Orta Vadeli Program çökerken


Mart ayının son haftasına kadar iktidar bu konuda açık bir taahhütte bulunmazsa ücret artışını hedefleyen bir Genel Grev Genel Direniş Haftası örgütlenmesi için şimdiden çalışmalara başlanmalıdır. 

2023 genel seçimlerinden bu yana enflasyonu dizginlemek için uygulanan Orta Vadeli Program (OVP), Ocak 2025 enflasyon verileriyle çöküş aşamasına girmiştir. Emekçilerin reel ücretlerinde ciddi gerilemelere yol açan OVP halkın ödediği bedellere rağmen enflasyonu kontrol altına alamamaktadır. Ücretlerin artırılmasının enflasyonu körükleyeceğini iddia edenler son derece düşük ücret artışlarına rağmen enflasyon oranlarının bu kadar yüksek gelmesini açıklayacak gerekçe bulmakta zorlanmaktadır. 

2024 sonunda 2025 enflasyon oranı beklentisini %14 olarak açıklayan Merkez Bankası, aralık ve şubatta tahminlerini revize ederek sırasıyla %21 ve %24’e yükseltmiştir. Asgari ücrete, memur ve emekli maaşlarına yapılan artışlar bu değişikliklerle anlamsız hâle gelmişlerdir. Tüm ücretlerde enflasyon beklentisindeki güncellemeler paralelinde artışların yapılması bir zorunluluktur. 

İstanbul Planlama Ajansı (İPA) tarafından yapılan “Küreselden Yerele Orta Sınıf ve Gelir Dağılımı” adlı çalışma asgari ücretin ortalama ücret hâline geldiğini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. 2007’de medyan gelir 2.7 kat asgari ücrete eşitken 2023’te 1 asgari ücrete eşit hâle gelmiştir. DİSK Birleşik Metal-İş Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM) dört kişilik bir aile için açlık sınırının 22 bin 75 lira, yoksulluk sınırının ise 76 bin 358 lira olduğunu açıkladı. Bu durumda ortalama ücret hâline gelmiş olan asgari ücret, açlık sınırındadır. Orta Vadeli Program milyonlarca emekçiyi açlığa talim ettirmektedir, ancak iki senedir enflasyonu yürürlüğe konduğu tarihteki seviyelere dahi indirememiştir. Dünyada 2024 yılının ortalama enflasyon oranı olan %5, Türkiye’de 2025’in sadece ilk ayında yaşanan enflasyonun altında kalmıştır. 

Ülkedeki yaklaşık 20 milyon hanenin 1/3’ü yoksul veya her an yoksulluğa düşebilecek durumda sınıflandırılmaktadır. İPA çalışmasının ortaya koyduğu ilginç verilerden bir tanesi de eğitim düzeyi yükseldikçe iş gücünün saatlik kazanç artışının görece düşüyor olmasıdır. Bu veri hem ülkedeki eğitim sisteminin niteliksizliğinin hem de iktidarın orta sınıfın gelirini prekaryanın seviyesine çekerek hem ücret maliyetlerini azaltma hem de prekaryadan rıza devşirme politikasının bir delilidir. AKP orta sınıfların prekaryalaşmasını zaten güvencesiz çalışan kesimlerden rıza devşirebilmek için kullanmaktadır. 

Asgari ücret oranı %10’un altına düşene ve fiyat artışları dengeli bir rotaya oturana kadar başta asgari ücret olmak üzere tüm ücretler yılda 4 defa güncellenmelidir. Merkez Bankası’nın iki ay içerisinde yıllık enflasyon beklentisini %70 oranında artırabildiği koşullarda beklenen enflasyona göre ücret artışını savunmak işçi sınıfını herkesin gözü önünde soyup soğana çevirmekten başka bir anlama gelmeyecektir. Mart ayının son haftasına kadar iktidar bu konuda açık bir taahhütte bulunmazsa ücret artışını hedefleyen bir Genel Grev Genel Direniş Haftası örgütlenmesi için şimdiden çalışmalara başlanmalıdır. Yaşan gelişmeler bu talebin meşruiyetini kendiliğinden ve fazlasıyla örmüş durumdadır. 

OVP enflasyonu düşürmek için değerli Türk Lirası politikasında ısrar etmektedir. Liranın reel olarak değerlenmesi yeni bir kur şoku olasılığını akıllara getirmektedir. Mehmet Şimşek bu konuda artış rekorları kıran Merkez Bankası rezervlerine güvense de rezervlerdeki artışın %75’inin çözülen KKM hesaplarındaki dövizlerden kaynaklandığı not edilmelidir. Rezervlerdeki artışın sadece %15’i kısa vadeli sermaye hareketlerinden kaynaklanıyor. Devlet tahvillerindeki yüksek getirilere rağmen yabancı sermayenin Türkiye’ye ilgisinin hala son derece sınırlı seviyede olduğu not edilmelidir. Dolayısıyla enflasyonun düşüş trendine girmediği koşullarda liranın daha uzun süre değerli kalması, TL faizlerdeki düşüşle birlikte yeniden döviz mevduat hesaplarında artışa yol açabilir. Trump’ın Suriye ve Filistin politikalarıyla yaşanabilecek politik gerilimler bu açıdan ekonomide ani kırılganlıklara yol açabilir. 

