Eğitimde madalyonun iki yüzü
Turgut Çatar ve Can Uslu yazdı: Eğitim, çocuğun doğuştan getirdiği potansiyeli açığa çıkarabilmeli ve yeteneklerini gerçekleştirmesini sağlayabilmelidir. Eğitim, çocuğa eleştirel, sorgulayıcı ve bilimsel bir bakış açısı kazandırabilmelidir.

Eğitimde eşitsizlik: Konfor ve yoksulluk arasında sıkışan nesiller
Son zamanlarda çocuklara ilişkin sıkça karşılaştığımız bir görüş var: “Çocuklar hiçbir zorlukla karşılaşmadan büyüyor, hayatı deneyimleyemiyor, zorluklarla başa çıkacak donanımları yok ve problem çözme becerisine sahip değiller.”
Günümüz popüler ebeveyn tutumunun, çocuklar için en üst seviyede konforu sağlamak, çocukların öz bilinçlerinde biricik olduklarına dair inanç geliştirmek, yeteneklerini açığa çıkarmak ve sonuç olarak çocuklara modern yaşamın tüm nimetlerinden faydalanabilecekleri bir gelecek yaratmak olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Helikopter ebeveynler ve yoksul çocuklar: Kim daha çok ‘like’ alır?
Çağımız ailesi, kendileri de öyle, çocukları da… Ah, şu “çağdaş birey” dedikleri canlı türü. Kendini evrenin merkezine yerleştirmiş, önceden tanrıya, şimdi de kendi egosuna inanıyor; pragmatizmi/faydacılığı ilke edinmiş, empatiyi lüks, toplumsal dayanışmayı gereksiz bulmuş, biyolojik hazlarıyla mutluluğu özdeşleştirmiş, bir nevi “homo hedonisticus”! Toplumsal sorunlar mı? Onlar sadece Instagram hikâyesinde 24 saatlik bir gösteri. Açlık, yoksulluk, adaletsizlik mi? “Like” atıp geçerim, daha fazlası enerjimi çalar. İlkeler mi? Onlar da neymiş, benim ilkem “keyfim”! Paşa gönlüm nereye götürürse…
Toplumsal dayanışma bilinci gelişmemiş mi? Tabii, çünkü o bilinç kendini beğenmişliğin önünde bir engel. Empati yoksunu mu? Elbette, başkasının ayakkabısı içine girmek onun “ayak kokusunu” içine çekmeyi gerektirir. Ye, iç, gez hazlarıyla mutluluk mu? Evet, çünkü ruhunu doyurmak yerine midesini doyurmak daha kolay. Bu insan türü evrimleşmiş ama insanlaşmamış; akıllı ama bilge değil; hızlı ama derinliksiz. Ve işte bu yüzden “çağdaş birey” dediğin şey aslında bir nevi “kendini kaybetmiş insanlık” örneği. Birey, ortak sosyal kuralların sonucunda insanlaşıyor… Yaşa, evrim! Yaşa, insan! Seni alkışlıyorum ya da aslında gülüyorum.
Yaşamın tüm yükünü bireyin omuzlarına yüklemek: Modern zaman distopyası
Yaşamın tüm yükünü bireyin omuzlarına yüklemek modern zaman distopyasıdır. Çocuklarımıza yüklediğimiz sorumlulukların önemli bir bölümü aslında toplumun ve devletin yükümlülüğüdür. İnsan toplumsal bir varlıktır ve insanın eğitimi toplumun sorumluluğundadır. Eğitimin amacı, davranışta kalıcı izler bırakmaktır. Eğitim, çocuğun doğuştan getirdiği potansiyeli açığa çıkarabilmeli ve yeteneklerini gerçekleştirmesini sağlayabilmelidir. Eğitim, çocuğa eleştirel, sorgulayıcı ve bilimsel bir bakış açısı kazandırabilmelidir. Bireysel kazanımların yanı sıra toplumsallık bilinci de çocuklara eğitimle kazandırılması gereken son derece önemli bir tutum ve davranıştır. Çocuğun bilgiyle kurduğu bağ yalnızca kendisi için değil, toplumun da faydasına olmalıdır. Toplumsal sorunlara duyarlı bireyler yetiştirmek eğitimin temel hedefi olmalıdır.
