Faşizmin sarkacı nerede duracak?
Türkiye’nin özgün koşullarında aslen bir düzen partisi olan ancak egemen sınıf içindeki destekçileri tarafından yalnızlaştırılan ve arenada aslanların önüne atılan CHP ile Kürt Siyasi Hareketi’nin ana aksını oluşturduğu bir örgütlü demokrasi bloğu işçi sınıfının örgütsüzlüğünün yarattığı boşluğu geçici olarak destekleyerek faşizmin kurumsallaşmasını öteleyebildiler.

“Seçimler tamamen yasaklandığında ya da artık serbest seçim niteliğini kaybettiğinde, bağımsız basının sindirilmesi onun bastırılıp imha edilmesine evrildiğinde, muhalefet iktidardakiler tarafından yalnızca gayrı meşru sayılmakla kalmayıp aynı zamanda yasaklanıp ceza konusu yapıldığında, kuvvetler ayrılığının altını oyma bütün kuvvetlerin liderde birleşmesine dönüştüğünde ve -sonuncusu ama en az yukarıdakiler kadar önemlisi-kutuplaştırmacı popülist mantık yerini siyasi zulme bıraktığında popülizm tarihsel süreç içinde edindiği temel unsurlarını kaybeder ve birçok bakımdan artık popülist olmaktan çıkar” (Finchelstein, 2019: 56).
Arjantinli siyaset bilimci Federico Finchelstein, güncel popülist siyasi hareketlerin klasik faşizmin 1945’teki yenilgisinin bir ürünü olduğunu düşünüyor. Popülizm ve faşizm kavramlarını çağdaş siyasi hareketleri, ideolojileri ya da devlet rejimlerini tarif ederken birlikte kullanmanın anlamlı olduğunu düşünüyor. Gerçekten de popülizm kavramını siyasi lügattan çıkartmaya çalışmanın bir anlamı yok. Çünkü popülist hareketlerle faşist hareketlerin politika yapış biçimleri arasında köklü benzerlikler olsa da önemli nüanslar da varlığını korumaya devam ediyor. Popülist ve faşist liderler halkın mutlak temsilini üstlendiklerini ve kendilerinin halkın genel olarak ne istediğini halktan daha iyi bileceklerini iddia ediyorlar. Bu iddiayı bir politik sav olarak öne sürüp buna destek istemek ile bu gerekçeyle iktidarını sonsuza kadar uzatmak için gerekli rejim ayarlarını hâkim kılmaya çalışmak arasında da önemli bir fark var. Bu sebeple 2015 yılından sonra Türkiye’de hâkim olan rejimin neo-popülist ve 21. yüzyıl faşizmi konakları arasında salındığını, Saray’ın arayışının 21. yüzyıl faşizmi konağında kalıcı bir istasyon üretmek olduğunu tespit etmek anlamlı görünüyor.
Hiç kuşku yok ki bu istasyona henüz mutlak anlamda yerleşilememesinin tek gerekçesi toplumun geniş kesimlerinin rızasının kazanılamıyor olması ve de muhalif kitleleri harekete geçirme potansiyeli olan siyasi örgütlerin köklü varlığı. Toplumun öz örgütlerinin, başta sendikalar olmak üzere, olağanüstü zayıflamış olması ve çok yıkıcı toplumsal sorunların çok büyük gürültü oluşmadan yönetilebiliyor oluşu faşist inşa niyetinin en önemli koşul ve gerekçelerinden birisini oluşturuyor. Faşizm Poulantzas’ın çok yerinde bir biçimde vurguladığı gibi egemen sınıflarla işçi sınıfı arasında bir denge ve yenişememe hâlinden doğmuyor, faşizm işçi sınıfı yenildiği ve örgütleri dağıtıldığı için iktidara gelebiliyor. Ancak Türkiye’nin özgün koşullarında aslen bir düzen partisi olan ancak egemen sınıf içindeki destekçileri tarafından yalnızlaştırılan ve arenada aslanların önüne atılan CHP ile Kürt Siyasi Hareketi’nin ana aksını oluşturduğu bir örgütlü demokrasi bloğu işçi sınıfının örgütsüzlüğünün yarattığı boşluğu geçici olarak destekleyerek faşizmin kurumsallaşmasını öteleyebildiler. Dolayısıyla bugün faşizmin yeni kurumsallaşma hamlesi çeşitli yöntemlerle bu engelleri yoldan temizlemeyi hedefliyor. Daha önce yargı eliyle devlet içindeki kurumsal direnişi kendi lehine döndürmüş olmanın verdiği deneyimle hareket eden iktidar bu sefer de devletin dışındaki engelleri benzeri yöntemlerle süpürmeye çalışıyor.
