Neoliberal kapitalist sistem ve özgürlük

Doğanay Kaya yazdı: Gerçek özgürlük, bireysel değil, toplumsal bir mücadelenin sonucunda kazanılabilir. Bu mücadele, insanlığın kendini yeniden var etme sürecidir.

Neoliberalizm, 1940’larda kapitalist üretim biçiminin yeni bir evreye geçiş ihtiyacından doğmuş, ancak fikrin olgunlaşması ve uygulanması zaman almıştır. İlk olarak Şili’de Pinochet iktidarı döneminde uygulanan neoliberal politikalar, zamanla küresel ölçekte yaygınlaşmış ve yalnızca ekonomik yapıyı değil, toplumsal yapıyı da dönüştürmeyi hedeflemiştir.

Türkiye’de 1980 askerî darbesi, neoliberal dönüşüm sürecinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Darbe sonrası siyasi ve ekonomik düzen, neoliberal politikaların uygulanması için uygun bir zemin hazırlamıştır. Reel sosyalizmin çöküşüyle dünyada oluşan ideolojik boşluk, işçi sınıfının toplumsal dayanışma zeminlerini zayıflatmış ve neoliberal politikaların sınırsız bir şekilde devreye sokulmasına yol açmıştır. Bu süreç, kolektif bilincin ve toplumsal dayanışma kültürünün erozyona uğramasına neden olmuştur. Yazıda, neoliberalizmin toplumsal yapılar üzerindeki bu etkilerini ele alacağız.

Neoliberal kapitalist sistem, toplumsal bilinci zayıflatarak bireycilik kültürünü yaygınlaştırmakta ve kolektif değerlerin yerine bireysel başarıya dayalı bir yaşam anlayışını dayatmaktadır. Bu düzen, insanlar arasında rekabeti körükleyerek toplumsal dayanışmayı ve ortak düşünce sistemini aşındırmaktadır. Popüler kültür de bu süreci destekleyerek bireyleri kolektif derinlikten uzaklaştırmakta ve yalnızca bireysel başarı ile statüye odaklanmaya yönlendirmektedir.

Bu anlayış, “Kendini düşün, anı yaşa, hayatın tadını çıkar” gibi sloganlarla bireylere empoze edilmiştir. Bu ifadeler, yalnızca birer slogan olmaktan çıkıp yaşam biçimlerini belirleyen temel ilkeler hâline gelmiştir.

Neoliberalizm, bireyler arasındaki sosyal ilişkileri köklü bir şekilde dönüştürmektedir. Derinlik ve emek gerektiren bağların yerini yüzeysel ve geçici ilişkiler almıştır. Günümüzde bireyler, eleştiri ve özeleştiriden kaçınmakta, en ufak bir eleştiriyle karşılaştıklarında ise kendi konumlarını meşrulaştırma eğilimi göstermektedir.

Bu dönüşüm, toplumsal bağların zayıflamasına ve bireylerin yalnızlaşmasına yol açmaktadır. Neoliberal kapitalist sistem, bu süreci bilinçli bir şekilde teşvik ederek kolektif dayanışmayı zayıflatmakta ve toplumsal sorunlara karşı ortak çözümler üretme kapasitesini giderek azaltmaktadır.

Bireyselleşme ve benmerkezcilik, toplumu giderek daha parçalı ve savunmasız hâle getirmektedir. Özellikle işçi sınıfı ve yoksul kesimler için bu süreç daha yıkıcı sonuçlar doğurmaktadır. İşçi sınıfı, yalnızlaşma, umutsuzluk ve içe kapanma gibi sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Ancak bu durum, politikleştirilip örgütlü bir mücadeleye dönüştürüldüğünde toplumsal dönüşümün en güçlü dinamiği hâline gelebilir.

Neoliberal düzenin sunduğu özgürlük anlayışı, tüketim ve statü üzerinden tanımlanmakta ve bireyi toplumsal mücadeleden uzaklaştırmaktadır. Oysa gerçek özgürlük, bireysel çabaların ötesine geçerek toplumsal kurtuluş mücadelesini gerektirir.

Paulo Freire’nin de ifade ettiği gibi:

“İnsanlaşma; adaletsizlik, sömürü, baskı ve ezenlerin şiddetiyle engellenir; ezilenlerin özgürlük ve adalet arayışıyla, kaybettikleri insanlığı yeniden kazanma mücadelesiyle mümkündür.”

Tarih boyunca kolektif aksiyon, insanlığın en güçlü savunma mekanizması olmuştur. Günümüzde, neoliberal kapitalist sistemin, bireyi toplumsal mücadeleden uzaklaştırma hedefine karşı devrimci mücadele en önemli savunmamızdır.

Bu süreçte tarihsel sorumluluk, sınıfsal çelişkileri derinleştiren neoliberal kapitalist sisteme karşı devrimci bir perspektifle hareket etmeyi gerektirir. Dayanışma kültürü ve kolektif bilinç yeniden inşa edilmelidir. Bu, yalnızca insanca bir yaşam için değil, geleceğe dair umutların yeniden yeşermesi için de zorunludur.

Gerçek özgürlük, bireysel değil, toplumsal bir mücadelenin sonucunda kazanılabilir. Bu mücadele, insanlığın kendini yeniden var etme sürecidir.