Rosa Luxemburg Gezi’de Ne Yapardı? – Funda Başaran (Gazete Duvar)
Tam da birilerinin tutarsızlık ve iç çelişki dediği şey, yani o bütünlük, teorisyen, devrimci, kadın ve aşık Rosa’nın bütünlüğü değil mi güzel olan ve Rosa’yı Mısır’da Tahrir Meydanı’na, Türkiye’de Gezi Parkı’na, Fransa’da sarı yeleğiyle Champs Elysees Bulvarı’na çıkartacak olan…
“Her devrimcinin bir Rosa’sı vardır” derler… Çünkü Rosa Luxembourg, bir teorisyen, bir devrimci önder, bir kadın ve bir aşık olarak mutlaka ve mutlaka her devrimcinin hayatına bir biçimde dokunmuştur. Emperyalizm ve kriz üzerine yaptığı Ortodoks denilebilecek Marksist çözümlemeleriyle, işçi sınıfı hareketine sızan milliyetçi, reformcu, parlemanterist akımları kıyasıya eleştirisiyle, enternasyonelciliğiyle, 1. Dünya Savaşı’nın karanlığı herkesin üzerine çökerken savaş karşıtlığından ödün vermemesiyle, Sovyet Devrimi’ne sahip çıkışı, Lenin ve arkadaşlarına “buna cesaret ettikleri için” duyduğu şükran, ama bir diktatörlük olarak kurgulanması, demokrasi ve özgürlüğe dair taşıdığı sorunlar nedeniyle de Sovyet Devrimi’nin en gözü karar eleştirmeni olmasıyla mutlaka ve mutlaka Rosa Luxemburg’la kesişmiştir düşüncelerimiz
“Özgürlük farklı düşünebilenlerin var olabildiği yerde özgürlüktür” dediğinde, “ya sosyalizm ya barbarlık” dediğinde dokunmuştur içimizde bir yerlere…
Mektuplarında zaman zaman “daha fazla sevgi ve özen” hak ettiğini söylerken bir sürü kadının talebini dile getirir. Leo’ya aşık olduğunda ilk defa büyüdüğünü düşünürken, Leo’nun hep yanında olan genç ve çekici bir diğer sosyalist kadın için endişelenirken, Leo’ya “Kendi sesimle uyandığımda bir rüya gördüğümü ve gerçekte Dyodyo’mun çok uzaklarda olduğunu, yapayalnız kaldığımı fark ettim. Tam o anda merdivende bir ayak sesi duydum. Henüz rüyanın etkisinde, yukarıya çıkanın sen olduğunu, gece 1’deki son trenle geldiğini, beni uyandırmamak için yukarıya kendi odana uyumaya gittiğini ve sabah bana bir sürpriz yapacağını farz ettim. Gülümseyerek tekrar uyudum. Bu sabah uyandım, yukarıya yanına koştum ve geceki varsayımlarımın yalnızca bir rüyadan ibaret olduğunu anladım” diye yazarken.
“Biraz kederliyim ama aynı zamanda da kendimi iyi hissediyorum çünkü böyle sessiz ve insanı düşünmeye sevk eden havaları severim. Yalnız ne yazık ki, bu hava beni çalışmaktan ziyade hayallere sevk ediyor” derken…
Böyle art arda koyunca bütün bu Rosalar arasında bilinen anlamıyla bir bir tutarlılık bulmak kolay olmuyor. Bugün Rosa’nın hayatına, mektuplarına, teorik eserlerine ve devrimci pratiği tartışan yazılarına bakan araştırmacılar da bu dertten muzdarip görünüyorlar. Bu yüzden de çoğu zaman tutarlı buldukları yanlarını birleştiren, tutarsız buldukları yanlarını ise dışarıda bırakan Rosa portreleri kurguluyorlar.
Örneğin, Rosa’nın işçi sınıfı hareketinin taktik ve stratejisine dair yazdıkları ile emperyalizm ve kriz kuramına ilişkin yazdıklarının ayrı ayrı ele alınması gerektiği çok yaygın bir kanı. Sıkça ileri sürülen bir argüman da Rosa’nın yazdıklarının kuramsal düzeyde değil de sadece Rus Devrimi’nin tarihsel koşulları ya da Alman ve Avrupa sosyalist hareketlerinin taktik ve strateji sorunları bağlamında ele alınması gerektiği.
Yine çoğu araştırmacıya göre Rosa Luxemburg, ekonomik sömürüyle işçi sınıfının bilinci arasındaki kaçınılmaz ilişkiyi vurguladığından ve küçük burjuva deyişini sık sık kullanırken, onları güvenilmez müttefikler olarak tanımladığından bugün yükselen protesto hareketlerini asla desteklemez, onaylamazdı. Yani 21’inci yüzyılın başından bu yana dünyanın dört bir yanında ortaya çıkan, henüz daha olgunlaşmamış, kurumsallaşmaktan kaçınan, bir ideolojik birlik ve sınıf bilincinden yoksun oldukları düşünülen ama sistemden hoşnutsuz ve hoşnutsuzluğunu sokakta protesto gösterileri yaparak, parkları, caddeleri, sokakları işgal ederek, müşterekler oluşturup yeni yaşam biçimleri kurgulayarak gösteren Gezi ile, Occupy hareketleri ile, Sarı Yeleklilerle herhangi bir ilgisi olamazdı.
