Öfkenin toplumsallaştırılması
Doğanay Kaya yazdı: Arap Alevilerinin yoğun olarak yaşadığı coğrafya geçmişten günümüze yok sayılmış, devlet politikalarıyla yalnızlaştırılmıştır. Depremin ardından yaşanan adaletsizlikler, eşitsizlik ve bölge halkının kendi kaderine terk edilmesi bu öfkeyi daha da büyütmüştür. İnsanlar, yaslarını bile tutamadan hayatta kalma mücadelesine mahkûm edilmiştir.

Öfke, insanın en temel ve evrensel duygularından biridir. Genellikle tehdit, engellenme, haksızlık veya hayal kırıklığına tepki olarak ortaya çıkar ve bireyin sınırlarını koruma, kendini savunma mekanizması olarak işlev görür. Ancak günümüzde öfke, bireysel bir refleks olmanın ötesine geçerek toplumsal bir soruna, giderek derinleşen bir şiddet sarmalına dönüşmüştür.
Bugün toplumun en büyük sorunlarından biri, öfkenin içe dönük patlamasıdır. Son 10 yılda şiddet olayları ve haberleri artarak devam ederken kadınlar, gençler, işçiler ve sistem tarafından ezilen tüm kesimler bu gerçeğin ağır sonuçlarını yaşamaktadır. Asıl önemli olansa bu biriken öfkenin bilinçli ve örgütlü bir şekilde dışa vurulmasını sağlamaktır.
Tarih boyunca şiddet farklı biçimlerde ortaya çıkmıştır. Bunun en temel nedeni canlıların kendini savunma içgüdüsüdür. Bir tehdit algılandığında hayatta kalmak için şiddete başvurulur. Ancak bir süredir bu refleks, toplumsal ve ekonomik baskılar altında farklı şekillerde açığa çıkmaktadır.
Kapitalizm en kaba tabiriyle emek sömürüsüne dayalı bir sistemdir. Milyonları yoksullaştırırken küçük bir azınlığı zenginleştirir. Sistemin çarkları, devlet mekanizmasının uyguladığı ezici politikalarla döndürülür. Din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımcılığı körüklenir, doğa ve tüm canlılar pervasızca sömürülür, emeğin karşılığı gasp edilir. Tüm bu süreçler yıllar içinde biriken öfkenin artık patlama noktasına ulaşmasına neden olmuştur.
Bu durumu en çarpıcı şekilde gözlemlediğimiz yerlerden biri de deprem bölgesi Hatay’dır. Zaten yıllardır ihmal edilen ve altyapı sorunlarıyla boğuşan bölge, 2023 depremlerinin ardından daha da ağır bir yıkıma uğramıştır. Özellikle Arap Alevilerinin yoğun olarak yaşadığı coğrafya geçmişten günümüze yok sayılmış, devlet politikalarıyla yalnızlaştırılmıştır. Depremin ardından yaşanan adaletsizlikler, eşitsizlik ve bölge halkının kendi kaderine terk edilmesi, bu öfkeyi daha da büyütmüştür. İnsanlar, yaslarını bile tutamadan hayatta kalma mücadelesine mahkûm edilmiştir.
Hatay’da açığa çıkan toplumsal öfke, yalnızca yaşanan doğal felakete değil, sistemin yıllardır süregelen baskılarına da bir tepkidir. İşçilerin ve işsizlerin ekonomik buhrana mahkûm edilmesi, geçim sıkıntısının dayanılmaz boyutlara ulaşması, gençlerin geleceksizliğe itilmesi ve yoksulluğun en ağır hâliyle yaşanması toplumsal çelişkileri daha da keskinleştirmiştir.
Yevmiye işçileri adeta karın tokluğuna çalışıyor, sigortalı bir iş bulan kendini şanslı sayıyor. Geçim sıkıntısı nedeniyle yurt dışına göç özellikle gençler arasında her zamankinden daha yaygın hâle geldi. Çünkü gençler kendileri için bir gelecek göremiyor. Elektrik, su, doğalgaz gibi temel ihtiyaçlar depremden etkilenmemiş şehirlerle aynı tarifelerle fiyatlandırılıyor. Barınma sorunu hâlâ çözülemedi; binlerce insan çadırlarda ve konteynerlerde yaşam mücadelesi veriyor.
Bu koşullar Hatay halkının kültürel olarak sahip olduğu dayanışma ruhunun aşınmasına da neden olmaktadır. Neoliberal kapitalist sistem ranta dayalı politikalarını dayatırken toplumsal öfkenin örgütlenmesi ve politik bir bilince dönüşmesi hayati bir mesele haline gelmiştir.
Buna karşın devrimciler bölgede dayanışma kültürünü koruma ve büyütme konusunda kararlı bir duruş sergilemeye devam ediyor. Sistem ne kadar baskı uygularsa uygulasın halkın önemli bir kesimi devrimcileri sahipleniyor ve güveniyor. Sorunlarını onlarla paylaşarak çözüm yollarını birlikte arama iradesi gösteriyor. Çünkü kitleler sistemin kendilerine bir gelecek sunmadığının farkında.
Açığa çıkan öfke ve şiddet yalnızca Hatay’a özgü değil, yoksullaştırılan ve ezilen halkların yaşadığı ortak bir gerçekliktir. Ancak bu öfke, politik bir bilince dönüşmediği sürece sistemin çarklarını kıracak bir güce ulaşamaz.
Kapitalizmin kitlelere sunacağı bir gelecek yoktur. Bugün milyonlarca insanın yaşadığı bu buhranın sorumlusu neoliberal kapitalist sistemin uyguladığı politikalardır. Bu düzeni yıkacak olan en güçlü silah, biriken öfkenin politikleştirilmesi ve sorunun temeline yönlendirilmesidir.
Tarihin akışını değiştirmek için zincirlerimizi kırmak zorundayız. İnsan emeğinin değere dönüşmesi, devlette bütünleşen sermayenin ortadan kalkması kendiliğinden gerçekleşmeyecektir. Eşit gelir dağılımı, temel hak ve özgürlükler, doğayla ve diğer canlılarla uyumlu bir yaşam için sosyalizm en acil ve hayati ihtiyaçtır. İnsanlığın kurtuluşu ve dünyanın geleceği ancak ve ancak sosyalizmle mümkündür.