Yaklaşmakta olana birlikte koşmak

Kariyerist ve kendini önceleyen, rol çalmaya dönük açıklamalar çok ihtiyaç duyulan bir merkezi tutum alma mekanizmalarını gölgeleyebilir ve hatta felç edebilir, söylenenlerin içeriğindeki doğruluk yanlışlıktan bağımsız olarak yıkıcı sonuçlar yaratabilir.

Türkiye siyaseti açısından şelalenin dökülme noktasına yaklaştığımızın işaretleri arka arkaya geliyor. Kılıçdaroğlu’nun kamuoyuna yansıyan açıklamaları bir erken seçim belirtisi olarak okunabilir mi? Önemli bir siyasi ve toplumsal basınç oluşturmaksızın iktidarı erken seçime zorlamak kısa vadede mümkün değil. Büyüme rakamları pembe bir toparlanma görüntüsü ortaya koysa da pandemi sonrası krizin olumsuz etkilerinin zirve yapacağı bir kış bizleri bekliyor. ABD’de tahvil alımlarını sınırlayacağını açıklamanın arifesinde, küresel ekonominin diğer motoru Çin’de ise ödenemeyen şirket borçları Evergrande alarmları çalmasına yol açıyor.  Geleceğin şekillenmesinde emekçi sınıfların iradesinin ne kadar belirleyici olacağıysa devrimci politik öznenin, giderek daha da görünürlük kazanan sınıfsal çelişkileri örgütlü bir politik sınıf hareketinin inşası için değerlendirebilme kapasitesine bağlı.

Lukacs, Lenin’in praksisinin en belirgin yanını onun devrimin güncelliğini somutlama yeteneği olduğunu belirtir.

Bir yanda ne Marx ne de Lenin, proleter devrimin güncelliğini ve onun nihai hedeflerini, herhangi bir anda keyfi olarak gerçekleştirebilecekmiş gibi düşünüyordu. Öte yanda ise her ikisi de devrimin güncelliğiyle, bütün günlük sorunlarda karar verirken güvenilir bir mihenk taşı kazanmışlardı. Tek tek davranışları devrimci ya da karşıdevrimci yapan şey, öncelikle bu davranışların bu merkezle (yalnızca toplumsal-tarihsel bütünün tam bir çözümlemesiyle bulunabilir) olan ilişkisidir. Bundan dolayı devrimin güncelliği, tek tek günlük her sorunun, toplumsal tarihsel bütünün somut bağlamı içinde ele alınması, bunların proletaryanın kurtuluş momentleri olarak incelenmesi de demektir.” (György Lukacs, Lenin’in Düşüncesi- devrimin güncelliği, çev: R. Zarakolu, s.11, Belge Yayınları ).   

Bugünün devrimci politik öznesi açısından da Türkiye’nin içinde bulunduğu konjonktür ilk bakışta görünenin çok ötesinde imkanlarla yüklü. Çoklu krizin ortaya çıkardığı boyutlar egemen sınıfların konsolidasyon veya restorasyon seçenekleri olarak sınıflandırılabilecek hegemonya projelerinin rahatlıkla etkinlik kurmasını zorlaştırıyor. Faşizmin hedeflediği hızda konsolide olamaması da restorasyoncu muhalefetin iktidardaki çözülme hızına denk biçimde toparlanamaması da bu durumun yansımaları. Uzunca bir süredir içinde bulunduğumuz bir adım ileri iki adım geri pata hali konsolidasyon ve restorasyon cephelerinin karşılıklı hamle kapasitelerindeki sınırlılıklardan kaynaklanıyor. İki tarafın da ortadaki kararsız dengeyi kendi lehine çevirebilecek araçları oldukça etkisiz. Ancak devrimci seçeneği inşa etme yükümlülüğündeki politik öznenin de benzer bir etkisizlik içinde sıkışması, kendi imkân ve olanaklarının bir türlü farkına varacak, kendi rutinini aşarak dönemin olanaklarından yararlanacak bir konumlanma ve hamle üstünlüğü üretememesi egemen sınıf kamplarının dönemin temel yönelimlerini belirleyebilmesini hala mümkün kılıyor. Devrimci seçeneğin kısa vadeli bir tehdit yaratmaması, var olan aktörlerin hamlesizliği ile birleşince restorasyon ve konsolidasyon projelerinin de kendi içinde yeni seçenekleri tartışmaya açtığını gözlemleyebiliyoruz. Kimi siyasal İslamcıların Erdoğansız bir AKP fikrini evirip çevirdikleri, kimi kontrgerilla unsurlarının göçmen ve Kürt sorunlarını provokasyon gerekçesi olarak kullanarak Erdoğansız bir faşist konsolidasyon hülyaları içinde olduğu anlaşılıyor. Devrimci seçeneğin güçlenmesi bu yelpazeyi aynen 2015-2016 sürecinde olduğu gibi hızla sadeleştirebilir ancak şu anda seçenekler ve olasılıklar çoğalma eğilimindedir.