Bu örnekler, yani Rosa’nın varoluşunun ve görüşlerinin iç tutarsızlıklarını ve çelişkilerini açıktan ya da satır aralarında serimlemek, neredeyse tüm Rosa biyografilerinin temel özelliği. Sanki çelişkisiz ve bütünüyle tutarlı bir varoluş mümkün ve mutebermiş gibi…
Oysa ben özellikle de Rosa Luxemburg’un Rus Devrimi üzerine yazdıklarını okurken bir bilgelik seziyorum. Kadınca bir bilgelik. Rosa’nın Rus Devrimi’ne başlaması, radikalizmi ve kesintisiz etkisiyle Dünya Savaşı’nın en muazzam olgusu olarak tanımlarken duyduğu heyecanı görmemek olası mı? Rosa’nın Rus Devrimi karşısında dile gelen bu heyecanı, Rosa’yı Gezi’de polis şiddetine direnen, bu direnme deneyimi içinde varolan ve kendi eyleminin öznesi haline gelen, örgütsüz sıradan insana çok yakın hale getirmiyor mu?
Rus Devrimi bu noktada da her büyük devrimin temel öğretisini, yaşam yasasını teyit etti: … Durmanın, yerinde saymanın, ilk anda elde edilen hedeflerle yetinmenin devrimde yeri yoktur. Ve her kim ki parlamentodaki göstermelik kavgaların sıkıcı bilgeliklerini devrimci taktiğe uygulamak istiyorsa, o sadece devrimin yaşam yasasına, psikolojisine ve tüm tarihsel deneyimlere aynı bir kapalı kutuya olduğu gibi yabancı olduğunu gösteriyordur” diyen Rosa’nın kendisinden yıllar sonra yaşamış olan Ursula Guin’e “Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim’i satın alamazsınız. Devrim’i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır, ya da hiçbir yerde değildir” derken esin kaynağı olmuş gibi durmuyor mu?
Onca heyecan duyduğu Rus Devrimi’ni, Sovyet hükümetinin bütün karşıtları için ortadan kaldırdığı basın özgürlüğü, örgütlenme ve toplanma özgürlükleri için eleştirmekten geri durmazken ve “Sosyalizm, …özgür, engelsiz basın, engellenmeyen örgütlenme ve toplantı yaşamı olmaksızın, bilhassa geniş halk kitlelerinin egemenliği tamamiyle düşünülemez hale gelmektedir. …Özgürlük her zaman farklı düşünenin özgürlüğüdür. ‘Adalet’ fanatizmi için değil, politik özgürlüğün tüm canlandırıcılığı, iyileştiriciliği ve temizleyiciliği bu esasa bağlı olduğu ve “özgürlük” imtiyaz hâline geldiğinde, etkisini yitirdiği için” diyen Rosa’nın insanlık için daha iyi olan bir dünyayı aramayı, adı ne olursa olsun sırf zorunluluklar nedeniyle kurulmuş bir sistemi eksiksizmiş gibi görmeye yeğlediği anlaşılmıyor mu?
O halde teorisyen, devrimci, kadın ve aşık Rosa’nın temel özelliği tutarsızlık ve çelişkileri değil, tam tersine Paul Levi’nin dediği gibi “kendi içerisinde tamamlanmış bir dünya resmi taşıyan” bir insan olması olmuyor mu? Yine Paul Levi’nin dediği gibi “ister Spartaküs programını yazsın veya Bolşevikleri eleştirsin, ister makale veya kitaplar yazsın, konuşmalar yapsın veya taktik kararlar versin: o hep aynı insandır. İşte böyle birisinin varlığı veya bir zamanlar var olduğu teskin edici olan..”
Tam da birilerinin tutarsızlık ve iç çelişki dediği şey, yani o bütünlük, teorisyen, devrimci, kadın ve aşık Rosa’nın bütünlüğü değil mi güzel olan ve Rosa’yı Mısır’da Tahrir Meydanı’na, Türkiye’de Gezi Parkı’na, Fransa’da sarı yeleğiyle Champs Elysees Bulvarı’na çıkartacak olan… Bir bütün olarak Rosa bir devrimin heyecanının, sonuçlarının bilinemezliğinin, arayışlarının, geleceğinin sisler içinde olmasının güzelliğine sahiptir.
Ölümünün yüzüncü yılında Rosa’nın ve onun nezdinde zulme uğramış, işkence görmüş, katledilmiş tüm kadın devrimcilerin anıları önünde saygıyla…
Kaynak: Gazete Duvar