Şimşek kredi risk primlerindeki (CDS) azalmayla ilgili de fazlaca övünüyor ancak uygulanan iki yıllık istikrar programına rağmen CDS’lerin hâlâ 250 puana yakın bir seviyede bulunuyor olması bir başka açıdan büyük bir başarısızlık olarak da değerlendirilebilir. Son bir yılda yaşanan %15’lik düşüşün sağlanması için verilen maliyet çok yüksek ve kamu maliyesindeki israfın seviyesi düşünüldüğünde bu prim düşüşünün toplumsal katkısı neredeyse sıfıra yakın. Genel bütçe tarafından karşılanan sosyal harcamalar, eşitsizlik ölçeği olan Gini katsayısını Fransa’da %43.35, Almanya’da %38.91 oranında düşürüyorken aynı oran Türkiye’de sadece %14.78. Kamusal harcamaların toplumsal ve bölgesel eşitsizliği gidermek açısından etkisi son derece sınırlıdır. Vergi sisteminin adaletsizliği, tüm vergilerin %65.9’unun dolaylı vergilerden tahsil edilmesi, gelir vergisinin %93’ünün stopaj yoluyla ve büyük oranda ücretlilerden kesiliyor olması, kurumlar vergisinin payının sadece %12’de kalması da maliye politikalarının toplumsal etkisinin yetersizliğinin yapısal sebepleri olarak gösterilebilir. 

OVP’nin toplam talebi kısmaya yönelik hedefi doğrultusunda Aralık dışındaki aylarda sanayi üretiminde gözle görülür bir yavaşlama ortaya çıkmasına rağmen işsizlik oranının beklendiği oranda yükselmemesi dikkat çekicidir. İktidarın rıza üretimi açısından istihdamın var olan seviyesini korumayı öncelediği ve sermayeye bu amaçla önemli mali destekler sağladığı bilinmektedir. 2025’te patronlara verilen asgari ücret desteği asgari ücretin kendisinden daha fazla yükselmiştir. Ancak işsizlikteki %8.5 seviyesindeki görece düşük oranın %28.5 seviyesinde neredeyse sabitlenmiş olan atıl işgücü oranıyla birlikte düşünülmesi gerekmektedir. OVP’nin yürürlükte olduğu süreçte işsizlik oranı %8.5-%9.5 oranında sabitlenmişken atıl işgücü oranı %21’den %28’e yükselmiştir. Ayrıca işsizlerin bir kısmının faal işgücü dışında sayılması da işsizlik oranlarını düşük göstermek için kullanılan bir yöntemdir. Türkiye’de ekonominin en büyük verimsizliği işgücünün sadece %55’inin istihdam edilebiliyor olmasından kaynaklanmaktadır. İstihdam oranında OECD ülkeleri içinde sonuncu sırada bulunan Türkiye, yukarıda görece düşük olduğu ifade edilen işsizlik oranıyla da Kolombiya ile en yüksek orana sahiptir. Yüksek enflasyonun bir sebebi de arz yetersizliği olarak düşünülürse sermaye sınıfının kendisine sağlanan tüm desteklere rağmen işgücünün %45’ini istihdam edemiyor oluşu ekonomide demokratik bir planlamanın ve kamusal yatırımların önemini ortaya koymaktadır. İstihdamda artış sağlayan yeni işler arasında yarı zamanlı ve güvencesiz işlerin yoğunluğu da özellikle not edilmelidir. Siyasal İslamcı ideolojinin erkek egemenliği ve sermaye düzeniyle ittifakı kadınların istihdamı konusunda toplumumuzun sınıfta kalmasına yol açmakta, bu ideolojik takıntı toplumun yoksulluğunun yeniden üretilmesinde de önemli bir rol oynamaktadır. Erkek istihdamında OECD ortalamasına (%81) yakın bir değer (%79) yakalanmışken kadın istihdamında aradaki fark rekor seviyededir (%67-%42). İstihdamın artması, planlı ve kamusal yatırımlarla desteklenen bir kalkınma planına ve siyasal İslamcılığın işçi sınıfı üzerindeki hegemonyasının yenilmesine olan bağları açıkça görülmektedir. 

Sonuç olarak OVP şu ana kadar halktan istediği fedakârlıkların hiçbirisinin karşılığında geniş yığınların hayatını kolaylaştıracak bir çıktı üretememiş durumdadır ve çökme aşamasındadır. Faizlerin hızla düşürülmesini isteyen sermaye fraksiyonlarının basıncıyla iktidarın ekonomide yeni bir U-dönüşünün eşiğine yaklaştığı bir dönemde, toplumsal maliyetin sermaye tarafından üstlenilmesini sağlayabilmek için işçi sınıfının ücretlerinde reel kayıpları giderecek artışlar için yeni bir Bahar Eylemleri dalgası başlatması ülkede demokratikleşmenin ve faşizmin yenilmesinin de imkânlarını büyütecektir.