Bu açıdan Kılıçdaroğlu’nun hamlesi, hamlesizlik döneminde bir kırılma olarak okunabilir. HDP’nin Millet İttifakı’nın pasif destekçisi olmaya itilme zorlamasına pabuç bırakmayacağını ortaya koymasına verilmiş bir karşılık olarak da okunabilir. HDP’nin böylesine açıkça muhataplaştırılması ilk bakışta çok olumlu bir kırılma olarak okunabilir ancak Millet İttifakı’nın Kürt hareketinin çoklu aktörleri arasında bir meşruluk tartışması açarak bir karşı hamleyi de masaya koyduğunu görmezden gelmemeliyiz. HDP’nin CHP içindeki milliyetçi unsurları yalıtmaya dönük hamlesi CHP-İYİP tarafından Kürt hareketinin kanatları arasındaki dengeyi dönüştürmeye dair bir karşı hamle ile karşılandı. Dönemin zorlu karakteri böylesi politik aktörlerin birbirlerinin içine doğru hamlelerini de işlevsel hale getiriyor. Bu mayınlı alanda ise yeterince merkeziyetçi tavır alamayan aktörler rahatlıkla iç tartışmalara, kendi kendini yıpratan ve pasifize eden pozisyonlara savrulabilir. Kariyerist ve kendini önceleyen, rol çalmaya dönük açıklamalar çok ihtiyaç duyulan bir merkezi tutum alma mekanizmalarını gölgeleyebilir ve hatta felç edebilir, söylenenlerin içeriğindeki doğruluk yanlışlıktan bağımsız olarak yıkıcı sonuçlar yaratabilir. Yeni bir müzakere sürecinin kıyısında olunduğuna dair analizler de faşizmin aşılması sorununu bir hokus pokusla görünmez kılarak gereksiz rehavetlere yol açmaları açısından oldukça zamansız.

HDP’nin restorasyoncu güçlerle kurduğu ilişkinin, pasif destekçi olmaktan çıkarak onların programını belirleyecek bir meşru ve açık ortağı haline gelmesi özellikle HDP ve etki alanındaki demokrasi güçleri açısından önemsiz bir hedef değildir ancak devrimci politik aktörün kendisini sadece bu müzakereci sürece kilitlemesi açıkçası kendini inkâr anlamına gelecektir. Önümüzdeki kurucu krizin devrimci demokrasi ve sosyalizm doğrultusunda sonuçlar üretmesi sloganlarımızın radikalliğinden ve arzularımızın keskinliğinden ziyade geniş emekçi kesimlerin, sürecin şekillenmesinde kendi programları ekseninde örgütlü bir varlık gösterip gösteremeyeceğine bağlıdır. Bunun için şimdiye kadar kimi dönemsel ve esas olarak ekonomik, sendikal meseleler haricinde kendi bağımsız gündemleriyle değil egemen sınıfın çeşitli fraksiyonlarının ittifak güçleri olarak davranan işçi sınıfının periferik (prekarya, güvencesiz, işsiz ve kent yoksulları ) unsurlarıyla merkezi ( mavi yakalı, sanayi) öbeklerinin ve alt orta sınıfların ( profesyoneller ve beyaz yakalılar ) kendi henüz programatik bir bütünlüğe kavuşmamış iktisadi eşitlik ve güvence talepleriyle Kürtlerin, kadınların, Alevilerin eşit vatandaşlık talepleriyle bir karşı hegemonya projesi ekseninde birleştirilebilmesi gerekmektedir. Devrimci politik aktörün ne kadar belirleyici olacağı bu ittifakın inşası doğrultusunda kat ettiği mesafe ile orantılıdır. Görünürlük siyasetinden güç siyasetine geçmek, sosyal medya görünürlüğüne örgütlü bir varlığa dönüşmenin aracı olduğu oranda kıymet biçen bir görece geleneksel konumda ısrarcı olmak bu mesafeyi alabilmek açısından bir zorunluluktur.

Kışla birlikte daha da şiddetlenecek geçinme zorlukları, özellikle en geniş kesimlerin hayatını sürdürülemez kılan yaşam pahalılığı ve işsizlik yaratıcı ve kararlı politik taktiklerle çok önemli politik kaldıraçlara dönüştürülebilir. Barınma, iş, gelir ve temel hizmetler güvenceleri için mücadelenin somut kazanımlara kilitlenmesi durumunda kazanabileceği bir koca dünya var önümüzde.

Bu taktik çerçevenin olabildiğince çoklu ve kolektif bir devrimci politik aktör tarafından inşasıysa hem mümkündür hem de tek tek öznelerin yetersizlikleri hesaba katılırsa zorunludur. Ortaya konan en çekici girişimlerin elbirliğiyle büyütülmesine dayanan değil de rekabetin yıpratıcılığına yol açan biçimlere evrilmesi dönemi kaybetmenin en kolaycı gerekçesi haline gelebilir, bunca yıllık mücadele deneyimlerimiz artık bu tuzaklardan sakınacak birikimi hepimize fazlasıyla sağlıyor.