Geçtiğimiz hafta itibariyle Aydın belediye başkanının AKP’ye transferi bu engel temizleme süreci açısından yeni bir evreyi işaret ediyor. İktidarın yarattığı basınç aslen bir düzen partisi olan CHP’nin en zayıf kanatlarını -ki bu zayıflık zaman zaman şovenizme varan bir milliyetçiliğin ağır yükünden de kaynaklanarak kendisini Ege’de ortaya koydu- Gramsci’nin deyimiyle bir tür transformismo yoluyla koopte etme yoluna giriyor. Her türlü çürümüşlükle malul AKP medyası “seçimlerden bu yana 56 belediye AKP’ye katıldı” naraları ata dursun İzmir ve çevresinde yeni benzeri dönüşümlerle karşı karşıya kalınabilir. Mussolini’nin dediği gibi “her şey devlet içinde, hiçbir şey devlet dışında değil” ilkesi devlete biat etmeyen düzen içi muhalefete de basıncı giderek arttırıyor.
Komisyonun kurulmasıyla ivme kazanacağı beklentileri bir kez daha gerçekleşmeyen süreç ise Suriye’de yükselen tansiyonun sınavıyla karşı karşıya. Deyrü Zor’daki çatışmalar daha ciddi bir yükselişin habercisi olabilir mi? ABD’nin izin vermeyeceğinden yola çıkılarak yapılan yorumların gerçeklere ne kadar dayanıklı olduğunu göreceğiz. Ancak iktidarın Suriye ve Türkiye sahasını giderek birleşik bir kap olarak okuma eğiliminde olduğu ve Suriye’de HTŞ’nin hegemonik pozisyonunun güçlenmesiyle Türkiye’de rejimin evrimini tamamlaması arasında bir bağ kurulduğu görülebilir. HTŞ’nin Türkiye tarafından böylesi şiddetli ve maksimalist bir güç mücadelesine teşvik edilmesi HTŞ açısından da risk çıtasını yükseltiyor ancak risklerin yükselmesi bu yönde ilerlenmeyeceği anlamına gelmiyor. Colani’nin anlaşma sağlandığı yönündeki açıklamalarının sonuçları kısa sürede ortaya çıkacaktır. Suriye’deki ve Türkiye’deki rejimlerin kaderleri arasındaki yakınlaşma giderek belirginleşirken, doğrudan şeriatçı bir yönelimi ortaya koyan Diyanetin yaz hutbeleri de yakınlaşma hedeflerinin sadece devlet katıyla sınırlı olmadığını, toplumsal yaşam konusunda da yakınsama arayışlarının güçlü olduğunu gösteriyor.
Böylesi bir momentte dahi Komisyon’da işlerin yeterince hızlı ilerlememesini CHP’nin gönülsüzlüğüne ve siyasi beceriksizliğine bağlama eğilimindeki burjuva yaklaşımın DEM Parti çekirdeğinin periferisinde gözlenebilmesi can sıkıcı. Çözümü istemek asla sorun değil ancak bu isteğin gözleri körleştirmesi, iktidarı çözüme ikna için sürekli dayak yiyen muhalefeti günah keçisi hâline getirme çabası akıllara ziyan.
Bu koşullarda sosyalist hareketimizin günlük rutinini bozmama konusundaki zafiyeti sadece ideolojik kireçlenmeden değil seferber edilebilen enerjinin sınırlılığından da kaynaklanıyor. Orta sınıf kökenli kadro adaylarının Kürt alerjisiyle birlikte proletaryaya ve prekaryaya yabancılaşmanın bir sonucu olarak burjuva sosyalizminde konaklaması devrimci sosyalist hareketlerin enerji sıçraması ortaya koymasını engelliyor. Büyük emeklerle önemli kazanımlar elde edilse de bunlar muazzam bir yoksullaşma şokunun en dibindeki işçi sınıfı içinde dengeleri değiştirecek bir konuma yükselme olanağını hızla üretemiyor.
İlk bakışta iktidarın elindeki müdahale araçlarını zenginleştirmesi gibi gözlenen olgular halkın en geniş kesimlerinde biriken ve patlama noktasına gelen öfkenin varlığını unutturamaz. Faşizmin tüm veçheleriyle hesaplaşma arzusu her geçen dün daha da büyüyor. Rejimin içinde biriken gerilimler de ancak bu hesaplaşma arzusunun açık bir biçimde ortaya konmasıyla fay hatlarını harekete geçirebilir. Bu arzunun vücut bulmasını sağlayacak istikrarlı çabalar, demokrasi cephesinin birliğini savunma noktasındaki kararlılıkla birleşirse 21. yüzyıl faşizminin kurumsallaştırılması çabaları siyasal İslam’ın tarihindeki en büyük hayal kırıklığına dönüştürülebilir.