Kutuplaşmanın Sonu Mu? – Mehmet Yılmazer

Bu arka plan dikkate alındığında kutuplaşmadan yakınmak aslında değişimin niteliğini örtme sonucunu yaratır. Kutuplaşma kabusu kitleler için karanlıkta el yordamıyla yürümeye dönüşürse bu en fazla yeni bir egemenlik sistemi kurmak için çatışan servet sahibi zümrelerin işine yarar.

“Cumhur İttifakı”nın seçimlerdeki mevzi kaybı sonrası kutuplaştırma politikaları üzerine yorumlar arttı. Kutuplaştırıcı dilin artık kaybettirdiği, kapsayıcı olanın kazandırdığı, saldırgan tavırlar yerine sakinliğin avantaj sağladığı değerlendirmeleri haklı olarak yapılıyor. Hatta zaman zaman su yüzüne çıkan ‘yeni parti’ haberlerinde, onun herkesi kapsayacağı vurgulanıyor.

Bu değerlendirmelerin doğru olan bir yanı vardır. Bu seçimde kutuplaştırma ve düşmanlaştırma politikaları zirve yaptı. Politika aşırılaşınca AKP içinden bile belli tepkilere neden oldu. Ancak seçimlerdeki kaybın bu propagandaya bağlanması doğru olmaz. AKP on beş yıllık politikalarının sonucu kaçınılmaz bir şekilde inişe geçtiği için kutuplaştırma ve düşmanlaştırma politikalarını inandırıcılık sınırları ötesine taşımak zorunda kaldı. Son balkon konuşmasının hiçbir yeni yanı yoktu. En önemli vurgu “yenilmedik, hala birinci partiyiz” üzerineydi.

Kutuplaşma konusunda yaşananlar yeni değil, hatta Cumhuriyet tarihinin ayrılmaz parçasıdır. Menderes iktidarı yıllarında DP ve CHP düşmanlaşması o noktalara varmıştır ki; Menderes, işi CHP’yi kapatma denemesine kadar götürünce iş karakolda bitmiştir. 60’lı yıllarda iktidar olan Demirel, “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyerek o günlerin kutuplaşmasına unutulmaz bir örnek vermişti. Yine işler karakolda bitti ve askeri darbe sonrası iktidara gelen Ecevit, “Geçmişe sünger çekeceğiz” diyerek tatsız gerçeklerin üstünü örtmeyi tercih etmişti. 12 Eylül’e giden günlerde ise ülke yine “kutuplaşma” hastalığına yakalanmış, her gün ölümlerin yaşandığı bir siyasi ortam oluşmuştu. Kenan Evren, cunta lideri olarak “ülkeyi felakete götüren parçalanmayı engellemek için” deli gömleği gibi bir anayasa yapmış, yüksek barajlarla siyasal parti sistemini İngiltere ve Amerika gibi iki partili hale sokmak istemiş, ancak kısa ANAP yılları hariç siyasi parçalanmalar ve “kutuplaşma” hızla ortalığı kaplamıştır. Ülkenin bu derdine on yıllardır çare bulabilen bir siyasetçi çıkmamıştır.

AKP ilk yıllarında farklı bir yoldan yürüyeceği izlenimi yaratmıştı. 80’ler sonrası “Kürt sorunu” üzerinden yaratılan kutuplaşmayı 2010’larda “açılım süreci”yle sonlandırmayı deneyen AKP’nin amacının sorunu gerçekten çözmek olmayıp siyasi etkinliğini genişleterek İslami zeminde eritmek olduğu ortaya çıkınca tüm kurgular çöktü.

Bu süreç tırmanırken AKP iktidarının sınırlarını ortaya koyan çok önemli iki gelişme yaşandı: Gezi isyanı ve 7 Haziran seçimleri. Bu gelişmeler AKP iktidarının iç dengelerini ve düzenin sinir sistemini iyice bozdu. Bu kez iş karakola gidemeden bir garip darbe ile iyice daha karmaşık hale geldi.

Bundan sonra olaylar “kutuplaşma” kavramını çok aşan bir niteliğe dönüşerek ilerledi. Bu karmaşadan Başkanlık Sistemi doğdu. Özellikle son yedi sekiz yıldır “kutuplaşma” öylesine yaygınlaştırıldı ki, “Cumhur İttifakı” dışında hemen herkes “terör destekçisi” olarak düşmanlaştırıldı. Kurulmak istenen düzenin hem inandırıcılığı zayıfladı hem de meşruiyeti sorgulanır hale geldi.

Ortada cumhuriyet tarihi boyunca sürüp giden garip bir devamlılık vardır. Zayıf Türk burjuvazisi egemenliği her tehlikeye girdiğinde devlet eliyle korku ve zulüm yaratmadan edememiştir. İnsanlar uzun yıllar “Bu kış komünizm gelecek” korkusuyla yaşatılmıştır. Aslında bu yıllar finans kapitalin devlet eliyle sağlanan vurgunlarla beslenip palazlanması dönemiydi.

Zaman değişti, siyasal İslam palazlandı, egemenliğini kurmak ve güçlendirmek için aynı yöntemleri, üstelik çok kısa bir zaman aralığına sığdırarak uygulayınca düzenin bütün klasik kurumları alt üst oldu. Bu egemenlik savaşında da bilinçleri karartmak, gözleri körleştirmek için yine bildik korku silahı ele alındı. Bu kez “terörist örgütler” ülkeyi bölüp yok edecekti. Son seçim “beka” tiratlarıyla geçti.

“Kutuplaşmanın kısa tarihi”nin gösterdiği gibi konu birkaç politikacının hatalı tercihinden ibaret değildir. Konu farklı sınıf ve zümrelerin egemenlik savaşlarıyla ilgilidir. Cumhuriyet’in başlarında kurulan egemenlik sistemi 90’lı yıllarda yürümez hale geldi. Egemenlik sistemi yeniden inşa edilmek zorundaydı. Ancak bu sürecin büyük sancılarla yüklü olduğu çok açıktır. Egemenlik ilişkilerini yeniden düzenlemek tüm toplumsal ilişkileri etkiler; depremler gibi sarsıcı, yıkıcı olur.

Bu arka plan dikkate alındığında kutuplaşmadan yakınmak aslında değişimin niteliğini örtme sonucunu yaratır. Kutuplaşma kabusu kitleler için karanlıkta el yordamıyla yürümeye dönüşürse bu en fazla yeni bir egemenlik sistemi kurmak için çatışan servet sahibi zümrelerin işine yarar.

Kutuplaşmanın niteliğini kavramak, onun tatlı sözlerle yok edilemeyeceğinin bilincinde olmak gerekir. Daha doğrusu kör döğüşü gibi görünen kutuplaşmayı demokrasinin yolunu inşa edecek bilinçli siyasal saflaşmalara dönüştürmek, tarihin tekerrür etmesini engelleyebilir. O zaman halklar için gerçekten yeni bir yol açılır.

Yazarın Diğer Yazıları