Mektup meselesi
Devrimci demokrasi güçleri toplumsal muhalefetin çeşitli kanatlarını bir arada tutabilme noktasında büyük bir enerjiyi sahaya sürmek zorundadırlar. Bu sebeple demokrasi güçlerinin çeşitli kanatları arasında yabancılaşma yaratacak kestirme değerlendirmeler, kolaycı çözümlemelerden uzak durmakta sonsuz faydalar bulunmaktadır.

1 Ekim 2024’te görünürlük kazanan müzakerenin yeni dalgası 27 Şubat’ta açıklanan mektupla yeni bir konağa ulaştı. Devlet müzakerenin varlığını karşı tarafın kendisine biat etmek zorunda olduğu görüntüsünü vermek ve içeride oluşabilecek milliyetçi hezeyanı denetim altında tutmak, Erdoğan’ı olası oy kayıplarından korumak amacıyla gizliyor. Oysa ortada birçok aktörün rol aldığı, küresel ve bölgesel güçlerin de rol oynadığı bir görüşme trafiği olduğu açık.
Ukrayna ve Suriye krizlerinde ulaşılan aşamaların doğrudan etkisi altında gelişen bir hamleler zincirinden bahsediyoruz. Ukrayna’ya ABD tarafından verilen desteğin kesilecek olması Almanya ve Fransa açısından büyük bir güvenlik krizi olarak algılanıyor. ABD’nin yeni yönetimi, Rusya ve Çin’i giderek birbirine yaklaştıran bir savaşta ısrar etmenin aslında gerçek hedef olan Çin üzerindeki basıncı azalttığı fikrinde. 21-28 Şubat 1972’de Nixon-Kissinger ikilisi tarafından gerçekleştirilen Çin ziyaretinde, Kültür Devrimi’nin heyheyli günleri sonrasında yönsüz kalmış Mao’nun Sovyetler Birliği’ne karşı duyduğu tarihsel öfkeyle ABD ile el sıkışması uzun 20. yüzyılın kaderini belirleyen en önemli köşe taşlarından birisi olmuştu. Çin’in ekonomik yükselişinin ve Sovyetler Birliği’nin çöküşünün koşulları bu görüşme sonrasında daha da belirginlik kazanmıştı. Trump şimdi Nixon-Kissinger hamlesinin bir benzerini gerçekleştirme peşinde.
AB’nin güvenlik arayışında olası bir AB ordusu inşası için mali ve insani kaynaklar son derece sınırlı. Erdoğan, AB’nin bu konudaki ihtiyacına destek olmak için son dönemde oldukça istekli olduğunu ortaya koyuyor. Benzer biçimde Rus gazına alternatif enerji kaynaklarının Akdeniz’e ulaştırılması açısından da önemli tartışmaların yürüdüğü biliniyor. Önümüzdeki günlerde enerji ve güvenlik ihtiyacının karşılanması açısından hasta adam AB ile faşizmine ve sermaye birikim rejimine istikrar kazandırma arzusundaki Türkiye arasında yakınlaşma potansiyeli güçleniyor. AB’den Türkiye’ye akabilecek mali fonlar 2001-2013 arası sermaye girişleriyle sahte bir cennet kurabilen Erdoğan için bir deja-vu olanağı olarak görülüyor. Olası ticaret savaşlarında yalnızlaşma riski yaşayan bu iki aktör arasında yakınlaşma Kürt Sorunu’nun sıcak çatışmalı bir görünümden uzaklaşmasıyla daha da kolaylaşabilir. Türkiye’de egemen sınıfların tümü açısından AB gibi bir çıpaya duyulan ihtiyaç giderek artıyor. Öcalan’ın mektubuna şifahen eklenen cümlenin de koşullarının böylesi bir olası yakınlaşmayla ortaya çıkacağının hesaplandığı öngörülebilir.
İsrail’in Suriye’de sergilediği atak tavrın da 1 Ekim’de başlayan sürecin hızlanması açısından etkili olduğu görülmeli. İsrail’in Deraa-Suveyde-Kuneytra’da Dürziler ile kurmaya çalıştığı ilişki Ankara açısından alarm zillerinin daha da şiddetli çalmasına yol açmakta. Trump’ın İsrail sevdası Erdoğan ile dostluğunu daha şimdiden gölgede bıraktı. Gazze’de Trump-Netahyahu projesi hayata geçerse Erdoğan açısından Trump ile aynı resme dahil olabilmek çok daha güçleşecektir. İsrail’in Dürzilerle kurmaya çalıştığı ilişkinin bir benzerini Kürtlerle kurma arayışında olacağı çok şaşırtıcı olmayacaktır. Kürt burjuvazisi içinde ulus devlet yanlısı olup bunun ancak İsrail’in koruma şemsiyesi altında mümkün olabileceğini düşünen bol miktarda unsur hâlihazırda bulunmaktadır. Böylesi bir potansiyelin güçlenmesi, Türkiye’de sıcak çatışmanın gündemden kaldırılmadığı durumda cehennemî koşulların oluşmasını tetikleyebilir. Öcalan’ın bu riskler çerçevesinde devleti masada tutmayı başardığı düşünülebilir. Sürecin ilerlemesinin koşulları da büyük oranda bu çatışma ve uzlaşma eksenleri tarafından şekillendiriliyor.
Silahların ne zaman gömüleceğine silahı tutanların karar verebileceği son derece açık. Evlerinde uyuyanlar dağda uyuyanların kararlarını stratejik açıdan analiz edebilirler ancak bu düzeyde ortaya çıkabilecek herhangi bir kararı etik-politik kertede itibarsızlaştırma ehliyetine sahip olmaları beklenemez.