Madalyonun diğer yüzü: Yoksulluk
Çocukların hiçbir zorlukla karşılaşmadan büyüdükleri fikri yoksul mahalleler için de geçerli midir? Yoksul mahallelerdeki çocuklar da hiçbir zorlukla, problemle karşılaşmıyor mu? Örneğin kendilerine ait bir odaları var mı, hepsi internete ulaşabiliyor mu, sağlıklı beslenme imkânı bulabiliyorlar mı?
Ülke genelinde dönem dönem yapılan araştırmaların istatistikleri göstermektedir ki kendi odası olmayan, dijital araç gereçlere ulaşamayan, bir işte çalışmak zorunda olan ve maddi sebeplerden dolayı okullarını bırakmak zorunda olan çocukların ve gençlerin sayısı hatırı sayılır düzeyde. Böyle olunca öncelikli problem, bu durumun iyileştirilebilmesidir. Örneğin öğle yemeği, internet ağına ulaşılabilirlik, dijital araç gereçler, 7/24 çalışma ortamı gibi koşullar tüm öğrenciler için parasız sağlanmalıdır. Hiçbir öğrenci yoksulluk nedeniyle okul hayatını sonlandırmak zorunda kalmamalıdır. Kapitalizmin alametifarikası, alt sınıflara aşıladığı sınıf atlama umudu, diğer bir ifadeyle daha iyi yaşam koşullarına bir şekilde ulaşırız düşüncesidir. Kapitalizm sınıf atlama hayallerini borsa, coin gibi türlü türlü araçlarla diri tutabilmekte. Hâl böyleyken eğitimle ilgili problemlerin çözümü yine bireysel kurtuluşta aranmakta. Oysaki insana yakışır bir eğitim istemek insanların en meşru talebidir. Eğitim tüm insanlığın doğal hakkıdır.
Sınıf eşitsizliği: Görünmez duvarlar arasında eğitimin bedeli
Sınıf eşitsizliği, eğitim sistemimizin koridorlarında sinsice dolaşan görünmez bir duvar gibi. Yoksulluk ve imkânsızlık, gençlerin eğitim yolculuğunda hem keskin bir kılıç hem de zayıf bir kalkan işlevi görüyor. Bir yandan yaratıcılığı ve direnci körüklerken diğer yandan onları fırsat eşitsizliğinin karanlık dehlizlerine hapsediyor.
Yoksulluk, insanı sınırlarını zorlamaya mecbur bırakır ancak bu zorlanma ruhu da tüketebilir. Gençler, bu acımasız döngüde kendilerine bir çıkış yolu ararken hayatta kalma içgüdüsü öğrenme arzusunu ya bastırır ya da ateşler. Fakirliğin acımasız matematiğiyle yüzleşirler: Bir kitap almak, iki öğün yemekten vazgeçmek demektir; ancak o kitap belki de bir ömür boyu doyurur.
Yoksulluk, gençleri amansız bir yarışın atlarına dönüştürür; koşmak zorundadırlar, ancak her koşu onları biraz daha tüketir. Bu çelişkiler yumağında, gençler ya sisteme karşı direnen kahramanlara ya da sistemin sessiz kurbanlarına dönüşür. Eğitim, yoksulluk nedeniyle bir lüks hâline gelirken gençlere hayatın acımasız bir dersini verir: “Hayat bir şaka ise bu şakanın punchline’ı gerçekten çok acımasız!” Ancak unutmamalıyız ki, “Yokluk zihni keskinleştirir, çaresizlik ilham verir!”. Yaratıcılık engel tanımaz!
Eğitimdeki bu adaletsizlik, sadece bireylerin değil tüm toplumun geleceğini tehdit ediyor. Gençlerin potansiyelini açığa çıkarmak sadece onların değil, tüm toplum katmanlarının geleceğini kurtaracak yol bulmak demektir.
Yoksulluk, çocukların gözlerinde biriken bir buluttur ve kitap o bulutu dağıtacak biricik rüzgârdır.