Demokrasi kimin için? Burjuva demokrasisi, faşizm ve halkın yönetimi
Üç Yol Ülkesi halkı, hangi yolu seçmesi gerektiği konusunda hep tartıştı. Kapitalistan’nın seçkinler cumhuriyeti mi? Demir Yumruk’un baskıcı rejimi mi? Yoksa Eşitlik’in halkın kendi kaderini belirlediği yönetim mi?

Geniş bir ülke vardı. Adı “Üç Yol Ülkesi”ydi. Bu ülkenin insanları, yüzyıllar boyunca eşitlik, özgürlük ve kardeşlik hayaliyle yaşamışlardı. Fakat bu hayalin nasıl gerçekleştirileceği konusunda hep üç farklı yol çıkardı karşılarına: Burjuva demokrasisi, faşizm ve halkın yönetimi. Şimdi, bu üç yolun nasıl işlediğini görmek için bir hikâye anlatalım.
Birinci yol: Burjuva demokrasisi (Seçkinler Cumhuriyeti)
Ülkenin adına “Kapitalistan” diyelim. Burada herkesin oy kullanma hakkı vardı, gazeteler özgürdü, sokaklarda gösteriler düzenlenirdi. Görünüşte herkes eşitti. Ancak ülkenin meydanında yükselen dev bir gökdelen vardı: Bankacılar, sanayiciler ve binlerce dolar milyoneri orada yaşardı. Halkın temsilcileri mecliste tartışır, yasalar çıkarır, seçimler yapılırdı. Ne zaman zenginlerin çıkarlarına zarar verecek bir yasa gündeme gelse medya hemen harekete geçer, politikacılar üzerinde baskı kurulur, hatta bazen “ülkenin istikrarı, vatanın bölünmezliği tehlikede” denerek halk korkutulurdu.
Gramsci’ye göre, burjuva demokrasisi yalnızca devletin zor aygıtlarıyla değil, hegemonya aygıtlarıyla da yönetilirdi. Okullar, medya, din kurumları ve hatta popüler kültür bile halkı bu sistemin en iyisi olduğuna inandırırdı. Lenin’in “Devlet ve Devrim”de belirttiği gibi, burjuva devleti, yalnızca sermayenin çıkarlarını koruyan bir makineydi. İnsanlar seçme hakkına sahip olsalar da seçtikleri kişiler gerçek gücü elinde tutan burjuvazinin hizmetkârlarıydı.
Sonuç olarak Kapitalistan’da özgürlük vardı ama yalnızca kâğıt üzerinde. Eşitlik vardı ama yalnızca hukukta. Zengin sınıf rüşvetle her devlet kademesini yönseyebiliyordu. Kardeşlik vardı ama yalnızca seçkinler arasında.
İkinci yol: Faşizm (Demir Yumruk Ülkesi)
Bir gün Kapitalistan büyük bir kriz yaşadı. İşsizlik arttı, halk hoşnutsuzdu. İşte tam o sırada kendisini “halkın kurtarıcısı” olarak ilan eden bir adam ortaya çıktı. “Güçlü bir lider her şeyi düzene sokar!” diyerek insanları etrafına topladı. Ülke artık “Demir Yumruk” olmuştu.
Burada oy hakkı yoktu, özgür basın yoktu, grevler yasaktı. Devlet askerî disiplinle yönetiliyor, polis ve ordu her şeyi kontrol ediyordu. Ancak burada bir şey daha vardı: Faşizm yalnızca baskıyla değil, insanların duygularıyla da oynayarak ayakta duruyordu. Medya dev bir bilinç yıkama makinesine dönüştürülmüştü. Halk dış tehditlere karşı birleşmeye zorlanıyor, “düşman” olarak gösterilen gruplara karşı nefret pompalanıyordu. Bazen yabancılar, bazen sendikacılar, bazen de muhalifler hedef alınıyordu. Değişmeyen düşmanlar: emekçi sınıflar, ezilen uluslar, kadın özgürlükçüleri, farklı inanç grupları, ekoloji savunucuları diye liste uzatılabiliyordu.
