Asgari Ücret Nasıl Belirlenmeli? – İrfan Kaygısız

Bu nedenledir ki, asgari ücretin belirlenmesi mücadelesi yalnızca o dönemde asgari ücret alanların değil, tüm ücretli çalışanların mücadelesi olmak durumundadır.

İşçi sınıfı ve sermaye arasındaki mücadelenin önemli çatışma alanlarından birisini oluşturan asgari ücret, sosyalizmin dünyanın önemli bir bölümünde hegemonyasını sürdürdüğü dönemde, diğer bazı sendikal ve sosyal haklar gibi, işçi sınıfının yüzünü sosyalizme dönmemesi için alınan  önlemlerden birisi olarak gündeme geldi ve ücretlere bir alt sınır belirleme olarak, “asgari ücret” kavramı doğdu.

Asgari ücret artışı denilince ilk anda akla işçilerin alacağı en düşük ücretin kaç lira olacağının belirlenmesi gelmekte ise de, asgari ücret doğrudan ve dolaylı olarak birçok kişiyi ve alanı etkiliyor; işsizlik ödeneğinden emekli maaşlarına, SGK primlerinden evde bakım ücretine kadar birçok sonuç doğuruyor. Bu ödemlerin ne kadar olacağı asgari ücretin belli bir oranına bağlı olduğu için asgari ücretteki her artış bu ödemelerin de artmasına neden oluyor. Bu nedenle asgari ücret yalnızca asgari ücretle yaşayan işçileri değil, çok daha büyük bir kesimi ilgilendiriyor; dolayısıyla bugün için doğrudan etkilenen 9 milyon ücretli dışında milyonlarca yoksul, işçi ve emekçi asgari ücret artışından bir biçimde etkileniyor. Bu nedenle de sermaye, devlet ve işçi sınıfı arasında önemli çatışma alanlarından birisini oluşturuyor.

Asgari ücret, işçinin ailesi ile birlikte gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücrettir. Asgari ücretin belirlenmesinde esas alınması gereken bu yaklaşım olmalıdır. Ancak, belirleme yöntemi ülkelere göre değişmektedir.

Dünyada asgari ücretin belirlenmesinde üç yöntem uygulanmaktadır. Doğrudan hükümetler tarafından belirleme, bizdekine benzer nitelikte taraflar arasında görüşme yoluyla belirleme ve ulusal veya sektörel düzeyde toplu pazarlık yoluyla belirleme.

Asgari ücretin belirlenmesinde nasıl bir yöntem izlenmesi gerektiğine dair bizde ise iki ayrı yönelim söz konusudur. Birinci görüşe göre; en fazla üyeye sahip işveren örgütünü temsilen (TİSK) 5 kişi, en fazla üyeye sahip işçi sendikalarını temsilen (Türk-İş) 5 kişi ve devleti temsilen de 5 kişi olmak üzere 15 kişiden oluşan Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun bileşiminde değişiklik yapılırsa, işçi sınıfının taleplerini gözeten sonuç almak daha mümkün olacaktır. Bu görüşe göre, çoğunlukla karar alma hakkına sahip Komisyon’daki devlet ve sermaye cephesi sayısal olarak azaltılırsa sorun önemli ölçüde azalır.

Oysa, Komisyon yapısında sayısal değişikliği yapılsa da, sorun tam olarak çözülemez. En temel mesele, Komisyonun aldığı karar bağlayıcı olması ve herhangi bir itiraz mekanizmasının da olmamasıdır. Önerilen miktarın kabul edilmemesi halinde toplu eylem hakkı gibi temel bir hak kullanılamamaktadır.

Yapılan tek şey şerh yazmaktır. Geçmiş yıllara bakıldığında, 2000-2017 arasında 18 kez yapılan asgari ücret görüşmelerinin sadece üçünde taraflar arasında uzlaşma sağlanmıştır. İşçi tarafı 13 kez asgari ücrete itiraz etmiştir. Sermaye örgütü temsilcileri de bu yıllar arasında biri 2003, diğeri 2015 yılı olmak üzere 2 defa şerh yazmıştır. Bu yılki ücret belirlemesi ise oy birliği ile olmuştur. Hem işçi, hem de işveren tarafı belirlenen rakamda ortaklaşmıştır.

Bu yaklaşım aynı zamanda, asgari ücretin tespitinde tek bir işçinin esas alınmasının yanlış olduğunu, asgari ücretin belirlenmesinde işçinin ailesinin de dikkate alınması gerektiğini ifade etmektedir. Bu talebe dayanak olarak da 131 Sayılı ILO sözleşmesinde asgari ücret belirlenirken “işçinin ve ailesinin gereksinimlerinin karşılanması” ilkesi gösterilmektedir. Ülkemizde resmi verilere göre, bir işçi ailesi de 4 kişiden oluşmaktadır. Dolayısıyla, asgari ücret belirlenirken 4 kişilik ailenin temel ihtiyaçları göz önüne alınmalıdır.

Asgari ücretin tespiti konusunda bir diğer yaklaşım, asgari ücretin toplu pazarlık yoluyla, sendikalarla devlet ve/veya sermaye arasında belirlenmesidir. Böylece toplu pazarlık sonucu anlaşma sağlanmaması halinde “toplu eylem” hakkının da kullanılması söz konusu olacaktır, olmalıdır. Dolayısıyla, bu mekanizmanın uygulanması halinde grev de dahil olmak üzere işçiler toplu eylem hakkını kullanacak, bu hakkın olması daha yüksek oranlarda bir artışa olanak sağlayacaktır.

Böylece, mevcutta olduğu gibi, göstermelik bir dizi toplantı sonucunda açıklanan rakamların taraflar için bağlayıcılığı ortadan kalkacak; işlevsiz, ancak bir tutum belirlenmesi bakımından önemli olan “şerh yazma” dışında gerçek ve etkili olabilecek toplu eylem hakkının uygulanması söz konusu olabilecektir. Böylece, hükümetin /devletin sözünün etkin olmasının yolu da kapanacaktır.

Nasıl ki, yüksek işsizlik tüm emekçiler için daha düşük ücret ve daha kötü çalışma ve yaşama koşulları için bir baskı oluşturuyor ise, asgari ücret de TİS hakkını kullanabilen işçiler ve diğer statülerde çalışanlar üzerinde de benzer bir baskı oluşturmaktadır. Her ücret artış döneminde işçilerin karşısına “dışarıdaki” milyonlarca asgari ücretli örnek olarak gösterilmekte ve daha düşük ücret zamlarına razı olunması istenmekte, aksi halde işten çıkarılarak asgari ücretli işçilerin işe alınabileceği belirtilmektedir.

Bu nedenledir ki, asgari ücretin belirlenmesi mücadelesi yalnızca o dönemde asgari ücret alanların değil, tüm ücretli çalışanların mücadelesi olmak durumundadır.

*Birleşik Metal İş Sendikası TİS Uzmanı