2024’te Kıvılcımlı ne anlatır?
M. Sinan Mert yazdı: Kıvılcımlı’nın 1971 Türkiye’si için öncelik olarak gördükleriyle 2024 Ekim’i için de çok anlamlı değil mi?

“Yanılgısını itiraf etmek mertliğine ve dürüstlüğüne” katlanamamak nerelere varır? En pisi pisine kişicil horoz dövüşlerine varır. Her sosyal olayın ekonomik temelden sınıf çelişkilerine çıktığı prensibine dayanan Bilimcil Sosyalizm düşüncesinde kişicil politika dövüşü olur mu? Olur.” (Oportünizm Nedir, Sunuş)
Kıvılcımlı, Lenin’den yaptığı bir alıntıyla siyasi yanılgıyı mertçe ve dürüstçe itiraf etmenin kendi başına politik bir eylem olarak ele alınabileceğini hatırlatıyor. 1970-71’de yazılmış üçlemede Kıvılcımlı, 15-16 Haziran gibi devasa bir eylemin dahi devrimci sosyalist saflardaki ayrışma havasını dağıtamamış olmasına hayıflanıyor. Bütün çabası sosyalistler arasında bir büyük birlik inşa edebilmek. Bütün güçleri derli toplu bir biçimde halkın örgütlenmesi görevine seferber edebilmek için çırpınıyor. Ülke gerçekliğinin somut durumunun somut analizini yapmaksızın, bağlamından koparılmış dünya devrimi modellerini telaşla ithal ederek uygulama eğilimindeki güçleri de birlikte ve organize davranmaya davet ediyor. Bu çabasında başarılı olabilseydi ülkenin son 50 yılının tarihi başka bir hikâye ekseninde yazılabilirdi.
Dönemin şatafatlı strateji tartışmalarının aslında ayrışmaları meşrulaştırmak için kullanılan fetişler hâline dönüştürüldüğünün altını çiziyor. “Strateji ve Taktik terminolojisinin bir gün gelip Türkiye sollarının başlıca fetişi kılığına sokacaklarına metelik vermeksizin” İki Taktik kitabında aslında stratejiye dair tartışmaları taktik kavramı çatısı altında yürüten Lenin’i hatırlatıyor. Strateji kavramını, askercil lügatten toplumsal mücadeleler dağarcığına katan Stalin’e eleştirel yaklaşımını da açıkça ifade ediyor: “Kaç devrimci kuşağın Lenin Partisi ve Proletarya İktidarı üzerine Stalin bir oturdu, pir oturdu. Deliksiz otuz yıl, Abdülhamit tahtından indirildi. Stalin ölünceye değin kılına dokunmayı aklından geçireni cehenneme yolladı. Proletarya diktatörlüğü demek sanki o yumuşak çizmeli, sert ala boz saçlı, çiçek bozuğu Gürcü demek oldu”
Kıvılcımlı durup dururken eleştirmiyor Stalin’i, ancak onun yarattığı yanılmazlık kültünün Türkiye devrimci ortamında bolca zuhur eden erkek minyatürlerinin yarattığı iklimin ayrışma atmosferini şiddetlendirdiğini düşünüyor. “İşte bizim Babil artığı küçük burjuva sosyalisti “Altı Kulaç Bebe Ruhi’lerimiz” Stalin’in o hep en küçültücü yanına yani yanılmaz Rin Papa paranoidliğine tutkundular ve tutkunlaşıyorlar. Oysa bir insan yanılmazlık kuruntusuna düştü müydü artık ondan korkulurdu.”