Poulantzas’a göre faşizm, burjuvazinin kriz zamanlarında devleti daha doğrudan ve sert biçimde yönetmek için kullandığı bir araçtı. Burjuva demokrasisinde sermaye sınıfı, yönetimi dolaylı olarak sağlarken faşizmde bu yönetim doğrudan ve çıplak bir baskı aracına dönüşürdü.
Faşizmde özgürlük yoktu. Özgürlük mücadelesi yürüten, yapısal tutkunluğunu bırakmayan gruplar üzerinde faşizm kronik lanetini eksik etmiyordu. Eşitlik yalnızca “tek devlet, tek millet, tek inanç” adı altında bir efsane olarak sunuluyordu. Kardeşlik ise düşman ilan edilen grupların yok edilmesine dayalı bir kirli dayanışmadan ibaretti.
Üçüncü yol: Halkın yönetimi (Eşitlik Ülkesi)
Demir Yumruk’un baskısından bıkan insanlar başka bir yol aramaya başladılar. Ezilen uluslar, işçiler, köylüler ve kadınlar bir araya gelerek ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiğini tartışmaya başladılar. “Bizim de söz hakkımız olmalı!” dediler. Ülkenin adı artık “Eşitlik”ti.
Burada tüm kararlar halk meclislerinde alınırdı. İşçiler fabrikaları, köylüler topraklarını kolektif olarak yönetirdi. Öğrenciler okul idaresinin değerli bir birleşeniydi. Liderler halkın içinden çıkar, onların içinde yaşardı. Halkın örgütlü olduğu bu düzende eğitim, sağlık ve barınma gibi haklar devletin değil, halkın kolektif olarak yönettiği bir sistemle sağlanırdı.
Althusser’in ideoloji kavramına göre burjuva toplumunda devletin ideolojik aygıtları (okullar, medya, din kurumları) halkı burjuva ideolojisine uygun biçimde yönlendirirken halk yönetiminde bu ideolojik araçlar, halkın kendi çıkarlarını bilince çıkardığı bir eğitim sistemine dönüşürdü.
Eşitlik ülkesinde özgürlük yalnızca bireysel seçimler yapmak değil, toplumsal üretim süreçlerinde de söz sahibi olmak anlamına gelirdi. Eşitlik yalnızca yasalar önünde değil, ekonomide, eğitimde ve toplumsal ilişkilerde de gerçekti. Kardeşlik “biz ve onlar” ayrımı yapmadan, herkesin birbirine destek olduğu kolektif bir hayatı ifade ediyordu.
Sonuç: Hangi yol?
Üç Yol Ülkesi halkı, hangi yolu seçmesi gerektiği konusunda hep tartıştı. Kapitalistan’nın seçkinler cumhuriyeti mi? Demir Yumruk’un baskıcı rejimi mi? Yoksa Eşitlik’in halkın kendi kaderini belirlediği yönetim mi?
Tarih boyunca pek çok ülke bu yolları denedi. Fransa’da 1871 Paris Komünü’nde, üç ay da olsa kendi özgür yönetiminin tadını aldı. Rusya’da 1917 Sovyetler Devrimi’yle daha geniş bir coğrafyada, yârin yanağından gayri her şeyde eşitlik tecrübe edildi. İspanya İç Savaşı sırasında anarşist ve sosyalist kooperatifler halk yönetiminin denendiği örneklerdi. Bu kooperatifler ve kolektifler, merkezî bir hükümet otoritesine bağlı olmadan katılımcı demokrasi ve öz yönetim ilkelerine dayanıyordu. Ancak, sermaye sınıfı ve emperyalist devletler, her zaman halkın doğrudan yönetimini bastırmak için müdahale etti. Yine de tarih, halkın kendi gücünü fark ettiğinde neler başarabileceğini gösterdi.
Şimdi sıra sana düşüyor: Hangi ülkede yaşamak isterdin?