordusunun Avrupa’daki kara kuvvetlerinin komutanlığını yapan Ben Hodges, Türkiye’nin NATO’dan çıkartılmasına yönelik bir tartışma başlatılmasının çok büyük bir hata olacağını söylüyor… S-400 alımının Türkiye’nin kurumsal bir kararı değil Erdoğan’ın kişisel siyasi tercihi olduğunu savunurken şunu ekliyor: ‘Türkiye çok önemli bir müttefik. Erdoğan’dan sonrasını düşünerek hareket etmeliyiz.” (Cansu Çamlıbel, gazateduvar) 

“Erdoğan sonrası Türkiye’ye doğru” bazı birikimler olsa da, bu yolun aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin en büyük bunalımının aşılması anlamına geleceği için, yol çok zorlu ve büyük risklerle yüklüdür.

Yazarın Diğer Yazıları