Haziran sıcağı, grev ve perspektif
İktidarın salvosunu boşa düşürmek ve iktidar bloğu içerisinde zorlukla yamanan gerilimleri patlamaya zorlayacak bir kitlesel ayağa kalkışın zemini yanı başımızda duruyor, o atmosferin içerisinde yaşıyoruz, o öfkeyi her an soluyoruz.

Saray rejimi 19 Mart’ta başaramadığı hesabı kapatmak için sürece yaydığı planlamasına son şeklini vermeye hazırlanırken toplumsal muhalefet mart-nisan boyunca korumayı başardığı ortak savunma hattını zayıflatma potansiyeli yüksek gelişmelerle karşı karşıya. Faşizmin halk güçleriyle yeni bir meydan okumada karşı karşıya geleceği bir konağa yaklaşıyoruz. Sonuçları bugünden kestirilebilir bir konak olmayacak ve güçlerin nasıl bir tutum alacağı sürecin çıktısının şekillenmesinde son derece belirleyici olacak.
Faşizmin saldırı taktiğini kendi iç bütünlüğünü koruyabilmek açısından değerlendirdiği görülebiliyor. Erdoğan, TÜSİAD’ın İmamoğlu’nu manifest eden açıklamalarına karşı politik bir tutum almakta gecikmedi ancak finans kapital ile ortak zemini olan Şimşek programı konusunda mutlak başarısızlık tablosuna rağmen desteğini sürdürüyor. Şimşek’in çekilmesi durumunda ortaya çıkacak türbülansın finans kapitalin kimi unsurlarına ağır bir maliyet çıkarabileceği görülüyor. Dış finansmana yönelmiş olan bu şirketlerin içinden geçilen durgunluk koşullarında yeni bir kur şokunun yükünü taşımaları çok zor. Ancak öte taraftan da bu tür dış finansman kaynaklarına ulaşamadıkları için fabrikalarına kilit vurmaya hazırlanan orta ve küçük sermaye gruplarının feryatları da giderek şiddetleniyor. Yeni Şafak’ta Şimşek’in kellesini isteyen manşetler arka arkaya gelmeye başladı. 2024 ekonomik verileri sanayi ve tarımdaki güçlü daralmayı ortaya koydu. İşsizlik atıl işgücü çerçevesinde değerlendirilirse %32.5 ile pandemi günlerindeki seviyesini bile aştı. Asgari ücretin güncellenmesinin gündeme alınmamasıysa milyonlarca emekçiyi açlık sınırının altına büyük bir hızla itiyor. TÜİK’in açıkladığı mayıs enflasyonunun beklentilerin kısmen altında gelmesi Yeni Şafak ekibinin elini güçlendirdi ancak ay sonunda yaşanması olası politik türbülans, kur üzerinde tekrar baskı yaratırsa faiz indiriminin faturası da ağır olabilir.
Bu koşullarda yürütülen operasyon iktidar blokunda ve müttefikleri içinde olası tepkileri baskılama, kontrol altında tutma aracı olarak işlevlendiriliyor. Şirketlere yaygın biçimde kayyımların atanıyor oluşu, normal şartlarda önlem devletinin hışmının dışında kalan kesimlerin yoğun operasyon dalgalarıyla hedef alınması sermaye ve bürokrasi içinde daha derin çatlakların ortaya çıkmasını şimdilik öteliyor. İmamoğlu’nun güçlü bir iktidar seçeneği olarak varlığı yaşanan ağır sorunların çatlakları daha da büyütmesini ve Erdoğan’ın çevre çeperinin giderek artan bir ivmeyle boşalmasını sağlayabilirdi ki gidişat kısmen de o minvaldeydi. Ancak “hak vaki olana kadar iktidar” olmayı garantilemek bu çatlakların büyük oranda sıvanmasına yol açabilir. Operasyonları yöneten savcılıkla, içişleri ve polis arasında su üstüne çıkan sorunlar bu çatlakların arkasındaki gerçek basıncın büyüklüğünü gösteriyor.
Bu koşullarda Kırmızı Pazartesi tonunda CHP yönetiminin önlem devleti eliyle görevden alınmasına doğru ilerlediğimizi gösteren işaretler var. 30 Haziran’da mahkeme bu yönde bir karar alabilir.
