PKK’nin silahlı mücadeleyi sonlandırma ve fesih kararı üzerinden: Yeni bir anayasaya doğru

1921 Anayasası il sınırları içindeki halka yöneticilerini seçme hakkı, yöneticilere de belli başlı konularda yönetme yetkisi veriyordu. Ancak Anadolu burjuvazisinin genç cumhuriyetinin böyle bir lüksü yoktu. Kendi zayıflığını, iktidarını güçlendirerek telafi etmeye çalışıyordu. Bu elbette diğer güçlerin haklarının kısıtlanması, dahası ortadan kaldırılmasıyla mümkündü. 

PKK’nin kongresini toplayarak silahlı mücadeleye son verme ve kendisini fesih kararı almasının ardından doğal ki yeni bir süreç başladı. Sürecin nasıl ilerleyeceği belirsizliklerle dolu. Öncelikle taraflar yani devlet ve Öcalan/PKK arasında ne konuşulduğunu, karşılıklı hangi taahhütlerde bulunulduğunu taraflar hariç şimdilik kimse bilmiyor. Sonrasında ne kadarını öğrenebileceğiz, doğal ki o da meçhul. PKK açık ki anlaşma üzerine ilk adımı attı ve kendini feshetti. Şimdi beklenen devlet tarafından hangi adımların atılacağıdır. En yetkili ağız olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk açıklamasında “yerel yönetimler ve belediyeler meselesinin, tüm boyutlarıyla konuşulması, tartışılması ve yeni bir düzene kavuşturulmasının kaçınılmaz hâle geldiğini” belirtmiştir. Aynı açıklamaya göre “belediyelere kayyum uygulaması istisna hale gelecek”tir. 

Diğer yandan henüz kamuoyuna yansıyan bir bilgi yok ama Kürt kimliğinin tanınması doğrultusunda adımların atılması da beklenmelidir. “Kürt Beyi” vs. “taltiflerinin” de yasal/anayasal bir karşılığı olacaktır. İşte bu noktada Kemalist/milliyetçi bir başka kesimden güçlü bir ses yükseltilerek 1924 Anayasası’na işaret edilmekte ve dahası kutsallaştırılan o anayasa referans gösterilerek Kürtler lehine yapılabilecek her türlü değişikliğin önüne geçilmek istenmektedir. Kürtlerse buna karşılık 1921 Anayasası’nın referans alınabileceğine işaret ediyorlar. Kimi kestirimlerde bulunabilmek için 1920’ler Türkiyesi’ne biraz bakmak gerekiyor.

1921 Anayasası’nın nesnel zemini

Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçip emperyalist işgale karşı bir kurtuluş savaşı başlattığında yaslandığı üç temel güç vardı. 1- Öncülüğünü yaptığı Anadolu burjuvazisi (Müdâfaa-i Hukuk) 2-İşçi sınıfı ve köylülük (Kuvâ-yi Milliye –sonradan TKP/Anadolu–TKP/Bakü–TKP/İstanbul’u oluşturacak üç grup) ve 3-Kürtler. 

Öncülüğü başından beri elinde tutan, örgütlü ama kurtuluşu tek başına başaramayacağı için komünistlere ve Kürtlere ihtiyaç duyan Anadolu burjuvazisi o zaman siyasi otoriteyi de (Millet Meclisi) bu güçlerle paylaşmak zorunda kalmıştır. Hem Halk İştirakiyyun şahsında komünistler ve hem de ağalar şahsında Kürtler, Meclis’te güçlü bir biçimde yer almışlardır. 1921’de bir toplumsal sözleşme olarak Anayasa oluşturulurken ona şekil veren birer toplumsal ve siyasal güçtürler. Ve elbette 1921 Anayasası hem işçi sınıfının ve halkın hem de Kürtlerin statülerini ve haklarını güvence altına alan, almak zorunda olan bir sözleşme olmalıydı ve öyle de olmuştur. 