Oldukça uzun ve sarsıntılı bir sürecin arifesindeyiz. Silah bırakmanın kapsamının Suriye’yi içerip içermediği tartışması ilk önemli eşik olarak görünmektedir. Uçum’un son yazısı devletin bu konuda ısrarını sürdüreceğini belirginleştirdi. İşlerin yolunda gidip gitmediğinin turnusolü ise Öcalan’ın koşullarıyle ilgili düzenlemenin zamanlaması olacaktır.
Her açıdan olağanüstü tarihsel bir bagaja sahip bir sorunun Bahçeli’nin birkaç telefonu, Sırrı Süreyya’nın birkaç nüktedan anektoduyla çözülüvereceğini ummak safdillik olacaktır. Savaş ortamının politik ortama yüklediği gerilimlerin yarattığı yorgunlukla birçoğumuz olmasını umduklarımızla gerçekten olanları birbirine karıştırma hatasına düşebiliyoruz. Barış fikrinin sıcaklığının yarattığı bu yalancı bahar ruh hâli olası geri tepmelerde büyük boşa düşmelere ve yıkımlara yol açabiliyor. Hiç kimsenin bu dönemde devlete ve sermayeye kefil olacak bir aklın tutsağı olmaması son derece önemli.
Mektubun içeriğinin ideolojik açıdan lime lime edilmesi bir politik ihtiyaç mıdır? Şurası çok açık ki devletin çizdiği çerçevede hazırlanmış, özgünlüğü bu çerçeveyi oldukça sarih bir biçimde ifade edebilmiş olmakla sınırlı bir metinden bahsediyoruz. Böylesi bir çerçevenin kişi kültünü güçlendirecek bir yaklaşımla bir manifesto olarak nitelenebilmesinin hiçbir maddi zemini yok. Ancak esas olarak önünü açabileceği politik hedefler indinde değerlendirilmesi gereken bir metnin ideolojik bir elekten geçirilerek mahkûm edilmesi gerektiğini düşünenler “hayat yeşil, teori gridir” sözü üzerine biraz daha fazla mesai harcamalıdır. Bu koşullarda hazırlanan bir metni manifesto yüceliğinde ele almak da ideolojik bir zımpara eşliğinde un ufak etmek de “turpun büyüğünü” gözden geçirmek anlamına gelebilir.
Çözülmesi en zor denklemler iç siyaset sahasında ortaya çıkmakta ve devrimci demokrasi güçlerinin esas yoğunlaşmaları gereken ve gerçekte çözüm gücü ortaya koyabilecekleri saha da bu. Saray Rejimi’nin, sürecin devamlılığı açısından DEM Parti’nin siyasi desteğini en azından tarafsızlığı bir şart olarak koşacağı giderek belirginlik kazanıyor. Geçtiğimiz dönemin kapanışındaki felaketin faturasını Selahattin Demirtaş’ın aktif siyasetine bağlayanların yarattığı bir siyasi bagaj mevcut. Rejim kendisini ebedî hâle getirebilmek için karşısındaki iktidar seçeneğini ortadan kaldırmaya çalışıyor. CHP’ye yönelik sıra dışı operasyon, İBB’nin her kanaldan makasa alınması bu hedefi güden önemli adımlar. Ramazan gerekçesiyle gündelik hayatın dinselleştirilmesi yönündeki irade daha da derinleşiyor. Alevilerin hem bu hamleler hem de Suriye’de yaşanan katliamlar konusunda tedirginlikleri artıyor. İşçilerin ücret güncellenmesi talepleri görmezden gelinirken halkın yoksulluk dışında bir gündemi yok ancak mücadeleci sendikacılar tutuklama kuşatmasında. LGBTİ+’ların yaşamlarının kriminalize edilmesine yönelik yasal düzenlemelerin hazırlığı, ekolojik talanın hızlanması gibi gündemler toplumsal muhalefeti görevi çağıran ve güçlenme potansiyeli de sunan başlıklar aslında. Sürecin sağlıklı yürütülmesi hassasiyeti DEM Parti’nin tutumunu felç etme riskini güçlü bir biçimde taşıyor. DEM Partisi çoklu bileşimini bir varoluş kriziyle karşı karşıya bırakacak bu sorunu çözebilmenin yollarını mutlaka geliştirecektir. Parti kendi gücünün rejime kaybettirebilme yeteneğinden kaynaklandığının farkında olmalıdır, bu yeteneğin kaybı hem parti hem de ülke açısından yıkıcı sonuçlar yaratabilir. Devrimci demokrasi güçleri toplumsal muhalefetin çeşitli kanatlarını bir arada tutabilme noktasında büyük bir enerjiyi sahaya sürmek zorundadırlar. Bu sebeple demokrasi güçlerinin çeşitli kanatları arasında yabancılaşma yaratacak kestirme değerlendirmeler, kolaycı çözümlemelerden uzak durmakta sonsuz faydalar bulunmaktadır.
Kürt sorununun sıcak çatışma kapsamı dışında bir mücadele sahasına çekilmesi kısa vadede rejim lehine bir gelişme gibi görünse de orta ve uzun vadede halklarımız açısından büyük atılımlara gebedir. Egemen sınıfın son 50 yıldır tüm toplumsal krizleri bastırmaya çalışırken kullandığı temel politik aracı kaybetmesinin yaratacağı ezber bozulması devrimci demokrasi mücadelesinin büyütüleceği geniş sahalar yaratacaktır. Egemen sınıf içinde çözüm yönünde adım geliştirme konusunda yaşanan tereddütlerin önemli bir kısmı da buradan kaynaklanmaktadır.
Bizim sözümüz ise belli: Barış, Özgürlük, Sosyalizm!