Bu süreçte CHP’nin düzen partisi olma hüviyetinin altını güçlü bir biçimde çizen gelişmeler faşizme karşı 19 Mart sonrasında birlikte hareket eden güçlerin birbirine yabancılaşmasını tetikliyor. İzmir’de grev kırıcılığına soyunan belediye başkanı, AKP iktidarının en önemli meşruiyet kaynaklarından birisi olan orta sınıflar-proletarya/prekarya gerilimini yeniden görünür hâle getirdi. Büyük oranda CHP etki alanında bulunan, hem yaşam tarzları hem toplumsal statüleri hızla baskılanan ve geriletilen orta sınıflar bir burjuva partinin hegemonyası ve elitist ideolojisi ışığında öfkelerini finans kapitale ve tekellere değil de proletaryaya (mavi yakalı işçilere) veya göçmenlere yönlendirmekte hiç vakit kaybetmiyorlar. Kendilerini orta sınıf olarak görme eğilimindeki üniversite eğitimli, yüzü Batı’ya dönük beyaz yakalı işçiler sürekli yoksullaşmalarına ve güvence kaybına uğramalarına rağmen proletarya/prekarya ile bütünleşme mecburiyetini görmüyorlar. Bu görememe hâli demokrasi mücadelesinin de proletarya/prekaryayı kapsayamamasına yol açıyor ve hareketi özsel bir zayıflıkla inmelendiriyor. Oysa yakınsayan yaşam koşulları ve hepimizin giderek asgari ücrete çalışıyor duruma gelmemiz bu fay hattının aşılmasının nesnel zeminini sağlıyor. Ancak Kemalizmden ya da milliyetçilikten sosyalizme sıçrayamama düşünsel hâli bu aradaki gerilimi sürekli kılıyor, proletarya/prekarya üzerindeki İslamcı-milliyetçi hegemonya da zaman zaman ciddi oranda aşınsa da büyük oranda da bu kültürelleşmiş gerilim sayesinde yeniden üretiliyor.
Benzer biçimde Mansur Yavaş’ın Talat Paşalı şovu da muhalefet içindeki milliyetçi kanadın CHP merkezinin görece makul, Kürt Sorunu’nun demokratik çözümü konusunda ortaya koyduğu iradeden duyduğu rahatsızlığı otonom zeminde örgütlemeye yönelik bir girişim. Mansur’un bu tür çıkışları Kürt halkının Türkiye’deki son dönemin özgün konjonktüründe demokrasi mücadelesine umursamaz bir tavır geliştirmesini vazeden Kürt milliyetçisi kesimlerin ekmeğine yağ sürüyor.
CHP’nin bu zaafları Saray faşizminin olası saldırıları karşısında yalnız bırakılmasının gerekçesi olmamalı. Rejim ile halk güçleri arasında yaşanan çatışmanın özgün koşullarında, iktidarın bu ajandasında mesafe katetmesinin halk güçleri açısından ciddi bir kayba yol açma olasılığı var.
Bu tablonun dönüşmesi ve iktidarın yaklaşan saldırı hamlelerine karşı ortak direniş zemininin güçlendirilmesi için açlık sınırının altına itilen ücretlerin yükseltilmesi mücadelesine dört elle sarılmak gerekiyor. Bu konuda sosyalistlerin sürükleyici halka rolünü oynamaları mümkün ve zorunlu. 15-16 Haziran işçi direnişinin anısı da bu temmuza kadar güçlü bir halk hareketinin inşası olanağına selam çakıyor. İktidarın salvosunu boşa düşürmek ve iktidar bloğu içerisinde zorlukla yamanan gerilimleri patlamaya zorlayacak bir kitlesel ayağa kalkışın zemini yanı başımızda duruyor, o atmosferin içerisinde yaşıyoruz, o öfkeyi her an soluyoruz. 15 Nisan’dan bu yana halk güçlerinin sürekli seferberliğinin zayıflamasının faşizmi nasıl yeni saldırılara teşvik ettiğini açıkça görme şansını bir kez daha bulduk.
Şaşırtıcı olan kendisini sosyalist devrimci aktör olarak gören öznelerin bu konuda bir inisiyatif kullanmaktansa gündelik polemiklerle ve belirli günler haftalar akışında süreci değerlendirecek bir enerji ortaya koymaktan uzak olmaları. Sınıf içindeki mevzilerin fazlasıyla zayıflamış olması bu durumun en önemli sebebi ancak bu dönemin bu eksiklikleri gidermek için olağanüstü fırsatlarla dolu olduğunu görememek ya da görse bile gereğini yerine getirememek hızla aşılması gereken bir subjektif eksiklik olarak görülmeli.
Öcalan’ın sosyalizm sahasında açtığı polemikler muhtemelen daha cazip bir başlık oluşturacak ve bu genel sorunlar üzerine polemikler aciliyet kesbeden konularla ilgili yoğunlaşmayı kısmen akamete uğratacak. Sosyalizmin genel sorunlarıyla ilgili tartışmalar yürütülmesine kimsenin bir itirazı olamaz, hatta burada son derece olumlu sonuçlar üretilebileceği de düşünülebilir. Ancak içinden geçtiğimiz momentte konsantrasyonumuzu kaybetmenin bedellerinin her açıdan ağır olacağı bir zaman diliminde olmamız asla unutulmamalı.
Kapitalizm koşullarında içinde yaşadığımız, ne yaparsak yapalım içinden çıkamadığımız bir sınıflar mücadelesinin yerine sosyalizme geçiş koşullarında devlet ile toplum arasındaki ilişkinin nasıl yapılandırılması gerektiği, burada Sovyet’in konumu tartışmasını ikame etmek ilk bakışta olumlu bir hareket noktasını olumsuz bir işlevle yüklemek gibi görünüyor ama daha uzun tartışacağız muhtemelen. Demokratik toplum nüvelerinin ortaya çıktığı tüm tarihsel örneklerde sınıflar mücadelesinin rolü bize çok açık görünüyor oysaki.