1924 Anayasası burjuvazinin işçi sınıfını ve Kürtleri tasfiye belgesidir

Mustafa Kemal, politik sözcülüğünü yaptığı sosyal sınıf/Anadolu burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda bir strateji uygulayacak, ona göre taktikler geliştirecekti. Ancak emperyalizme karşı bir kurtuluş savaşı verilirken “iç cephede” de asla ertelenemeyecek bir sosyal sınıflar savaşı da sürüyordu. Yoksul Kürt köylülüğü elbette bunun bilincinde değildi. Onların başı hem sınıfsal hem de Ermeni soykırımının alan tetikçileri/katliamcıları olarak; Ermeni mal varlığına çöken savaş suçlusu, işbirlikçi Ağalık tarafından bağlanmıştı.1 İşçi sınıfı ve yoksul Türk köylülüğü ise bilinçlenme ve örgütlenmesinin henüz başlarında, politik/örgütsel birliğini sağlayamamış bir durumdaydı. Diğer yandan Anadolu burjuvazisinin iliklerine işlemiş, derin toplumsal köklere sahip bezirgân çakallığıyla baş edebilmek işçi sınıfının o günkü bilinç ve örgütlülük düzeyinde pek mümkün değildi. 

Anadolu burjuvazisi iktidarını güçlendirdikçe her türlü akıl almaz hile, tutuklama, sürgün ve katliamlarla bütün halkçı güçleri, Çerkes Ethem/Kuvâ-yi Seyyare hareketini, Mustafa Suphiler TKP’sini, Halk İştirakiyun/Anadolu TKP’sini, İstanbul TKP’sini büyük ölçüde tasfiye etti; geleceğe bir önlem olarak da kanunlarla yasakladı. Kürtlere verilen sözler tutulmadı, art arda patlayan tepkisel isyanlar büyük kırımlarla bastırıldı. İşte sürecin arkasından gelen 1924 Anayasası, 1921 Anayasası ile güvence altına alınmış işçilerin, köylülerin ve Kürt halkının haklarını gasp eden yeni bir “toplumsal sözleşme” olmuştur. 

Anayasalar ne diyordu?

Hem 1921 hem 1924 anayasasını mevcut güçler dengesi determine ediyordu. 1919-20’lerde güç dengeleri birbirine yakınken 1922-23’lerde güç ağırlıkla burjuvazi tarafına geçiyordu.

1921 anayasasıyla Kürtler ve diğer azınlıklar özerklik kazanmışlardı. Bu, doğrudan bir azınlık ismi zikredilmeden anayasaya girmiş ve her etnik grup için geçerliydi. Zaten 1921 Anayasası’nda Türklük de dahil herhangi bir etni ismi geçmiyordu.  

‘’Madde 11- İl, mahalli işlerde tüzel kişiliğe ve özerkliğe sahiptir. Siyaset, dini, hukuki ve askeri işler, uluslararası ekonomik ilişkiler ve hükümetin genel yükümlülükleri ve çıkarları birden fazla ili kapsayan konular hariç olmak üzere Büyük Millet Meclisince alınacak kanunlar uyarınca vakıflar, medreseler, eğitim, sağlık, Ekonomi, tarım, imar ve sosyal yardım işlerinin düzenlenmesi ve yönetimi İl Sovyetleri’nin2 yetkisi içindedir.

“Madde 12: İl Sovyetleri, il halkınca seçilen üyelerden Oluşur…“3 (Günümüz Türkçesine çeviri bana ait.)

1921 Anayasası’nda çok açık ki eğitim, sağlık, ekonomi, tarım, imar vb. birçok alanda yetki yerel yönetimlere bırakılmıştır. Bu özerklik, daha alt yerel birimlerde de geçerlidir. “Madde 16.- Nahiye özel yaşamında özerkliğe sahip bir tüzel kişiliktir.4

Görüldüğü üzere 1921 Anayasası il sınırları içindeki halka yöneticilerini seçme hakkı, yöneticilere de belli başlı konularda yönetme yetkisi veriyordu. Ancak Anadolu burjuvazisinin genç cumhuriyetinin böyle bir lüksü yoktu. Kendi zayıflığını, iktidarını güçlendirerek telafi etmeye çalışıyordu. Bu elbette diğer güçlerin haklarının kısıtlanması, dahası ortadan kaldırılmasıyla mümkündü. 

Yeni güçler dengesinin oluştuğu 1924’e doğru Kemalistlerin işçi, köylü ve Kürtlerin sosyal ve siyasal örgütlülüklerini dağıtmasının ardından yeni bir anayasal statü oluşturması gerekiyordu. 1921 Anayasası’nda herhangi bir etnik adı geçmezken 1924 Anayasası’nda Türklük öne çıkartılmış, diğer etnik gruplar da Türk sayılmıştır: “Madde 88.- Türkiye’de din ve ırk ayırd edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir.”