Geçen yazıda Bahçeli’nin el sıkma seremonisini “lapsus” bilinçdışından saçılıveren bir tür sayıklama olarak niteleyerek aslında bir hataya düşmüş olduğumu ben de itiraf etmiş olayım. Ortada oldukça ciddi çalışılmış bir taktik geliştirme çabası olduğu bu hafta daha da aşikâr hâle geldi. Saray Rejimi kendisi üzerindeki baskıyı azaltacak arayışlar içerisinde karşısında oluşan bloğu çatlatmaya dair bir hamle yapıyor. Anayasa aracının da burada etkili bir aparat olarak kullanılmaya çalışılacağı anlaşılıyor. Henüz kapsamlı değerlendirmeler yapmak için erken. Ancak iktidarın orta vadede ısrar edeceği bir taktik hatta Erdoğan’ın seçilme sınırını ortadan kaldıran bir Anayasa değişikliği tartışmasını çeşitli beklentiler yaratmak için kullanacağını rahatlıkla düşünebiliriz. Ortadoğu’da değişmekte olan güç dengelerinden zarar görmemek ve olası yayılma imkânlarını etkili bir biçimde değerlendirebilmek devlet için öncelikli başlıklardan bir tanesi. Yine erken seçim gündeminin basıncını ötelemek açısından da böylesi bir “konuşma ve müzakere” ikliminin belirginleşmesi işlevsel olacaktır. Tam bu aşamada İmamoğlu’na verilecek bir cezanın yaratacağı gürültü de daha kolay kapsanabilir. İktidar bloğu içerisinde Sinan Ateş davasının kazasız belasız atlatılmış olmasının ve başarısız New York seferi sonrasında ABD ile hizalanma arzusunun bileşiminden kaynaklanan bir arayış göze çarpıyor.
İktidarın ana taktiği faşizm karşısındaki güçlerin ortak hareketini felç etmeye dönük bir atılım gerçekleştirmek. Uygulanan ekonomi politikalarının yarattığı büyük yıkım önümüzdeki günlerde daha da durgunlaşan sanayinin yol açacağı iflas ve tenkisatlarla şiddetlenen işsizlikle katmerlenecek. DİSK’in verilerine göre son bir yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 2.2 milyon kişi artarak 11 milyona dayandı. Böylesi bir dönemde tepkilerin sokağa yansımasının sınırlandığı, yıl sonunda asgari ücret artışı için basıncın azaltıldığı bir ortam yaratmanın bu taktiğin en önemli önceliklerinden bir tanesi olduğu açıktır.
Dem Parti’nin Kürt halkına yıllardır dayatılan cendere düşünüldüğünde rejimin bu yönelişini tek kalemde elinin tersiyle itebilmesi zor görünüyor. Ancak sosyalistlerin birleşik öncülüğünde, yaşanan büyük soyguna karşı örgütlü bir tepkinin ortaya konabilmesi, özellikle yıl sonunda karşımıza gelecek ücretlere beklenen enflasyona göre zam dayatması karşısında güçlü bir direnç geliştirmek açısından hayati önemdedir. İktidarın oyununu bozacak en önemli etken açlığa, yoksulluğa, çeteleşmeye karşı birleşik bir mücadelenin kesintisiz ve enerjik biçimde örgütlenmesidir.
Yine Kıvılcımlı’nın üçlemesine dönersek:
“Türkiye’de en zayıf nokta özellikle proletaryasının genellikle halkın örgütsüz, çil yavrusu gibi dağınık bırakılmış olmasıdır… Bütün gerekli geniş yığın örgütlerini Türkiye çapında bilinçli planlarla zekice örgütlemeli, yoktan var etmelidir. Yeniden ve çarçabuk kurmalıdır. Bugünkü şartlar içinde itikafa çekilmek [kendi manastırına kapanmak], tekke gayreti [sadece kendi teşkilatını var etmeyi olası tek mücadele biçimi olarak görmek], dükkân rekabeti yalnız Finans Kapital’in her an teşvik ettiği, her araçla gizli açık tahrik etiği (provokasyon yaptığı) öldürücü sapıtmadır… Her ne olursa olsun halk örgütlenmelerini birbirlerini yer duruma sokmak Finans Kapital’in ekmeğinden başkasına yağ sürmez. Burada devrimcilerin gerici cepheyi unutmamaları, iyi dilekleri, sağduyuları kadar basit zekalarını da hırslarından daha öne geçirmeleri gerekir” [notları ben ekledim].
Kıvılcımlı’nın 1971 Türkiye’si için öncelik olarak gördükleri, 2024 Ekim’i için de çok anlamlı değil mi?
“Bir Gün Tek Başına”’nın Baba karakteri boş yere oluşmadı…