Burjuvazi bu gasplardan bir daha geriye dönmemiştir. Kürtlerin kimliği koca bir yüzyıl inkâr edilmiştir. “Bir sınıfın bir sınıfa tahakkümü” ve “komünizm propagandası yapmak” gibi Türkiye sosyalistlerinin çok çektiği zırvalıklardan ancak AB’ye girebilme hevesi sayesinde ve AB’nin dayatmalarıyla 1991’de vazgeçilebilmiştir. 

Son gelişmelerden sonra yeni bir anayasa tartışması kaçınılmaz görünüyor. Hatta başladı bile. Yeni anayasa karşıtı milliyetçi Kemalistler, Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal üzerinden 1924 Anayasası’nı “kutsallaştırarak” tepiniyorlar ve tepinecekler, bu açık.

“Değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddesi, dillere zaten çoktan beri pelesenk! Ancak bütün öznelliklerden öte hayat, herkesi somut bir sorunun karşısına dizdi. Kendini dayatan yeni bir anayasa gerekliliği ortamında serin bir akılla yol almak gerekiyor. Görünen o ki on yıllardır uğruna mücadele ettiğimiz halkların kardeşliği çok ciddi, hem de hiç alışık olmadığımız alanlarda zorlu bir sınavdan geçecek. Bu süreçte Kürt halkının birikimlerine, kazanımlarına, mücadelesine ve hassasiyetlerine elbette özenle yaklaşmak gerekiyor. Kürt halkının bir beklenti içinde olması, kimi kazanımları “pazarlıklarla” elde etmeye çalışması da elbette anlayışla karşılanmalı. Evet, herkes her şeyi bilmiyor ve bu büyük bir tedirginlik yaratıyor. Ama doğru olan başka bir şey de var ve evet herkesin de her şeyi bilmesi gerekmiyor. Bu süreçten halklarımızın yeni kazanımlarla çıkması için güveni karşılıklı olarak güçlendirmek, mücadeleyi karşılamak gerekiyor. 

AKP’ye güvenilir mi? Bu sorunun yanıtını herhalde Kürtler de biliyordur. Sorun şimdi tehlikelere ve tuzaklara rağmen yol alabilmekte. Yeni anayasa tartışmalarından kazanımla ve halkların kardeşliğini büyüterek çıkmayı başarabilmeliyiz. 


  1. Soykırımın alan tetikçiliği rolünü oynayan ve Ermeni varlığına el koyan Kürt ağaları, Sevr’i kabul edip bağımsız bir Kürdistan’dan yana tavır alsalardı kendilerine siyasi sorumluluk dayatılarak uluslararası mahkemelerde savaş suçlusu olarak yargılanmaya açık hâle geleceklerdi. Türklerle “gönüllü birlik”ten yana tutum alarak yargılanmaktan kurtuldular. Bu “gönüllü birlik” de zaten Türk burjuvazisinin de arayıp bulamadığıydı. 
  2. Sovyet: O dönem Sovyet sözcüğü Türkçe’ye şura olarak çevriliyordu. Anadolu Devrimi’nin, bütün burjuva karakterine rağmen Sovyet Devrimi’ne bir hayranlığı da vardı. İlk yıllarda Bakan’lara komiser deniyor, Milletvekilleri birbirlerine Yoldaş diyerek selam veriyorlardı. Bu yüzden Komisyon ya da Kurul yerine Sovyet sözcüğünü kullanmayı tercih ettim. 
  3. Madde 11.- Vilâyet, mahallî umurda mânevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir. Harici ve dahili siyaset, şer’i, adlî ve askerî umur, beynelmilel iktisadî münasebat ve hükümetin umumi tekâlifi ve menafii birden ziyade vilâyata şâmil hususat müstesna olmak üzere Büyük Millet Meclisince vazedilecek kavanin mucibınce Evkaf, Medaris, Maarif, Sıhhiye, İktisat, Ziraat, Nafıa ve Muaveneti İçtimaiye işlerinin tanzim ve idaresi vilâyet şûralarının salâhiyeti dâhilindedir. Madde 12.- Vilâyet şûraları vilâyetler halkınca müntahap âzadan mürekkeptir.” (a.s.)
  4. Madde 16.- Nahiye, hususi hayatında muhtariyeti haiz bir mânevi şahsiyettir.” (a.s.)